Masum imamlar tarafından sunulan ölçüler esasınca, şüpheli rivayetler Kur’an ile karşılaştırılmalı ve aykırılık durumunda onun zahiriyle amel edilmemelidir. Öte taraftan Kur’an’da kadınların akıl ve imanının noksan oluşuyla ilgili hiçbir tümel hükme rastlamamaktayız. Bu nedenle, hadis ilmi ölçülerini göz önünde bulundurarak biz de yukarıdaki rivayeti zahiri anlamıyla kabul edebiliriz. Elbette kesin ve yüzde yüz şekliyle bu rivayetin yalan olduğunu ve İmam Ali’nin (a.s) dilinden çıkmadığını belirtemeyiz. Onu bir şekilde açıklamalı veya tefsirini kendidine bırakmalıyız. Diğer yandan ise, bazen peygamberler ve ilahi velilerin zahirde ipham yaratan bir konuya işaret eden sözler söylediklerini veya davranışlarda bulunduklarını, ama gerçekte bu yerlerde başka şeyleri kastettiklerini gözlemlemekteyiz. Müminlerin önderine (a.s) isnat edilen bu sözün de bunlardan biri olması muhtemeldir. Çünkü bu sözün ilk etapta zihne gelen mana dışında başka bir şekilde açıklanması da imkân dâhilindedir. Her haliyle erkek ve kadın türleri her ne kadar inkâr edilemeyecek bir takım farklılıklar taşısa da, ayet ve rivayetleri incelemeyle ikisinin de insan haysiyetine sahip olduğu ve de ilim ve iman eksenli ilerleme yolunun her iki grup için de açık olduğu açıklığa kavuşmaktadır. Kadın türünü alçak ve hakir olarak tanımlayan düşünce cahiliye düşüncesinden kaynaklanmaktadır ve Kur’an tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir.
Sorduğunuz soru değişik fertler tarafından ve muhtelif tabirlerle dile getirilmiş ve ona uygun yanıtlar verilmiştir.[1] Akıl ve kullanılışları da başka yanıtlarda incelenmiştir.[2] Bununla birlikte, bir defa daha İmam Ali’ye isnat edilen sözlerin bu bölümünü incelemeye alıyoruz. Nihai cevap ancak muhtemelen sorulabilecek başka ferî soruların da incelenmesiyle verilebilir. Bu sorular şunlardan ibarettir:
1. Cevabını vermemiz için eleştiriniz doğru dile getirilmiş midir ve kabul edilir midir?
2. Dinî usul ve ölçüleri tanıma miyarı nedir? Eğer bir rivayeti ölçülere uygun bulmazsak, onu hemen ret mi etmeliyiz yoksa bu tür iphamlı rivayetler için başka bir yöntem de düşünülebilir mi?
3. Nehcü’l-Belağa’nın tüm kelimelerinin Hz. Ali’ye (a.s) isnat edilmesi kesin ve şüphesiz midir?
4. Kadınların konumunu Kur’an açısından nasıl değerlendirmeliyiz ve Kur’an bazı fert ve grupların diğer fert ve gruplara üstün olduğunu kabul ediyor mu?
5. Zahiri manası kastedilmeyen sözlerin peygamberler ve ilahi veliler tarafında ifade edilmesi, ama ilk muhatapların zahiri manayı algılaması ve onların başka bir manasının olabileceğini hiç düşünmemeleri mümkün müdür?!
6. Sorunuzda bulunan kelimeleri İmam Ali’ye (a.s) ait bilmemiz, ama bununla birlikte onun için bir açıklamamızın olması mümkün müdür?
Bu esas uyarınca, yukarıdaki konuları sırasıyla inceleyecek ve en sonda da genel değerlendirmemizi bilgilerinize sunacağız.
1. Biz sizin eleştirinizi kabul ediyoruz ve sorunuzu kâmil kılma noktasında şöyle söylememiz gerekiyor:
1.1. Peygamberler ve veliler de dâhil olmak üzere eğer büyük insanlar hasta oldukları zaman oruçlarını bozarlarsa ve hatta bu hastalık onların vefat etmesine sebep olursa ve artık kazaya bile bir ihtiyaç kalmazsa, bunların tümü onların imanlarının noksan olduğuna delil teşkil eder mi? Allah’ın buyruğuyla aylık adetlerinde namaz ve oruçlarını terk etmek de kadınların imanlarının noksan olmasına neden olur mu? Yolcuların namazının seferî olması, onların imanlarının diğer insanlardan daha eksik olmasına sebep olur mu?
