Aşağıdaki noktalara dikkat etmek sorulan sorulara cevap verme hususunda bize yardımcı oluyor:
1- Ukala (akıl sahibi olanlar) nezdinde mal olarak kabul edilen her şey İslam anlayışında mal olarak kabul görülmekte ve şeraitin istisna ettiği yerler hariç mal olan bir şeyin taşıdığı nitelikler ve eserlerin tümüne haizdir. Ukala nezdinde mübadele değerine sahip olan her şey maldır. Böyleli bir şey kullanma değerine sahiptir ve dolayısıyla az bulunur. Fazla olduğu oranda değeri de azalır. Bu nedenle malın mübadeledeki değeri kullanım değerinin miktarıyla direkt bağlantısı var. Çokluğuyla da tam aksi bir bağlılık söz konudur.
2- Geçmiş zamanlarda paranın kendisi zati bir değere sahipti. Yani paralar altın ile gümüş idi. Sahip olmuş olduğu işlenmişliğini göz ardı edersek diğer yönüyle diğer eşyaların sahip olduğu değere sahip ve aynı değerde telaki ediliyordu. Bundan dolayıydı ki eski parada ayar ve ağırlığın özel bir yeri ve konumu vardı. Ama kâğıt para bu değerden yoksuldur.
3- Bütün zamanlarda paranın değeri zati ve hakiki değil, aksine itibari olmuş ve eşyaları mübadele etme hususunda vasıtalık rolünü üstlenmiştir.
4- Hali hazırda revaçta olan paranın zati bir değeri var olmamakla birlikte hisse senetleriyle aynıdır ve onlardan hiçbir farkı yoktur da denilemez. Yani revaç bulmuş olan para hisse senedi gibi sadece bir senet ve delil konumundadır denilemez. Aralarında var olan bu fark nedeniyle toplu içinde para kayıp olduğunda malım aradan gitti deniliyor ama hisse senetleri kayıp olduğunda malım aradan gitti denilmiyor.
5- Paranın değer kayıp etme konusu humus, mihr, vekâlet ve borç gibi konuları olmak üzere fıkhın farklı baplarında konu edilmiş ve edilmektedir. Bu arada yalnız vekâlet kısmında gasp edilmiş olan malda meydana gelen eksiklik ve değersizliğe değinilmiş ve gasp eden kişinin zamin ve dolayısıyla ödemelidir denilmektedir. Diğer konularda ise değerin düşmesi dikkate alınmamıştır. Örnek olarak borç (karz) verme konusunda bazı nedenlerden dolayı Allah u Teala tarafından fazladan alınan miktar haram kılınıştır. Günümüzde ise ekonomideki enflasyon paranın değer kaybına neden oluyor. Bu bağlamda gerçekleşmesi ön görülen maddi zararların önlenilmesi veya telafi edilmeleri için başka yöntemlerden ve sözleşmelerden yararlanılması gerekir. Ama temlik ettirilen borcun kendisi, kar ve zarar temeli ve ilkesi üzerine bina edilmemiş ve edilmemelidir. Zira borçta güdülen temel ilke ve şey maneviyat ve ahiretsel meselelerdir.
