Dinin siyasetten ayrı olduğu görüşü, insanın değişik hayat alanlarında dinin rolünü silme ve minimum dereceye indirmeyi savunur. Bu görüş esasınca insan akıl ve bilim aracılığıyla kültür, siyaset, hukuk, ekonomi, iletişim, adap ve birlikte yaşam kanunlarını öğrenip yasalaştırabilir ve hayatı idare etmede dinin müdahale etmesine bir gerek yoktur. Bu düşüncenin egemenlik kurmasının kökeni ortaçağ ve ondan sonra tahrif edilmiş Hıristiyanlığın yetersizliğine, kilise ehlinin istibdat ve zorba hâkimiyetine ve İncil öğretilerindeki akıl-bilim çatışmasına dayandırılabilir. İslam dünyasında dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesi üç grup tarafından dile getirilmiştir:
1. Hilafet konusunu saltanata dönüştürmek isteyen zalim yöneticiler
2. Yabancı sömürgeciler
3. Hasta aydınlanma akımı
Dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesini savunanlara verilen cevaplarda detaylı ve makul deliller dile getirilmiştir. Biz burada sadece iki önemli yöntemi belirtmekle yetineceğiz:
1. Meseleleri İslami metin ve kaynaklara döndürmek.
2. Hz Peygamber (s.a.a) ve masum imamların (a.s) yaşam tarzı ve yöntemi.
Bu konulara dikkat edildiği takdirde İslam bağlamında dinin siyasetten ayrı olmasının hiçbir şekilde doğru olmadığı aydınlığa kavuşacaktır; zira İslami ilim ve öğretilerin büyük bölümü siyasal ve toplumsal meseleleri de kapsamaktadır. Aynı şekilde dini siyasetten ayırma düşüncesini savunanlar karşısında nasıl delil getirilebileceğini öğrenmek için ayrıntılı cevapta bu düşünceyi savunanların önemli bir delilini eleştiriye tabi tutacağız.
Yanıtın açıklığa kavuşması için ilkönce dinin siyasetten ayrı oluşu görüşünün kökenlerini açıklayacak ve ardından da İslam dininin siyasetten ayrı olmadığını beyan edeceğiz:
Dinin siyasetten ayrı olduğu görüşü (Sekülerizm) siyaset, devlet, bilim ve ahlak gibi insan hayatının değişik alanlarında dinin rolünü silmeyi veya ona itina etmemeyi ve onun etkisini minimum dereceye indirmeyi savunan ve bu düşünceyi yayan kimselerin eğilim ve görüşüdür. Bu düşünce esasınca insan akıl ve tecrübi bilgi ile tabiatı tanımada başarılı olduğu gibi kültür, siyaset, hukuk, ekonomi, iletişim, edep ve insanlar arasındaki ilişkileri öğrenebilir ve netice itibariyle kendi maddi ve manevi hayatıyla ilgili olan kanunları keşif ve icat edebilir. Bundan böyle artık dinin insan hayatını yönlendirmedeki müdahalesine bir gerek kalmayacaktır. Oxford sözlüğü sekülerizmi şöyle tanımlamaktadır: “Sekülerizm; kanunlar, eğitim ve öğretimin dine dayalı değil, bilimin gerçeklerine dayalı olması gerektiğine inanmaktır.” Dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesinin asıl kaynağı batıdır. Ortaçağda ve ardından bir takım etkenlerin bir araya gelmesiyle bu düşünce batı kültürüne egemen oldu. Bir taraftan kilise ehlinin istibdat ve zorbalık egemenliğinin yanında yetersiz ve mantıksız kavramlar ile tahrif olmuş bir Hıristiyanlık ve öte taraftan da İncil öğretilerindeki akıl -bilim çatışması, din ile modernizmin arasında açık bir çelişkinin meydana gelmesine neden oldu. Bu çelişki en sonda bilim ile din alanlarının birbirinden ayrılması ve neticede bilimin söz söylediği bütün alanlarda dinin kenara çekilmesine neden oldu. İslam dünyasında dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesi üç grup tarafından dile getirilmiştir: İlkönce bu düşünce hilafet konusunu saltanata dönüştürmek isteyen İslam’ın ilk dönemindeki zorba yöneticiler tarafından dile getirilmiştir. Örneğin Muaviye Hicri 40. yılda hilafete ulaştığında Irak’a geldi ve şöyle dedi: “Ben sizin ile namaz ve oruç için savaşmıyorum, ben sadece sizi yönetmek istedim ve bu hedefime ulaştım.”