Onda dini öğrenme merakının ve dine yönelme duygusunun uyanması için dinin güzelliklerini ona göstermeye çalışınız. Örneğin dini ve dini ahlakı yaşayarak dinin güzelliklerini sende müşahede etsin. O, dinin ve dindarlığın insanın yaşamında hazır bulunduğunda bunun arkadaşlar, aile efratları ve… Arasındaki irtibata ne kadar güzellikler kattığını ve bu bağlamda dinin ne kadar etkili olduğunu müşahede etsin. Bunun yanı sıra faydalı ve cazibeli kitapları satın alıp onun için önem taşıdığı farklı münasebetlerde ve farklı günlerde hediye edebilirsin. Onu İslam dinine davet ederken kesinlikle sözsel ve dilsel davetle yetinmemeniz gerekir. Bilakis kendi amellerin, davranışların ve ahlakınla onu İslama ve dine davet etmeye çalış.
Cennete girmek “iman” ve “salih amel” ölçüsüne bağlıdır.
Şia olan bir kimse de sadece Şia ismini kendine takarak değil, bilakis Şialığın gereksinimlerini yerine getirmekle veya kişiyi şefaate layık kılacak bir sermaye hazırlamakla (eylemde bulunarak) ancak cennete girebilir.
Her semavi dinin takipçileri bir sonraki din gelmeden –eğer kabul ettiği dinin gereği gibi amel ediyorsa- cennetlik olacaktır. Ama Allah resulü Hz. Muhammed (s.a.a.) gönderildikten sonra Allah katında kabul görülen tek din gerçek İslam’dır ki bu da ehlibeyt mektebinde tecelli bulmuştur.
Elbette kuranı kerim ve ehlibeytten (a.s.) nakledilen rivayetlerden kendilerine kılavuzluk yapan kimseye eli kavuşmamış, başka şehirlere (ülkelere) hicret edecek gücü olmayan ve…müstadaf olup insanın fıtratlarına uygun amel etmiş olan kimseler de ilahi rahmete nail olacaklardır.[i] Müstadaf kavramı özürlü cahillerin yanı sıra erginlik çağına ermemiş (buluğ ve teklif çağına varmadan vefat eden çocukları) ve hakeza deliler ve… Kimseleri de kapsıyor.
Dolayısıyla hakkı tanıdıktan sonra inat ederek onu kabul etmeyen ve hakeza hakkı tanımakta kusur edip kusurlu kimseler necat ehli değildirler. Ama genel itibariyle insanların çoğu mazur ve inat değildirler. İlahi rahmet ve ilahi lütuf ile inşallah necat bulurlar.
Onda dini öğrenme merakı ve dine yönelme duygusunun uyanması için ona dinin güzelliklerini göstermeye çalışınız. Örneğin yaşamınızda dinin kendisi ve dini ahlak kendini göstersin. O, dinin ve dindarlığın insanın yaşamında hazır bulunduğunda bunun arkadaşlar, aile efratları ve… Arasındaki irtibata ne kadar güzellikler kattığını ve bu bağlamda ne kadar etkili olduğunu müşahede etsin. Bunun yanı sıra faydalı ve cazibeli kitapları satın alıp onun için önem taşıdığı farklı münasebetlerde ve farklı günlerde hediye edin. Onu İslam dinine davet ederken kesinlikle sözsel ve dilsel davetle yetinmemen gerekir. Bilakis onu kendi amellerin, davranışların ve ahlakınla İslama ve dine davet etmeye çalış.[1]
Cennete girmek kendisi için her hangi bir unvanı veya iddiada bulunmaya bağlı değildir. Bilakis cennete girmek “iman” ve “salih amele”[2] bağlıdır. Buna binaen her kim bu dünyada bu iki tür eylemi (iman getirme ve Salih amel işleme) gerçekleştirirse ahirette cennete gitmek için kendisi için bir çığır açılmış olur. Aksi takdirde insanlar cehenneme gidecek yola koyulacaklardır. Ama müstadaf kimseler veya şefaat hakkı kendilerine verilmiş kimselerden birsinin şefaatini hak kazanmış olan kimseler bunlardan müstesna edilmişlerdir.