Değerli kardeşimizin sorusunu cevaplandırmak için önce bazı mukaddimelerin zikredilmesi gerekli görülmektedir:
1- Ukala (akıllı kimseler) nezdinde mal olarak kabul edilen her şey İslam anlayışında mal olarak kabul görülmekte ve şeraitin istisna ettiği yerler hariç mal olan bir şeyin sahip olduğu tüm nitelik ve eserlere haizdir. Ukala nezdinde mübadele edilebilinir değerine sahip olan her şey maldır. Böyleli bir şey genellikle kullanım[1] değerine sahip ve az bulunur. Fazlalık oranda değeri de azalır. Bu nedenle mübadeledeki değeri kullanım değerinin oranı ve miktarıyla direkt irtibatlıdır. Çokluğuyla da tam aksi bir irtibat söz konusudur.[2]
2- Geçmiş zamanlarda revaçta olan para zati değere sahipti. Yani paralar altın ve gümüş idi. sahip olduğu işlenmişliği (sarrafiliğini) göz ardı edilirse diğer yönleriyle diğer eşyalar gibi değerli telaki ediliyordu. Bu nedenle eski parada ayar ve ağırlığın özel bir yeri ve konumu vardı. Ama kağıt para ise bu değerden yoksuldur.[3]
3- Bütün zamanlarda paranın değeri zati olmayıp itibari olmuş ve nesnel şeyleri mübadele etme hususunda vasıtalık rolünü oynamıştır.[4]
4- Hali hazırda revaçta olan paranın zati bir değeri var olmamakla birlikte hisse senetleriyle hiçbir farkı da yoktur denilemez. Yani para hisse senedi gibidir dolayısıyla sadece bir senet ve delil konumundadır denilemez. Aralarında var olan bu fark nedeniyle para kayıp olunduğunda toplum içinde malım aradan gitti diniliyor, ama senetler kayıp olunduğunda malım aradan gitti denilmiyor. [5]
5- İslam'da altın ile gümüş birbiriyle değiştirme ve tebdil etme işine sarrafçılık deniliyordu. Bu işlemin mubah olduğu söylendiği gibi onun için bazı şartlarda zikredilmiştir. Örneğin; bu akid aynı mecliste ve peşin bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Mübadele edilen eşya aynı cinsten ise bir tarafın bir diğer taraftan daha fazla olmaması lazım.[6]
Fakihlerin geneli bu bağlamda varit olan delillere dayanarak bu özelliği altın ve gümüşe has olduğunu söylemiş ve bu bağlamda şöyle demişlerdir: Dinar ve dirhemde var olan zati değer bu hükümlerin bu ikisine has edilmesine neden olmuştur. Bu nedenle günümüzdeki para için bu hükümler ve şartlar geçerli değildir. Dolayısıyla para bu bağlamda altın ve gümüşle ortak yönü söz konusu değildir. Yani günümüzde yaygın olan kağıt para bağlamında yapılan alış verişin sahih ve geçerli olabilmesi[7] için ne aynı mecliste bu aktin peşin gerçekleşmesi gerekiyor ve ne müsavi olmaları şarttır. Yani miktarca bir diğerinden fazla olmalarında her hangi bir sakınca bulunmamaktadır.[8]
6- İslam fıkhında bir şekilde para ve paranın değeriyle irtibatı olan başka baplar da var olmaktadır. Kısa bir şekilde onlara işaret edeceğiz:
6-1- Humus: fıkıh konusunda fakihlerin bir kısmı şöyle diyor: humus'un hesaplanması yapılırken verimlilik ve satın alma gücü de göz önünde tutulması lazım. Örneğin; ülkenin ekonomisinde yüzde 10 enflasyon kesin olduğu söz konusu ise humusun hesaplanması yapılırken yüzde onu çıkartılarak yapılsın denilmektedir. Mesela; eğer kişi geçen sene yüz bin tümen (İran'ın para birimi) değerinde olan malının hesabını yapmışsa bu sene 110 bin tümen humusu verilmiş olarak servetinden sayıp çıkaracak ve geride kalan neyse onun hesabını yapıp humusunu vermesi gerekir.[9] Bir diğer kısım fıkıhçılar ise şöyle diyor: Humus bağlamında var olan delillerin taalluk ettiği şey hali hazırda pazardaki peşin durum, yani kar'ın[10] kendisidir. Örfün nezdeinde veriminin miktarı değildir. Bu kaideden dolayıdır ki eğer halk nezdinde birisi bir arazı satın alır, daha sonra enflasyon nedeniyle satın aldığı araziyi daha pahalı satarsa kar etti denilmektedir. Aldığı paranın verim gücü ve değeri öncekiyle aynı olsa bile. Bu nedenle böyleli durumlarda bile fıkıhçılar humusunun verilmesine yönelik fetva vermişler.