1.2. Eğer bir fert vefat eder ve küçük yaşlı bir kızla birlikte bilgin ve bilge bir baba onun varisi olursa, İslam fıkhı kaidelerine göre bu kız bilgin babasından beş kat fazla miras alır. Bu konu kızın mutlu ve babanın ise bahtsız oluşuna delalet eden bir husus olarak sayılabilir mi?!
1.3. Eğer oğlun babası[3], ortakların birinin diğeri[4] veya bazı yerlerde işçinin işveren[5] için tanıklık ve şahadeti kabul edilmiyorsa, bunun manası bütün bu fertlerin akıllarının noksan oluşu mudur? Veya kafir ve imansız fertlerin bazı durumlarda tanıklıkları kabul edilirse[6], bu onların akıllarının kamil olduğu anlamına mı gelir?!
1.4. Bu rivayette sizin işaret etmediğiniz başka bir noksanlık daha vardır ve o şudur: Bu rivayetin devamında şöyle bir metin yer almaktadır: "لا تطیعوهن فی المعروف حتی لا یطمعن فی المنکر"; yani doğru olmayan isteklere eğilim göstermemeleri için kadınların yerinde ve doğru isteklerini de kabul etmeyin! Eğer bu biz buyruğu tüm kadınlarla ilgili bilirsek, bu Fatıma’nın (a.s) Ali’ye yardımda bulunmak için yardım istemesi ve Fedek hadisesine müspet cevap vermeyen insanların davranışlarını temize çıkarmaz mı?!
Belirtilen nedenlerden hareketle biz bu rivayette bir takım iphamların olduğuna dair sizin eleştirilerinizi kabul ediyor ve bunun hakkında incelemeye koyuluyoruz.
2. Dinsel tutumların isnat edinebileceği en muteber İslamî kaynak Kur’an-ı Kerim ve Peygamber (s.a.a) ile onun Ehli Beyt’inin sözleridir. Hz. Peygamber (s.a.a) bir sözünde Kur’an ve Ehli Beyt’ini “sakaleyn” (iki ağır vezin) olarak adlandırmış ve bu ikisinin birbirinden ayrılmayacağını bildirmiştir.[7]
Kur’an-ı Kerim hakkında Müslümanlar arasında bir şek ve şüphe bulunmamaktadır ve elimizde Kur’an olarak adlandırılan şeyin Allah tarafından nazil ve istinat edilir bir kaynak olduğuna Müslümanların hepsi inanmaktadır. Ama maalesef bir takım siyasal ve mezhepsel amiller, bütün rivayetlerin bu derecede bir itibara sahip olmasına engel olmuştur. Örneğin İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Bizimle aynı inancı paylaşmayan bazı haberciler bizim söylemediğimiz rivayetleri bizden nakletmekte ve bizim yapmadığımız davranışları bizden aktarmaktadırlar. Onların bu işi yaparken insanları bize düşman kılma hedefi gütmektedir.”[8] Doğru rivayetleri uyduruk rivayetlerden ayrıt etmede başvurulacak ölçülerden birisi, onların içeriğini Kur’an-ı Kerim ile karşılaştırmaktır. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Eğer bizden size bir söz nakledilirse, onu Kur’an ile karşılaştırın. Eğer Kur’an’dan onu destekleyen bir veya iki unsur bulursanız, onunla amel edin. Akis takdirde o rivayet hakkında kesin bir görüş belirtmeyin ve açıklamasını bizden sorun.”[9] Bu esas uyarınca, bizim sadece Kur’an ayetlerine aykırı olmayan rivayetleri yüzde yüz ve kesin bir şekilde kabul etmemiz gerekir. Aksi durumda ve rivayetin zahirini Kur’an öğretilerine aykırı bulduğumuz yerde ise onu kesin olarak dışlamamalı ve Ehli Beyt’e isnadını geçersiz bilmemeliyiz; zira böyle bir rivayetin zahiri manasının arkasında bir takım açıklamaların bulunması ve bu açıklamayla söz konusu rivayetin Kur’an ile farklılık arz etmemesi muhtemeldir. Masum imama ulaşmanın ve onun nezdinde iphamımızı bertaraf etmenin mümkün olmadığı bu zamanda böyle rivayetleri dosyalamalı ve de kabul veya reddetme açısından bir yargıda bulunmamalıyız.