Kur’an’ı kerim bu bağlamda şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir)”.[3]
Bu ayeti kerime Yahudilik, Hıristiyanlık ve… Unvanlarını cennete girmek için yeterli bulmamanın yanı sıra cennete girebilmenin ölçüsüne de işaret etmektedir ki oda iman getirmek ve Salih amel işlemektir.
Her dine girmenin şartı bir sonraki din tarafından nesih edilmemiş olmalısına bağlıdır. Hz. Musa’yı (a.s.) takip etmenin meşru olması Hz. İsa’nın (a.s.) gelişine kadar geçerlidir. Hz. İsa gönderildikten sonra Hz. Musa’ya tabi olmanın meşruiyeti kalmaz. Hz. İsa’ya tabi olmanın meşruiyeti de Hz. Muhammed’in gönderilişine dektir. Zira Hz. Muhammed’in (s.a.a.) gönderilmesiyle ondan önceki tüm dinler nesih olurlar ve geçerlilikleri sona etiyor.
Bunun yanı sıra cennete girebilmek için sadece ben falan dine tabiyim iddiası kâfi gelmez. Ona İman edilmesi gerekir. Getirilen İmanın da bazı gereksinimleri var olmakta; İmanın itikadi, ameli ve ahlaki gereksinimlerine bağlı kalınmıyorsa gerçek imanın sağlanmadığına işarettir. Buna binaen Musa’ya (a.s.) iman etmenin gereksinimi ondan sonra gönderilen peygambere iman getirmektir. İsa’ya (a.s.) iman getirmenin gereksinimi ondan sonra gönderilen hatemülenbiya hz. Muhammed’in (s.a.a.) peygamberliğine inanmaktır. Tabii olarak peygambere iman etmenin gereksinimi de onun tüm düsturlarına ve tavsiyelerine mutlak bir şekilde teslim olmaktır. Peygamber’in (s.a.a.) tavsiye ve emirlerinden birisi müminlerin emiri olan Hz. Ali ve onun on bir çocuklarının velayetini sırasıyla kabul etmektir. Bu bağlılık tam hâsıl olmadığı sürece Müslümanlık ve ilahi gerçek dinin takipçisi olmanın tahakkuk bulmuş olması imkânsız ve cennete girme izninin gerçekleşmesi de zordur.[4]
Başka bir bayanla; Hz. Muhammed’in bisetinden sonra meşru olan tek din “islamdır”.[5] Velayetsiz bir İslam anlayışında gerçek İslam, Allaha, Allahın resulüne ve kıyamet gününe kâmil iman edildiği söylenmez. Dolayısıyla cennete girme izni de verilmez. Bu nedenledir ki insanı direk cennete götüren yol Şia mektebidir. Elbette tekitle vurgulamak gerekir ki sadece Şia ismini kendine takmak da bunun için yeterli değil. Cennete girebilmesi için gerçek mümin (Şia) ve Salih amel sahibi olması veya kendini şefaat edilecek kimseler konumuna sokacak bir sermaye elde edilmelidir.
Ama hakikati bulabilecek yetiye sahip olmayan müstadaf (mazur cahiller, deliler, çocuklar ve…) kimseler Allahın hükmünü beklerler ve Allahın geniş rahmetine maruz olacaklardır. Dolayısıyla bunlar yukarıdaki kaideden müstesna edilmişlerdir.[6]
Burada bazı hatırlatmalarda bulunmak yararlı olacaktır:
1- Mazur cahil hak kendisine ulaşmamış ve kendiside hakka ulaşma noktasında kusur bırakmamış olan kimsedir. (yani mazurdur ama kendisi kusur bırakmamıştır). Bu cihetle kendisi için günah yoktur. Zira bu farza göre ona karşı ilahi hüccet tamamlanmamıştır. İlahi hüccet tamamlanmadığı sürece de hak Teâlâ kimseyi sorguya çekmez.[7] Buna binaen kusurlu cahil noktasında üç grup tasavvur edilmektedir.
a) Yaşadıkları yer, ortam ve… Gereğince öyle bir ortamda yaşıyorlar ki hakkın mesajı kendilerine ulaşmamış kimselerdir.
b) Fikirsel müstadafler: Hakikatleri derk edemeyen kimseler. Bunlar sahip oldukları fikirlerinin mumu, tutuşmamış kimselerdir.