6-2- Mihr: Hâlihazırda mihrin değeri İran İslam Cumhuriyeti'nin kanunlarına göre günlük değere göre yapılıyor.[11] Şöyle denilmektedir: günlük değere göre muhasebesi edilmese mihrin değeri düşerek kadına zülüm edilmiş oluyor. Fıkıhçılardan bir diğer kesim ise şu inançtadır: Akıt yaparken ve nikah kıyılırken bu esnada eğer para söz konusu olmuş ve mihr olarak bu para dile getirilirmiş ise paranın değeri değil aksine paranın kendisi ölçü ve miyardır. Eğer bu, kadına dönük bir zarardır deniliryorsa, cevaben şöyle diyorlar: Bu zararı kadının kendisi bilinçli bir şekilde kendine yönelttiği bir zarar türüdür. Böyleli bir kimse kendi zararını başka bir kimsenin malından telafi etme hakkına sahip değildir. Kadın zarar yapmasını istemiyor ise nikah kıyma esnasında mihrini değeri değişmeyen veya nispeten sabit olan bir şeye bağlamalıdır.
6-3- Zarardan yükümlülük (zaminlik): Zaminlik ve zararı ödemekle yükümlülük konusu fıkıh ilminin farklı; gasp, fasit akitle alınan mallarda, borç (karz) ve… baplarında konu edilmiştir. Gasp konusunda fıkıhçılar şöyle diyorlar: Eğer kişi başka birisinden zor ve düşmanlıkla bir malı almış olursa aldığı malın aynısını sahibine vermesiyle yükümlüdür: Malın kendisi telef olunmuşsa telef olunmuş olan mal değerlendirmeye tabi tutulacak türden ise değerini vermekle, benzeri bulunacak mal türünden ise benzerini vermekle yükümlüdür.
Elbette değerinin eksildiği ve noksanlığı[12] hususunda fıkıhçılar arasında ihtilaf var olmaktadır. Şöyle ki telef olunmuş olan malın aynısını verilmesi kâfi geliyor mu yoksa yok; gelmiyor mu? Burada noksanlık, maliyet ve değerin kapsamına girdiğini savunmak mümkündür. Zira ilkin: Malın değeri ve maliyetinde zamansal ve mekânsal şartların etkili olmasında şüphe yoktur. İkinci olarak: Bu bağlamda altın, gümüş ve para arasında her hangi bir fark yoktur. Yani hem altın ile gümüş hem para zamansal ve mekansal şartlardan etkileniyor. Üçüncü olarak: Peygamber efendimizden şöyle nakledilmiştir: "el aldığı şeyden, geri çevirinceye kader yükümlüdür".[13] Dördüncü olarak: ukalanın mebnası buna bina edilmiştir ve bu bağlamda başka deliller daha var olmaktadır. Dikkat edilirse söz konusu olan hadisi şerifte "telef olduğu durumda" yükümlüdür şeklide bir kayıt veya şart zikredilmemiştir. Bu nedenle hadisi şerife göre buradaki yükümlülük gasp edilen malın tüm yönlerini ve haletlerini kapsamaktadır. Malın değeri de bu yönler ve haletlerden birisidir. Bundan dolayı ister malın kendisi telef olsun veya değeri azalsın bu bağlamda her hangi bir fark söz konusu değildir.[14]
6-4 Borç (karz): Zaminlik konusunda işaret edilen hususdan şu neticeyi alabilirsiniz: Borçta da borcu alan kişi aldığı borcun uğrayacağı değer ve maliyet kaybından zamin olması gerekir. Ancak faiz bağlamında nakledilen delillerden anlaşılan gerçek şu ki, borçta malın değerine değil, bilakis malın aynine ve kendisine vurgu yapılmıştır. Ama faizin nefyi konusunda ise malın aynine değil, bilakis maldaki niceliğine ve fazlalığa dikkat çekilmiştir.