3. Bu doğrultuda bilmeliyiz ki her ne kadar Nehcü’l-Belağa’da yer alan metinlerin yaklaşık tümünün İmam Ali’nin (a.s) akıcı beyanı ve tatlı dilinden çıktığını ve sorunuzda belirttiğiniz hususlar gibi müstesna bir takım örnekler dışında bu eşsiz kitabın büyük bölümünün, benzerini Kur’an-ı Kerim’de başka bir dil ile gördüğümüz öğretilerin beyanından ibaret olduğunu iddia etmek mümkünse de, Nehcü’l-Belağa’daki mevcut metinlerin kesinlikle İmam Ali’den (a.s) geldiğini ve onun eleştiri ve inceleme üstü olduğunu söylemeyiz.
4. Kur’an’da erkek ve kadını ontolojik değer ve de Allah ve O’na iman etmeye varma yolu açısından eşit bilen ve bu konuda onların cinsiyetini etkili addetmeyen birçok ayet mevcuttur. Bu ayetlerin bazılarını birlikte okuyalım:
4.1. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”[10]
4.2. “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim…”[11]
4.3. “Mümin olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.”[12] “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”[13]
4.4. İnsan cinsiyetinin manevi faziletleri ve ardınca Allah’ın rızasını kazanma kabiliyetine hiçbir tesirde bulunmadığı konusunu açıkça belirten yukarıdaki ayetlere benzer başka birçok ayet daha mevcuttur.[14]
4.5. Meryem’in (a.s) macerası, Hz. Zekeriya’nın da şaşırmasına yol açan[15] onun mümkün olan en güzel şekilde kutsal insanların konumunda kabul edilmesi ve de Allah’ın değişik merhalelerde onu desteklemesi[16], Allah’a yakınlaşmada cinsiyetin önemli olmadığını yansıtan bir başka göstergedir. Hatta Meryem anne, evladının cinsiyetinin bir ölçüye dek onun manevi ilerleyişini engelleyeceğini düşünüyordu[17], ama Allah bunun aksini ispatladı!
4.6. Yüce Allah’ın tüm müminler için örnek olarak tanıttığı Firavun’un eşinin imanı da bir başka numunedir.[18]
4.7. “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.”[19]
Siz eğer tüm Kur’an’ı okursanız, kadını değeri az ve aklı noksan bir varlık olarak yansıtan bir ayet bile bulamazsanız. Elbette öte taraftan bu iki grup arasında hiçbir farklılığın olmadığını iddia etmek de mümkün değildir. İslam devrimin vefat etmiş önderinin tabiriyle “kadın ve erkek arasında bazı yerlerde kendilerinin insanî konumlarıyla bir irtibatı olmayan bir takım farklılıklar mevcuttur.”[20] Bu doğrultuda Kur’an’da erkeklerin kadınlara bir tür üstünlüğüne işaret eden sayılı ayetler mevcuttur. Bunlardan iki tanesine kısa olarak değiniyoruz:
4.8. Erkeklerin miras hissesini kadınlar grubundan iki kat fazla beyan eden ayet bunlardan biridir. Ayet şudur:
"للذکر مثل حظ الانثیین"[21] “Erkek kadının iki katı miras alır.” Bu ayet hakkında üç nokta göz önünde bulundurulmalıdır:
A. Mirasın Allah tarafından taksim edilmesi ekonomik maslahatlar göz önünde bulundurularak düzenlenmiş, bunun karşısında cihad ve nafaka gibi artı vazife ve yükümlülükler erkeğe yüklenmiş ve böylece yükümlülükler ve ayrıcalıklar arasında bir tür dengenin sağlanması hedeflenmiştir.
B. Birinci kısımda da belirtildiği gibi her zaman erkeklerin kadınlardan çok miras alması diye bir şey söz konusu değildir. Eşit şekilde veya tersinin olduğu ve kadınların mirastan daha çok pay aldıkları yerler de mevcuttur!
C. Her şeyden önemlisi de çok servet sahibi olmanın hiçbir şekilde fertlerin insanî konumunun üstünlüğünü gösteremeyeceğini bilmektir. Böyle bir düşünce Allah tarafından şiddetli bir şekilde kınanmıştır: “Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar!”[22] Bu açıklamalar ile, mirastan çok pay vermek Allah’ın erkek cinsine daha fazla ilgi gösterdiğine delalet etmektedir, diye bir değerlendirmenin yapılamayacağı aydınlanmaktadır.