c) Cehli mürekkebe sahip olan kimseler ki bu kimseler örneğin “a”nın kesin “b” olduğunu söylerler ve onların aldıkları bu netice onların göstermiş oldukları kesin ceht neticesindedir. Ama reel’de ise “a” “b” değildir. Ama Allahın azabına yakalanan kusurlu kimse hak kendisine sonulmuş ve inat ederek kabul etmeyen ve hakkı tanıdığı halde haktan yüz çeviren veya hakkı bulabilme gücüne sahip ama hakkı bulmak için gereken gayreti göstermemiş kimselerdir.
2- İman ve küfür sadece amili ve fikri cehdin neticesi olmadığına teveccüh etmek gerekmektedir. Fikir ve davranışlarının tümü bir bütün olarak bu bağlamda rol sahibidirler. Bu cihetledir ki kuranı kerim şu hatırlatmayı yapmaktadır: “Sonra, Allah’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu”.[8] Bu nedenle şunu söylemek gerekir: Eğer bir kimse kötü davranışlara sahip olmaz ya siyasi, hizipsel ve grupsal gibi konuların etkisinde kalmamış, yani aklın kabul görmediği konulardan sakınmış ve varlık âlemindeki hakikati bulmak için gereken gayreti göstermiş olsa ama Allahın varlığını ispatlama noktasında yakine varmazsa ya din ve hak olan mezhebi bulamazsa veya eğer (Allaha sığınırız) gerçekten neticesi küfür olan bir neticeye varsa bile bu tür kimselere ilahi adalet gereğince cezalandırılmayacaklardır.
Elbette bu aklın vermiş olduğu hüküm gereğincedir. Ama Allah u Teâlâ kuranı kerimde söz vermiş: “Eğer bir kimse Allah yolunda gereken cehdi gösterirse yolları ona gösterecek ve hidayeti kendilerine nasip edecektir”.[9]
3- Dünyadan güç yapan çocuklar hakkında rivayetlerde şöyle denilmektedir:
a) Müminlerin çocukları olurlarsa:
1- Barzeh âleminde Hz. İbrahim ve Sara’nın (a.s.) veya Hz. Fatma’nın (s.a.) hizmetindedirler. Orada gereken eğitimi göreceklerdir. Ruhsal olarak gereken tekâmülü yakalayıp kemale ulaşırlar.
2- Tur suresinin 21. Ayetinin tefsirinde şöyle nakledilmektedir. “mümin anne ve babalarına ilhak olacaklardır ki onların cennette hoşnutluklarına neden olsunlar”.[10]
b) Kâfirler ve münafıkların çocukları olurlarsa:
1- “Orada ebedi kalan çocuklar etraflarını dolaşırlar”[11] ayetin tefsirinde şöyle denilmektedir: müşrik ve kâfirlerin çocukları kıyamet gününde cennet ehlinin hizmetçileridirler. Elbette bu onlar için bir ceza değildir. Zira oradaki dünyadaki hizmet gibi değildir ki küçümsemelerine veya yorulmalarına neden olmuş olsun. Bilakis bu onlar için hoşnutluk ve güzelliklerine neden oluyor.