Bu bağlamdaki delilimiz şudur: Eğer borçta ölçü değer ve maliyet olmuş olsa ekonomi bağlamındaki şartlar istikrarlı ve sebata sahip olmadığı dönemlerde borç verme olayının kökten kapanması ve tatil edilmesi gerekir. Zira bu durumda bir yandan verilen borcun değeri ve maliyetinin dakik bir şekilde hesabının yapılması ya imkânsızdır veya çok zordur. Öte yandan da İslam'da haram kılınmış olan faiz iki kısımdır. Bir kısmı borç ile ilişkilidir, diğeri muamele ile alakalıdır. Borç ile ilişkili olan faizin tanımı şöyledir: "Borç veren kişi fazlalığı talep etme şartını şart koşarak borç vermesidir".[15] Borç vermek müstahaptir. Yani borç vermenin müstahap oluşunu dikkate alırsak bu müstahabın sürekli yerine getirilmesi olanaklı olması gerekmektedir. Diğer taraftan müstahap olan bu eylem ile alakalı sorunlar ve müşküller icat edilirse pratik olarak insanlar tarafından kendiliğinden terk edilecektir. Hal böyle olursa borç verme işinin tatil edilmesini kabul etmek lazım gelir. O halde borç bağlamında var olan deliller sadece belli bir döneme has (ekonominin şartları sabit olduğu döneme) olduğunu kabul etmek lazım. Oysa hiç kimse bunu kabul etmiyor.[16] Bu nedenledir ki borç bağlamında var olan deliller malın verimliliğine ve değerine değil, bilakis kendisine ve aynine vurgu yapılmıştır. Zira burada güdülen hedef dünyevi kar veya zarar değil, bilakis dünyadaki yardımlaşama ve uhrevi sevaptır. Bu nedenle bütün şartlarda müstahap olan bu eylemi amel edilebilinir durumda tutulmasına gayret gösterilmesi lazım ve iptaline neden olan durumlardan da kaçınılması gerekir.
Evet! Ekonomi ve enflasyonun şartlarının sabit olmadığı dönemlerde borç veren kişi kendisine ait olan malının değer kaybına uğramasını ve bu bağlamda zarara katlanmak istemiyor ise başka sözleşmelerden ve daha farklı yöntemlerden yararlanabilir.[17] Biz burada örnek babından olsun diye bu bağlamda beyan edilmiş olan yöntemlerden ikisine işaret edeceğiz:
a) Alış verişte (beyde) borç şartı: Yani satıcı ucuz olan bir şeyi bir miktar para borç vermek şartıyla pahallı bir şekilde satabilir. Şöyle ki: Kişi borç vermekle birlikte ucuz bir şeyi pahalı bir şekilde borç vereceği kişiye satsın. Böylece borç olarak verdiği parayı zamanında veya borç almış olan kişi tarafından biraz gecikmeli verildiği takdirde bile sadece borç olarak vermiş olduğu parayı almakla yetinir ve zarar da etmemiş oluyor. Örneğin: Kişi birisine üç aylığına 100 bin tümen (İranın para birimi) para vermek istiyor. Yapılan hesaplamaya göre borç olarak vereceği bu para üç ay zarfı içinde beş bin tümen değerinde değer kaybına uğrayacak. Bu değeri korumak için çok ucuz olan bir şeyi beş bin tümen kaşlılığında borç veren kişiye satacak. Satarken de ya satıcının kendisi alıcıya bu malı sana beş bin tümüne satacağım ve yanında da 100 bin tümen borç vereceğim veya alıcının kendisi, satıcıya bu malı 100 bin tümen borç verirsen senden beş bin tümenle alacağım diyecektir. Yani satıcı diyecek ben sana bu şeyi bu şartla satıyorum ki bunun yanında 100 bin tümen üç aylığına borç vereceğim. Veyhut alıncının kendisi satıcıya bana üç aylığına 100 bin tümen borç verirsen değeri düşük olan bu malını belirtilen miktar parayla satın alırım deyedektir.[18]