4.9. Kur’an’da konuyla ilgili başka bir ayet daha mevcuttur ve bazıları bu ayeti Kur’an açısından erkeğin kadından üstün oluşuna bir delil olarak görebilir. Bu ayetin bir bölümü şudur: "الرجال قوامون علی النساء"[23] (Erkekler, kadın üzerine idareci ve hâkimdirler). Şimdi ayeti böyle yorumlamanın doğru olup olmadığı incelenmelidir. Bu hususta aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir:
A. Bu ayet tüm erkeklerin tüm kadınların idareci ve hâkimi olduğuna işaret etmemektedir. Ayetteki “rical” kelimesi kocalar ve “nisa” kelimesi de onların eşleri manasındadır. Bu ayet esasınca herhangi bir erkeği, eşi olmayan kadın veya kadınların idareci ve hâkimi bilmek ve onu söz konusu kadınlardan üstün addetmek mümkün değildir. Bu ayet esasınca, erkekler hatta kendi anne ve kız kardeşlerine karşı bile idareci ve hâkim değildir. Dolayısıyla Allah’ın erkek cinsini kadın cinsine idareci ve hâkim kıldığı hiçbir şekilde söylenemez!
B. Bu nedenle, yukarıdaki ayet Allah tarafından kocanın yükümlülüğüne bırakılan genel ve geniş bir konu olan aile yönetimiyle ilgilidir ve erkeklerin iman ve aklının üstün oluşuyla ilintili değildir. Küçük ve naçiz ölçüde olsa da her ortak işin tek bir yönetimi olması halinde daha iyi bir netice getireceğini biliyoruz. Bu husus aile yönetiminde de gözetilmeli ve bir erkek veya kadın aile dümenini yönlendirmeyi üstlenmelidir. Allah bu işi erkeğin yükümlülüğüne vermiş ve ayetin devamında bu seçimin delili sıfatıyla iki hususu beyan etmiştir:
Birinci Husus: "بما فضّل الله بعضهم علی بعض" Kocanın aileye reislik yapması, Allah’ın insanların kimini kiminden üstün kılması sebebiyledir. Bu meselenin aydınlanması için aşağıdaki örneğe dikkat ediniz:
Eğer bir şahıs hiçbir gerek ve beklenti olmaksızın tüm komşularını misafirliğe davet eder ve herkes için tüm ağırlama unsurlarını hazırlarsa, ama onlardan bazılarına daha fazla bir saygı gösterir ve onlardan bu misafirlik boyunca kendisine yardımda bulunmalarını isterse, diğer misafirler neden ev sahibi bu fertleri bize tercih etti diye bir itiraz hakkı taşırlar mı?! Tüm evrenin Allah’ın olduğunu ve hangi kanunu koymak gerektiğini O’nun daha iyi bildiğini biliyoruz. Başka bir tabirle, hepimiz hayatımızı Allah’a borçluyuz ve O adaletten çıkmaksızın insanların kimini kiminden üstün kılsa bile, itiraz hakkı olmayacaktır. Yüce Allah kocaların aile yönetiminde eşlerinden üstün olmasını istemiştir ve bu konu için hiçbir delil belirtmemiş olsa bile O’nun bu uygun görüşü bizim tarafımızdan kabul edilmelidir! Nitekim O, insanları birçok başka varlıktan üstün kılmış[24] ve insanlar arasından da bazı kavim ve ailelere daha fazla nimet ve hediye bahşetmiştir.[25] Hatta Allah tüm erkekleri bir öçlüde yaratmamıştır; bazılarını peygamberlik makamı için seçerek diğer insanlardan üstün kılmıştır.[26] Enteresan olan, hatta bazı peygamberleri diğer peygamberlere karşı üstün kılmasıdır.