Peygamberin (s.a.a.) gölgesi var mıydı yok muydu meselesi akli bir mesele değildir. Dolayısıyla akla dayanarak bu konuda hüküm veremeyiz. Buna binaen akli olarak ne peygamberin (s.a.a.) gölgesi vardı şeklinde ne yoktu şeklinde hüküm edemeyiz. Bu konuda itimat edebilecek ve dayanabileceğimiz tek kaynak nakil ve hadis içerikli kaynaklardır. Hadis içerikli olup hem Şia hem Ehlisünnet nezdinde birinci derece kaynak olarak kabul görülen kitaplarının, “men la yahduru” kitabı hariç hiçbir birisinde bu hususta bir hadis söz konusu değil ve böyle bir meseleye işaret edilmemiştir.
Elbette ehlisünnetin birinci derecede kaynak sayılmayan bazı kitaplarında Peygamberin gölgesi müşahede edilmedi şeklinde nakiller var. Hakeza Şia kaynaklarında da imamın gölgesi yoktur şeklinde nakiller var olmaktadır. Böyleli çok önemli olan bir mesele hakkında bir hadisle iktifa etmek kesinlikle doğru olmayacağı çok açıktır. Aslında böyleli çok önemli olan bir mesele tarih boyunca Şia nezdinde gizli kalması mümkün mü? Ve sadece onun hakkında tek bir rivayet, oda imam Rızadan (a.s.) nakledilmiş olması akla ve mantığa sığar mı? Yani bu denli önemli bir mesele yaklaşık iki asır; Peygamberin (s.a.a) zamanından ta sekizinci imamın (s.a.) dönemine kadar gizli kalıyor ve ondan sonra sekizinci İmamın (s.a.) döneminde imamın (s.a.) kendisi tarafından açıklanıyor, ondan sonra imam Cevat’tan (s.a.) başlayarak tekrar gizli kalıyor ve hakkında hiçbir şey söylenilmiyor olması imkânsızdır. Böyle bir şey akla ve mantığa sığmaz.
Peygamberin (s.a.a.) gölgesi var mıydı yok muydu meselesi akli bir mesele değil. Dolayısıyla akla dayanarak bu konuda hüküm edemeyiz. Buna binaen akli olarak ne peygamberin (s.a.a.) gölgesi vardı şeklinde ne yoktu şeklinde hüküm edemeyiz. Bu konuda itimat edebilecek ve dayanabileceğimiz tek yer İslami kaynaklar yani kuranı kerim ve sünnettir. Kuranı kerimde bu hususta hatta dolaysız ve işaret şeklinde olsa bile bir şey söz konusu değildir. Ama konuya değinen ve işaret edip var olan hadisler ise ehlisünnetin birinci derecede kabul gördükleri kaynakların haricindeki bazı kitaplarda var olmaktadır:
Zekvandan şöyle nakledilmiş: “Allahın resulü için ne güneşli olan gündüzde ne ayın aydın olduğu gecede gölge diye bir şey müşahede edilmemiştir”.
Hekim Tirmizi bu mananın aynısını nakletmiş ve şöyle diyor: “Allah resulünün gölgesi yoktu ki ta kimse onun mübarek gölgesine basarak saygısızlığına neden olmuş olsun”.
İbni Sab’i “hasais” adlı eserde şöyle diyor: “Allah resulünün gölgesi yerin özerinde görülmüyordu. Allah resulünün vücudu nur idi. Güneşin nuru altında veya ayın aydınlığında yürüdükleri vakit gölgesi görünmüyordu. Bazı âlimler bu hakikatin delili peygamberin kendi sözü ve duası olduğunu söylemişlerdir. Ki Allah Resulü (s.a.a) “Allahım! Beni nur kıl”[1] şeklinde dua ediyordu.[2]
Ama Şia kaynaklarında ise konuyla alakalı var olan işaret şöyledir: “İmamın (a.s.) gölgesinin var olmaması imamın niteliklerinden ve sıfatlarından bir sıfat ve niteliktir. Talıkani Ahmedi Hemedani’den, Hemedani de Ali b. el-Hasan b. Fazal’dan, Ali de ebul-Hasan Ali b. Musa er-Rıza’dan[3] (imam Rıza) şöyle nakletmiş: “imam bazı hususiyetlere ve niteliklere sahiptir: İnsanların en bilgilisi, en takvalısı, en halimlisi, en yiğilisidir ve… bir diğer özelliği de gölgesinin olmamasıdır”.[4]
Zikredilen konulara dikkat edildiğinde hem ehlisünnet kanalından hem Şia kanalından nakledilen rivayetler bazı hususiyetlere sahiptir: birincisi: Bu rivayetler senet bakımından zayıf dolayısıyla itimat edilmeyecek durumdadır. İkincisi: İster ehlisünnet kanalından gelen rivayet olsun ister Şia kanalından gelen rivayet olsun her ikisinde de bir tek rivayettir. Ve Şia’nın kaynaklarında sadece imam Rıza’dan (a.s.) bir tek hadis nakledilmiş. Buna binaen bu denli çok önemli bir sıfata sahip olan Allah resulü ve imamlar ve herkeste onların sahip oldukları bu sıfatı müşahede etmiş olmasına rağmen mümkün müdür ki, hadis nakleden nakilciler (raviler) bu özelliği nakletmemiş olsunlar. Bu makul olabilir mi? Peygamber ve imamların tüm özellik ve sıfatlarını çok dakik bir şekilde gözetlemiş ve onları nihai derecede dakik ve uzun bir şekilde anlatan raviler bu denli önemli sıfatı terk etmeleri akla sığar mı? Mantıklı gelebilir mi? Allah Resulünün (s.a.a.) tüm ashapları bu gerçekten gafil olmaları veya kasti olarak bunu gizletmeleri aklanı olabilir mi?