b) Vadeli para satmak: Yani bu günün 100 bin tümenini bir sene vadeyle yani bir sonrakinin 2000 tümenine satabilir. Fıkıhçıların birçoğu bu türden olan alış verişi caiz görmüş ve bu tür alış verişte her hangi bir sorun olduğunu kabul etmiyor. Bu fakihler şöyle diyorlar: Muameledeki faiz ölçülecek ve tartılacak şeylerde söz konusudur sayılı şeylerde söz konusu değildir. Para sayılır cinsten olduğu için parayla alakalı olarak gerçekleşen alış verişte gerçekleşen kar ve fazlalıklarda bir sakınca yoktur. Bunun yanı sıra şöyle denilmiş: Dövizdeki (sarrafçılık) hükümler parada geçerli değildir.[19] Buna binaen şöyle denilmesi mümkün: Peşin olarak paranın alış verişinde de kar ve fazlalıklar olsa bile sakıncalı değildir.[20]
Netice itibariyle Peygamber efendimiz (s.a.a.) ve masum imamlar (a.s) döneminde paranın değeri fazla istikrarsız değildi. Yani nisbeten bir istikrara sahip olmasına rağmen bazı nedenlerden dolayı borçlarda fazlalığın gözetlenmesi Allah tarafından yasaklanmıştı. Ama bizim zamanımızda ekonomideki enflasyon nedeniyle parada bir istikrar söz konusu değildir ve dolayısıyla para sürekli değer kaybına uğramaktadır. Bu değer kaybının önlenilmesi ve maddi olarak borç veren kişilerin zarar etmemesi içi farklı sözleşmelerden yararlanması mümkündür. Ama borcun kendisi başkasına malın temlik edilmesi anlmındadır. Borç kar ve zarar yapması ilkesi üzerine bina edilmiştir. Bilakis borçta gözetlenen hedef manevi ve uhrevi faydalar ve meselelerdir.[21] Bu nedenle borç vermelerde kar gözetilmemelidir. Ama farklı yönlerden değer kaybından gerçekleşen zararların önlenilmesi işaret edildiği gibi mümkündür.
[1] Kullanım değeri kişinin kullandığı şeyden istifade edebildiği değer itibariyledir. Örneğin bir lokma ekmeği göz önünde bulundurun: bu ekmekten yararlanmanın doğuracağı netice karnın doyulmasıdır. Mübadelenin değeri bir şeyin pazarda mübadele bakımından haiz olduğu değere denilmektedir.
[2] Bkz. HADEVİ TAHRANİ, Mehdi, "mektebi ve nizam iktisadi İslam", s. 103-114.
[3] Daha fazla bilgi edinmek için bkz. ABİDİNİ, Ahmet, "mecelei fıkıh", sayı no: 11 v 12, makale: "teverrum ve zeman", s. 75–81.
[4] A.g.m. ve İBRAHİMİ, Muhammed Hüseyin, "pul, bank, serafi", s. 13-30.
[5] Bkz. MUTAHARİ, Murtaza, "mecmuai asar", c. 40, s. 304–305.
[6] Bkz. "er-revdetul Behiye fi şarhil lümatid-dımişkiye",c. 3, s. 374 den sonra.
[7] HOYİ, Ebul kasım, "minhacu’s-salihin", c. 2, s. 56, mesele no: 226. Not: Muhammed BAKIRSADR, (a.r.) iki farklı paranın mübadelesinde aynı mecliste her iki taraf tarafından peşin olarak alınması gereklidir. ("talike ber minhac", c. 2, s. 72).
[8] "urvetu’l- vuska", kitabi riba, c. 2, s. 48, mesele no: 5,: parayı para karşılığında kar ve fazlalık gözetleyerek alış veriş yapmakta her hangi bir sakınca yoktur. Zira faiz tartılır ve ölçülür şeylerdedir. Para ise sayılır şeylerdendir.
[9] Ayetullah HADEVİ'NİN huzuri olarak yapmış olduğu müzakereler.
[10] Humus babında altın ve gümüşün her hangi has bir özellik taşıdığı söylenilmemektedir Sermaye ve kar unvanının kapsadığı her şeyde fıkıh kitaplarında bayan edilmiş şartlara haizse ki onlardan birisi senenin üzerinden geçmesi ve..dir humus konusuna girer. Dolayısıyla beşte birisini imama, yoksa hakim-i şer'e veya taklidi mercie verilmesi gerekir.
[11] Örneğin şemsi hicrinin 1360 yılında 200 tümen mihr olarak belirlenmişse bu miktar paranın değeri o günün şartlarına göre hesaplanır ve aynı para kadına verilir.
[12] Elbette bütün fakihler şu görüştedirler: maliyet ve değerinin tamamı sakıt olmuşsa; yani maliyetin tümü sakıt olduğu yerlerde mislin verilmesi yeterli değildir.