[27] Günlük yaşantımızda da bazı insanların zekâ ve yetenek ve bazılarının da rızık ve maişet açısından diğer insanlardan üstün olduğunu gözlemlemekteyiz.[28] Bu üstünlükler yaratılış düzeninin bir cüzü olup Allah’ın adaletiyle çelişmez. Bu nedenle, Kur’an erkek cinsinin akıl, zekâ ve gücünün kadın cinsinden daha fazla olduğunu ve bu yüzden de hâkimiyeti onun üstelenmesi gerektiğini buyursaydı bile, buna şaşırmamalı ve itiraz etmemeliyiz. Yahut mesela neden tüm peygamberler erkekler arasından seçilmiştir diye bir soru zihnimizde meydana gelmemelidir. Çünkü hikmet sahibi olan Allah, kullarının maslahatlarını daha iyi bilmektedir. Kadınlar arasından bir peygamberin seçilmemesi onlar için bir noksanlık sayılamaz. Çünkü her ne kadar kadınlar arasından bir peygamber seçilmemiş olsa da onların içinde Allah’ın peygamberlerini şaşırtan Hz. Meryem (a.s) veya İslam devriminin vefat etmiş önderinin hakkında “o, peygamberlerin tüm özelliklerini taşıyan bir kadındı, erkek olması durumunda peygamber olur ve Allah Resulü’nün yerine otururdu”[29] diye söylediği Hz. Fatıma (a.s) gibi kadınlar da bulunmaktaydı. Şu noktayı da hatırlatmak gerekir: Eğer insanlardan bir grubun diğer kesimlere göre daha az zekâ sahibi olduğu tespit edilse bile[30], Allah’ın adaleti gereği, kıyamet gününde onların hesabı diğer insanlardan daha rahat olacaktır.[31] Böyle bir ayrıcalık her türlü adaletsizlik şayiasını ortadan kaldırmaktadır.
İkinci Husus: Bununla birlikte, Allah kocaların yöneticiliğinin üstün oluşunu iman ve akıl üstünlüğüne dayandırmamış ve bunu şöyle buyurarak açıklamıştır: "و بما انفقوا من اموالهم"; yani kocanın aile yöneticisi olarak seçilmesi, yaşam harcamalarının da onun yükümlülüğüne bırakılması sebebiyledir. Bu hak ve ayrıcalık, onun yükümlülüğüne bırakılan ağır görev doğrultusundadır ve sadece bu sebepten ötürü aklî yüce mertebelere de sahip olan imanlı ve arif bir kadının kendisinden mertebelerce daha alt derecede yer alan bir erkeğin yöneticiliği altına girmesi mümkün hale gelmektedir. Bu konu kadının yüce insanî makamına hiçbir halel getirmez. Tıpkı Firavun’un imanlı eşinin cennette ve kendisinin ise cehennemde oluşu gibi.[32] Bu esas uyarınca ve Kur’an-ı Kerim ayetlerine dikkat etmeyle şu neticeye almaktayız: Her ne kadar Allah’ın buyruklarında bir takım maslahatlar gereğince erkekler için bazı ayrıcalıklar gözetilmişse de erkeklerin iman ve aklının kadınlardan üstün olduğuna hiçbir işaret edilmemiştir.
5.1. Büyük tevhid davetçisi Hz. İbrahim (a.s), putperestlerin şehir dışındaki kutlamasına çağrıldığı zaman hasta olduğunu belirterek onların davetini kabul etmedi ve şehirde yalnız başına kaldı.[33] Sonra putların yanına giderek büyüğü hariç hepsini kırdı. Müşrikler onu itham edince de büyük put bu işi yaptı dedi![34] Oysaki biz Hz. İbrahim’in hasta olmadığını ve büyük putun böyle bir şey yapmaya yeltenemeyeceğini biliyoruz!