Şöyle diyebilirsiniz: Kendiniz bir taraftan bu konunun ehlisünnetin bazı kitaplarında nakledildiğini, diğer taraftan raviler bu denli önemli konudan gafil kalmaları aklanı değildir diyorsunuz. Bunun kendisi çelişki değil mi?.
Cevaben şöyle diyorum: Bu denli önemli ve çok acayip bir sıfat ve özellik için tek bir hadis yeterli olamaz ve bu denli önemli ve acayip bir mesele olmuş olsaydı hakkında tek bir rivayet değil, onlarca rivayet nakledilecekti. Nakledilen bu tek hadis senet bakımından sahih olsa bile bu denli önemli ve acayip bir şey için delil olamaz. Diyelim ki bundan faz geçtik ve Peygamber hakkında böyle bir şeyin var olduğunu kabul ettik ama şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: Neden bu olayı hazreti Ali’nin (a.s.) ya hazret Hüsynin (a.s.) veya… ta imam Kazım’ın (a.s.) yaranlarına hiç kimse nakletmemiş? Ve neden bu mesele imam Rızanın (a.s.) dönemine kadar gizli kalmış olsun? Yani peygamberin zamanından iki asra kadar hakkında konuşulmamış ondan sonra sekizinci imam döneminde anlatılmış ve tekrar imam Cevat’tin (a.s.) döneminden geybeti suğra (küçün gaybet) nın son dönemine kadar (yani bir asır) yine gizli kalıyor. Bu denli önemli ve acayip olan bir mesele bu müddet zaman zarfı içinde hiç kimse tarafından nakledilmemesi ve sadece çok kısa bir dönemde oda bir rivayette nakledilmesi mantıklı gelebilir mi? Allah resulünün bu sıfat ve özelliğinin gizli kalmasındaki maksat ve hikmet nedir?
Bunun yanı sıra bu konu hakkında var olan tek bir hadiste Ehlisünnetin asıl kaynak kitaplarında; kütübi sitte gibi kitaplarda zikredilmemiş. Şia’nın da “men la yahdurul-fakıh” dışında asıl kaynak kitaplarının hiçbirisinde zikredilmemiştir.
Burada kayda değer önemli bir diğer konu da şudur: Sorunun konusu olan bu mesele ister tarihsel boyutuyla ele alalım ister kelamsal ve inançsal boyutuyla, her iki halette de bir rivayetle ne ispatlanması mümkün ne inkâr edilmesi. Peygamberin (s.a.a.) gölgesinin var olmaması mucizelerinden bir mucize miydi? Sorusu hakkında da şunu diyoruz: Bunun ispatlanması da delile ihtiyacı var. Daha önce açıklandığı gibi bu konunun aslı hakkında her hangi bir delil söz konusu değildir. Kaldı ki mucize oluşuna dair delil olmuş olsun. Peygamberin mucizeleri konusunda böyleli bir meseleye değinilmemesi de dikkat çekici. Bu meselenin kendisi çok acayip bir meseledir. Acayip bir mesele olmasına rağmen hakkında konuşulmaması âlimlerin nezdinde sabit olmadığına delildir.
Her halükarda bu konuyu açıklayan hadis ne mutevatir ve ne mustafiz, bilakis vahid bir haber şeklindedir. Haberi vahit şeklinde nakledilen bu denli önemli inançsal bir konu itibara alınacak bir kariyere sahip değildir. Buna binaen meselenin aslı olan peygamberin gölgesinin var olmaması konusu ispatlanmayınca Ona binaen sorulan diğer soruları cevaplandırmaya gerek kalmıyor.
[1] “Sahihi buhari”, c. 1, s. 116, hadis no: 6316; “sahihi müslüm”, c. 1, s, 525-526, hadis no; 187, 763.
[2] “sebilül huda ve er-reşad”, c. 2, s. 90.
[3] Bu rivayet başka bir senetle de nakledilmiştir. Talıkani şöyle diyor: ammet b. ziyad b. Caferi hemedani bana şöyle nakletti: ali b. İbrahim b. haşım babasından babasıda ali b. mabedden, ali b. mabed de Hüseyin b. halid dan naklederek şöyle demiş: imam rıza şöyle buyurdu:…(kemluddin ve tamamunnime, c. 2, s. 371).
[4] Biharul envar”, c. 25, s. 116, hadis no: 1; c. 52, s. 321; “men la yahdurul-fakıh” c. 4, s. 419.