2- Bazı rivayetlerde şu kaziyenin (yüklem) ilmi Allaha irca edilmiş ve şöyle buyurmuşlar: “Allah u Teala onların ne şey yaptıklarını veya ne iş işlediklerini biliyor”.[12]
3- “Allah u Teâlâ bir melek vasıtasıyla bir ateş yakar ve onlara ateşe girin şeklinde emir veriyor. Onlardan bir kısım ateşe giriyor ve ateş onlar için soğuyor ve ateşin yakmasından salim kalırlar. İbrahim (a.s.) için olduğu gibi. Onlardan bir diğer kısım ateşe girmiyor. İşte bunlardan birinci kısım necat ehlidir. Deliler ve fetret (hüccet ve peygamberin bulunmadığı iki peygamber arasındaki) dönemde yaşayan kimseler için hüccet tamamlanmamıştır. Necat ehli olma hükmü bağlamında bunlarla ortaktırlar.[13]
4- Kelamcılardan bir kısmı kâfir ve müşriklerin ölen çocukları ne cennet ne cehennem ehlidir, onlar, a’araf[14] denilen bir yerde kalırlar. Orada ne azap görecekler ne de nimetlerden yararlanırlar.[15]
5- Allame Tabatabai (tefsiri el-mizan sahibi) çocuklar, deliler ve… Hakkında şöyle buyuruyor: Kuranın çocuklar, zihinsel özürlüler ve… hakkında söylemiş olduğu şey müphemdir. Bu cümlelerden detaylı bir hüküm yani necat ehli midirler yoksa cehennem ehli midirler hükmü çıkartılamıyor. Zira ahirette insanların durumu hakkında detaylı bilgi edinmek aklın işi değildir. Günah ile mağfiret teklife muhalefet etmeye münhasır bir durum değil bilakis mağfiretin bazı merhaleleri kalbi ve kalbe arız olan kötü haletlere ait olduğunu kabul edersek durum farklı olur. Şöyle ki; bu kötü hletler Allah ile kalp arasında birer hicap olur. Bu kısım insanlar doğrudur ki zihinsel rahatsızlıktan dolayı teklif sahibi değildirler. Ama kötü amel işlemeleri onların kalplerini etkilemez de değildir. Onları kalplerini kesinlikle etkiler ve onlar ile Allah arasında perde oluştururlar. Bu bağlamda diğer insanlarla farklı değildirler. Özetle bunlar Allaha yaklaşıp Allahın huzurunda nimetlerden yararlanabilmeleri noktasında kalplerinin üzerine arız olmuş olan hastalıklardan temiz kılınmış olmaları gerekir. Bu hastalıkları giderebilecek tek şey Allahın affı ve mağfiretidir. “Allah u Teâlâ insanları haşir edecek ve o esnada ateş yaratır. Onlara ateşe girin düsturunu verir. Onlardan ateşe girenler cennete girecek. Onlardan bu düstura muhalefet eder ateşe girmeyenler de cehenneme gireceklerdir” şeklindeki rivayet bu anlamda olduğu ihtimali uzak değildir. Yani buradaki ateşten maksat o perdeleri kaldırmak ve o hastalıkları tedavi etmektir.[16] [17]
[1] Sözsel değil (amellerinizle) insanlar için davetçi olunuz. (MECLİSİ, “biharu’l-envar” c. 5, s. 198; c. 27, s. 309).
[2] Buruc, 85.
[3] Bakare, 62.
[4] İlgili indeks: “şia ve behişt”, soru 248 (saytŞ 283).
[5] Ali İmran, 81-91.
[6] Nisa, 97-99.
[7] “Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz”, (isra,15). Elbette dikkat edilmesi gereken nokta şudur: peygamber göndermekten maksat peygamberlik hükmü çıkarmakla kalmıyor. Vusul ve ulaşma gerçekleşmesi gerekir hüccetin tamamlanması için. Yani peygamber hükmü sudur olduktan sonra bu hüküm muhatap olan kimselere vusul ve ulaşması gerçekleşmemişse hüccet tamamlanmamıştır.
[8] Rum,d 10.
[9] Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir. (ankebut 69).
[10] MECLİSİ, “biharu’l-envar”, c 5, s. 290; c. 6, s. 229; “emali seduk”, s. 269-271.
[11] Vakia, 17.
[12] “Allah işlediklerini biliyor, Allah neye özne olduklarını biliyor”, (MECLİSİ, “biharu’l-envar”, c 5, s. 288-297, bap: 13.
[13] MECLİSİ, “biharu’l-envar”, c. 6, s. 292, hadis no: 14, MECLİSİ, “biharu’l-envar”, c 5, s. 295, hadis no: 22.
[14] Allame Tabatabai bir çok delille dayanarak şunu söylemektedir: araf suresinin 48. Ayetindeki (A’râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı) a’araf’dakilerden maksat mustadaf kimseler değildir. Daha fazla bilgi edinmek için ilgili yere müracaat ediniz.
[15] MECLİSİ, “biharu’l-envar”, c 5, s. 298, bap: 13.
[16] “el,mizan”: tercüme, c. 6, s. 535-536.
[17] Alıntı: sual 323 (sayt:1751), indeks: kasirin ve necat ez cehennem.