5.2. Padişahın bardağını kardeşlerinin eşyaları arasına Hz. Yusuf’un (a.s) bizzat kendisi koydu ve hal böyleyken onları hırsız olarak adlandırdı.[35] Oysaki onların en az bu özel hususta hırsızlık yapmadığı apaçıktı. Elbette bu iki peygamber tarafından bu tür konuların beyan edilmesi yalan olarak görülse de, onların sözlerini bir şekilde açıklayan ve onlarda saklı gerçeği açığa çıkaran rivayetler mevcuttur[36]. Mesela şöyle açıklanmaktadır: Hz. Yusuf’un kardeşlerini hırsız olarak adlandırması, bardağı çalmadan dolayı değildir, onu babasından çalıp kaçırmaları ve kuyuya atmalarıdır.[37]
5.3. Hz. Musa (a.s), bir müddet Hızır adında Allah’ın velilerinden biriyle yoldaş oldu. Yoldaşlık boyunca Hızır (a.s), Hz. Musa’nın bile itirazına yol açan zahirde kötü bir takım işlere teşebbüs etti. Ama en sonda davranışlarının delillerini ona açıkladı. Örneğin bazı şahıslar o ikisine sevgi besleyip onları gemilerine bindirirler. Bir müddet sonra Hızır (a.s) geminin tüm kısımlarına zarar vermeye başlar! Musa (a.s) itiraz eder ve onun davranışını çirkin olarak niteler! Ama bir müddet sonra zalim bir yöneticicin onların gemisine el koyma peşinde olduğu, geminin tamamıyla sağlam ve kusursuz kalması halinde söz konusu zalim şahıs tarafından gasp edileceği ve onun üzerinde çalışarak rızıklarını temin eden az gelirli gemi sahiplerinin varlıklarını kaybedecekleri malum oldu. Ama Hızır’ın (a.s) aldığı tedbirle onlar bu tehlikeden kurtuldu.[38] Rivayetlerde de imamların (a.s), mütekebbir şahısları görünüşte düzeysiz olan işlere yönelterek kendilerini tahkir ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu gibi yerlerde “dokuyucu” gibi zahirde düzeysiz bir işi yansıtan bir kavram kullanılmaktaydı.[39] Ama gerçekte “yalan dokuyan” gibi başka bir mana kastedilmekteydi; o işi tahkir etme hedefi güdülmemekteydi.[40] Belirtilenlerden hareketle, Allah’ın velilerinin tüm söz ve davranışlarını sadece zahiri olarak yorumlamamalıyız.
6. Bu özel metnin Müminlerin Önderine (a.s) isnadını öğrenmek için kendisinin başka yerlerde kadınlara yönelik hangi tutumları sergilemiş olduğuna bakmak gereklilik arz etmektedir. Hz. Ali’nin (a.s) kadınlar hakkındaki üç farklı beyanını aktarıyoruz:
6.1. Kendisi, Fatıma (a.s) ile vedalaşırken Peygambere (a.s) hitaben şöyle dedi:
Seçilmiş kızından uzakta kalmaya sabır edemiyorum! Geçmişteki sevincimi bu gam ile kaybettim! … Ben de size katılıncaya dek üzüntüm hiçbir zaman bitmeyecek ve gözlerim gecelerde uyku görmeyecektir… .[41]
6.2. Duyduğuma göre bir düşman Müslüman bir hanım ve Müslümanların himayesinde olan gayri Müslim bir hanıma saldırmış, onların ziynet eşyalarını gasp etmiş ve onlar da kendilerini savunamamıştır… İmanlı bir fert bu haberi duymayla kederden canını kaybederse yerilmez…![42]
6.3. Size sövseler ve liderlerinize hakaret etseler bile kadınlara eza ve cefada bulunmayın; zira onlar bedensel ve ruhsal açıdan zayıftırlar (ve akılları hislerine tabi olmaktadır)… .[43]
O yüce İmamın tüm kadınları bir seviyede tutmadığı ve tümünün akıl ve imanlarının eksik olduğuna dair genel bir hüküm vermediği apaçıktır. O, Fatıma (a.s) gibi birisi için hüngür hüngür ağlamakta, Müslüman olmamasına rağmen zulme maruz kalan bir diğeri için içten üzülmekte ve bir başka yerde de kendi yönetiminde olan bireyleri akıllarını kenara koyan ve hislerine tabi olan kadınlara yönelik toleranslı ve müsamahalı olmaya davet etmektedir! O yüce şahsiyetin bir konuşmasında dinî vazifelerini yerine getiren iman ve akıl sahibi kadınları Allah’ın temsilcileri kategorisinden saydığını[44] gözlemlediğimizde, artık onun Allah’ın temsilcisi olan kadınları iman ve akıl zayıflığıyla itham ettiğine inanamayız. Bu nedenle, ya bu sözlerin ondan çıktığını tekzip etmeli ya da onun için bir başka mana göz önünde bulundurmalı ve bu sözlerin söylenmesinin nedenlerini aramalıyız. Öne sürülebilecek açıklamalardan birisi de şudur: Hz. Ali (a.s) kendi hilafet döneminin başında bir takım bireylerin hazırladığı tehlikeli bir komplo ile yüz yüze gelmiş ve onlar Peygamberin (a.s) eşlerinden birinden istifade ederek Müslümanlar arasında dâhili savaşların ateşini tutuşturmuştu.