[13] MUHADDİSİ NURİ, "mustedreku’l-vesail", Kum: müesesei Alulbeyt, (a.s), 1408 hicri kameri, c. 17, s. 89.
[14] Bkz. Cüzvei ders-i Ayetullah GIRAMİ, s. 39-44.
[15] Borçsal faizin haram oluşunun felsefesi hakkında birçok konu beyan edilmiştir. Bizim kanaatimizce zikredilen konulardan ikisi çok önemlidir:
a) Borcun tabiatı karı kabullenmiyor olmasıdır. Borç başkasına bir malı temlik ettirmek anlamındadır. Borç verilen malın telef olup yok olursa borç alan kişi zamindir ve dolayısıyla borç veren kişinin cebinden hiçbir şey eksiltmediği gibi karda onun cebine giremez. (bkz. "mecmuai asar", c. 20, s. 272 ve sonrası).
b) Faizin tabiatı şudur ki, her ay belli bir miktar kar almak üzere size bir miktar para verilecektir. Belirtilen kar zamanında ödenmezse yeni bir sözleşme gerekmeksizin ilk sözleşme gereğince paranın üzerine kendiliğinden kar eklenecektir. Yani faizin haram oluşundaki ölçü kandırışlı olmasıdır. Daha fazla bilgi edinmek için bkz. Ayetullah GRAMİ, "cüveyi ders", s. 7-23.
[16] A.g.e. s. 4-44. Hatırlatılması gerekir ki günümüzde Merkez Bankası tarafından enflasyonun miktarı sürekli ve gün be tün ilan ediliyor. Bunun yanı sıra zararların önü alınsa ve telafi edilse halk daha fazla borca yönelecektir. Bir grup fıkıhçılar bu durum dikkate alarak genel bir muadeleye, eşitliğe ve denkleme görüşünü ortaya atmışlardır.
[17] Anlatıldığı gibi enflasyonlu durumlarda değer ve maliyette meydana gelen eksikliği (değer kaybını) telefi etmek için genel muadele projesini ortaya atmışlardır. Bu da maliyetin kendisine borç vermektir. Ama anlatıldığı gibi dakik bir şekilde hesaplanması imkânsız borç verme ve borç verme esnasında miktarının belirsizliğinden ve faizin gerekliliği söz konusu olduğundan dolayı bu proje ve görüş kabul görülmemektedir. Bu görüş hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz. İBRAHİMİ, Muhammed Hüseyin, "pul, bank, serafi", s. 109-114; a.g.y. "karzul hasene", s. 94-96.
[18] Fıkıhta "hiyel şer'iyi riba/faiz bağlamında şer'i hileler" adı altında bir konu söz konusudur. Fıkıhçıların bir kısmı bunu kabul ediyor bir diğer kısmı da reddediyor. Her halükarda anlatılan bu yöntem bizce kabul görülür ve savunulması mümkündür. Bu bağlamda yapılan üçlü işkallere; 1- inşa etme kastının olmayışı, 2- böyleli bir muamelenin sefihçe bir muamele oluşu, 3- faizin haram olduğunu belirten felsefenin bu gibi yerlerde var olması, cevap verilmesi de mümkündür. Daha fazla bilgi edinmek için bkz. "tahrirul vesile", c. 1, s. 495, mesele no: 7; Ayetullah GRAMİ, "cüveyi ders", s. -23-38.
[19] Bkz. "mecmuai asar", c. 20, s. 345 ve 346; Ayetullah GRAMİ, "cüveyi ders", s. 22.
[20] Evet! İmam HUMEYNİ gibi fıkıhçılardan bir kısmı dövizin alış verişindeki hükümleri parada cari olduğunu kabul etmemekle birlikte şöyle buyuruyor: faizden kaçmak niyetiyle fazlalıktan bir şeyi almak caiz değildir. Bkz. ""tahrirul vesile", c. 1, s. 496, mesele no: 3.
[21] Bkz. MUTAHARİ, Murtaza, "felsefeyi hurmeti riba ez didgah şehid mutahari (a.r.).