[45] Her ne kadar o komplonun liderleri Cemel savaşında öldürüldüyse de fırsat kollayan bireylerin böyle kadınlardan “müminlerin annesi” sıfatıyla yeniden yararlanma olasılığı mevcuttu ve o dönem Araplarının kadınların isteklerine uymayı kendileri için bir tür zillet ve alçaltı bilmesine binaen, Hz. Ali’nin de (a.s) onların mantıklarından istifade ederek gelecekte böyle bir sorunun ortaya çıkmasını engellemek hedefiyle zahiri manasını kastetmeksizin bazı sözler söylemiş olması muhtemeldir. Nitekim Hz. İbrahim de putların kırılmasını büyük puta isnat etmişti; oysaki böyle bir şeyin vuku bulmasını kendisi de mümkün bilmiyordu! İmam Ali de sözlerinin başında "ان النساء نواقص الایمان...!" “kadınların imanı nakıstır” diye belirtmektedir. Bu cümle her ne kadar genel olarak beyan edilmişse ve zahiri olarak tüm kadınların imanının eksik olduğunu bildirse de, bu ihtimal النساء kelimsindeki elif ve lam harflerini istiğrak elif ve lamı olarak bilmemiz durumunda geçerlidir. Ama Arap edebiyatında elif ve lam harflerinin huzur ahdi ve zihin ahdi gibi değişik manalarının olduğunu da göz önünde bulundurursak, yukarıdaki metni başka bir şekilde de tercüme edebiliriz. Şöyle ki; “hepimiz tarafından tanınan ve bu savaşın kendilerinden istifade edilerek çıkartıldığı söz konusu kadınların iman ve bilgisi noksandır!” İmam Ali (a.s) söz konusu bireyleri açıkça muhatap almak istemiyordu ve bunu yapacak gücü de yoktu. Bu nedenle genel bir söz kullanmış, ama belirli bireyleri kastetmiştir. Belirtildiği gibi, böyle ipham ve muğlâklıklar geçmiş peygamberlerin bazı davranış ve hareketlerinde de gözlemlenmektedir. Elbette her birisinin kendine has delili mevcuttur. Bu doğrultuda, iman noksanlığı müminin bazı vazifeleri normal halde yerine getirme imkânının olmaması ve akıl noksanlığı da özel durumlarda hislerin akla üstün gelmesi olarak yorumlanabilir. Hisse ve pay noksanlığı da onların bazı durumlarda daha az miras almalarıyla ilgili gerçekliğe işaret olabilir. Daha önceden açıklandığı gibi, bu durumların hiçbiri gerçek noksanlık değildir. Hakeza kadınlara da has değildir ve erkekler de böyle noksanlıklara maruz kalmaktadırlar. Son olarak bizim sorumuz şudur: Eğer Hz. İbrahim (a.s), her ikisi de peygamber olan iki evladına rağmen Allah’tan kız evladı isteyince[46] veya Peygamberimizin (s.a.a) özelliklerinden birisi onun “eba benat” yani kızların babası olarak adlandırılmış olmasıysa[47], bu Hz. İbrahim’in (a.s) akıl ve imanı noksan bir evlat istediğine veya Hz. Peygamberin (s.a.a) evlatlarının tümünün bu menfi özelliğe sahip olduğuna mı delalet eder?! Kesinlikle böyle değildir. Aksi takdirde Kur’an, kız evlat sahibi olmaktan dolayı üzülen cahiliye devri müşriklerini kınamazdı.[48] Çünkü her insanın aklı ve imanı eksik olan evlatlara sahip olmaktan dolayı üzüntü duyması doğaldır! Belirtilen hususların neticesine ulaşmak için kısa cevabı yeniden okumanız yerinde olacaktır.
[1] Numune olarak, 5390 (Site: 5623) ve 1259 (Site: 1451) sayılı sorulara bakınız.
[2] 2264 (Site: 2400) ve 1705 (Site: 1902) sayılı sorulara bakınız.
[3] Hür Amıli, Vesailü’ş-Şia, c. 27, s. 369, h. 33968, Müessese-i Âlu’l-Beyt, Kum, 1409 h.k.
[4] a.g.e., h. 33969.
[5] a.g.e., s. 372, h. 33975 ve 33976.
[6] a.g.e., s. 390, rivayat-ı münderic der bab-ı 40.
[7] a.g.e., s. 33, h. 33144. Bu hadis, Ehli Sünnete mensup raviler tarafından da kabul edilmektedir.
[8] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 44, s. 68, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404 h.k.
[9] Hür Amıli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailü’ş-Şia, c. 27, s. 112, h. 33351.
[10] Hucurat, 13 (یا ایّها الناس انّا خلقناکم من ذکر و انثی و جعلناکم ...)
[11]Âli İmran, 195 (فاستجاب لهم ربهم أنی لا أضیع عمل عامل منکم من ذکر أو أنثی)
[12] Nisa, 124 (و من یعمل من الصالحات من ذکر أو أنثی و هو مؤمن ...)
[13] Nahl, 97 (من عمل صالحاً من ذکر أو أنثی و هو مؤمن فلنحیینه حیاة طیبة)
[14] Ğafır, 40; Ahzab, 35, 58 ve 73; Tövbe 71 ve 72; Muhammed, 19; Fetih, 5; Hadid, 12 ve …
[15] Âli İmran, 37 (فتقبلها ربها بقبول حسن و انبتها نباتا حسنا)
[16] Meryem 16 – 29.
[17] Âli İmran, 36 36(فلما وضعتها قالت رب انی وضعتها أنثی...)
[18] Tahrim, 11(و ضرب الله مثلاً للذین آمنوا امرأت فرعون....)
[19] Şura, 49 (یهب لمن یشاء اناثا و یهب لمن یشاء الذکور)
[20] Sahife-i İmam, c. 4, s. 364.
[21] Nisa, 11 ve 176.
[22]Müminun, 55 – 56. (أ یحسبون أنما نمدهم به من مال و بنین نسارع لهم فی الخیرات بل لا یشعرون)
[23] Nisa, 34.
[24] İsra, 17 (و فضلناهم علی کثیر ممن خلقنا تفضیلاً)
[25] Casiye, 16; Âliİmran, 33.
[26] Enam, 86 - 83 (... و کلّاً فضّلنا علی العالمین)
[27] Bakara, 253 (و تلک الرسل فضلنا بعضهم علی بعض)
[28] Nahl, 71 (و الله فضل بعضکم علی بعض فی الرزق)
[29] Sahife-i İmam, c. 7, s. 337.
[30] Nitekim bazıları beyaz ırkın zeka derecesinin diğer ırklardan daha fazla olduğunu iddia etmektedir.
[31] Kuleyni, Muhammed Yakub, Kafi, c. 1, s. 11, rivayet. 7, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.
[32] Bkz: Tahrim, 11 (ضرب الله مثلا للذین آمنوا امرات فرعون)
[33] Saffat, 89 – 90 (فقال إنی سقیم فتولوا عنه مدبرین)
[34] Enbiya, 57 – 63 (... قال بل فعله کبیرهم هذا ...)
[35] Yusuf, 70 (...أیّتها العیر إنکم لسارقون)
[36] Hür Amıli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailü’ş-Şia, c. 12, s. 253, rivayet. 16232.
[37] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 11, s. 76, rivayet. 4.
[38] Kehf, 65 - 82 (... حتی إذا رکبا فی السفینة خرقها ....اما السفینة فکانت لمساکین ....)
[39] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 32, s. 86 (یا ابن الحائک!)
[40] Kuleyni, Muhammed . Yakub, Kafi, c. 2, s. 340, rivayet. 10 (... ذاک الذی یحوک الکذب...)
[41] Nehcü’l-Belağa, s. 319, hutbe. 202, İntişaratü’l-Dari’l-Hicret, Kum, Bi ta.
[42] a.g.e., s. 69 70, hutbe, 27.
[43] a.g.e., s. 373, name. 14.
[44] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 5, s. 324, rivayet. 5 (فتلک عامل من عمال الله)
[45] Bu hususta 4523 (Site: 5128) sayılı cevaba müracaat ediniz.
[46] Hür Amıli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailü’ş-Şia, c. 21, s. 361, h. 27303.
[47] a.g.e., s. 361, h. 27304.
[48] Zuhruf, 17, Nahl, 58 59 (و إذا بشر أحدهم بالأنثی ظل وجهه مسودا و هو کظیم. یتواری من القوم ....)