[1] Bundan sonra İslam toplumunda devlet dinsel yönden çıkmış ve saltanata dönüşmüştür. Zorba sultanlar her dönemde din âlimleri ile mücadele etmek için her zaman siyasetin dinden ayrı olduğu ve âlimlerin makamının siyasete müdahale etmekten daha üstün olduğunu ileri sürmüşlerdir.[2] İkinci grup yabancı sömürgecilerdir. Sömürgecilerin İslam ülkelerinden aldıkları en büyük darbeler dini öğretiler ve din âlimleri tarafındandı. Bunun için sömürgeciler tarafından İslam ülkeleri için hazırlanan programda her zaman dinin siyasetten ayrı olduğu kültürü yayılmaktaydı.[3]Üçüncü grup ise hasta aydınlanma akımına mensuptur. Bu akımı batıda okumuş kimseler meydana getirmiş ve batı atmosferinde gerçekleşmiş din-siyaset ayrışmasını İslam dünyasına uyarlamak istemişlerdir. Oysaki onlar İslam’ın Hıristiyanlıktan farklı olduğundan gaflet etmişlerdir. İkincisi, ortaçağda batıda Hıristiyanlık adıyla ortada olan şey gerçek Hıristiyanlık değildi. Üçüncüsü, İslam âlimleri asla zorba ve despot bir hâkimiyet sürmemişlerdi ve asla bilim ile çatışmamışlardı. Gücün İslam âlimlerinin elinde bulunduğu her dönem bilimin geliştiği ve ilerlediği bir dönem olarak meşhur olmuştur. Özetle dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesini savunanlara verilen cevaplarda detaylı ve makul kanıtlardan yararlanılmıştır ve onların tümüne bu makalede değinmek olanaksızdır. Bundan dolayı biz genel olarak bu düşünceyi savunanlara karşı koymak için iki önemli yönteme değineceğiz:
1. Önermeleri ve İslami metin ve kaynaklarını referans göstermek.
2. Hz Peygamber (s.a.a) ve masum imamların (a.s) hayat tarzı ve yöntemlerini belirtmek.
İslam dininde birçok toplumsal hüküm ve dinsel siyasi buyruğun bulunmasından yola çıkarak bu kutsal dinin asıl hedefleri tanınabilir. İmam Humeyni (r.a) bu hususta şöyle demektedir: “İslam, siyasetin taşıdığı tüm boyutlar itibariyle siyaset dinidir. Bu hususta İslam’ın devletsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik hükümleri üzerinde düşünen herkes, meseleyi anlar. O halde dinin siyasetten ayrı olduğu sanısına kapılan herkes, ne dini ve ne de siyaseti tanımıştır.”[4] İslam kanunları ve Kur’an ayetlerini gözden geçirmeyle, İslam’ın kapsamlı ve insan hayatının tüm yönlerini (bireysel, toplumsal, dünyevi, uhrevi, maddi ve manevi) içerdiği aydınlığa kavuşur. İslam, insanları ibadet ve tevhide davet ettiği ve bireysel tekâmül ile ilgili ahlaki buyruklara sahip olduğu gibi devletsel, siyasal, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve uluslararası ilişkiler alanlarında da toplumu doğru bir şekilde idare etmekle ilgili hüküm ve buyruklar taşır. Aynı şekilde yargı, hukuk, toplum ilişkileri, ekonomik ve terbiyesel meseleler ile ilgili hükümler taşır. Böyle hüküm ve buyrukları icra etmek ve uygulamanın pratik güç olmaksızın mümkün olmayacağı apaçıktır. Doğru manasıyla dini devlet, toplumu ilahi kanunlar esasınca idare eder, insanların kemale ermesi ve halk için üstün ve liyakatli bir toplum oluşturmak gayesiyle ve toplumsal ahlaki bozgunculukla mücadele etmek hedefiyle ilerleme altyapısını, kabiliyetleri ve imkânları hazırlar. Kur’an-ı Kerim ilahi erleri nitelerken şöyle buyurmaktadır: Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.[5] Hz. Peygamberin (s.a.a) yaşam tarzı ve yöntemi dinin siyasetten ayrı olmadığını göstermektedir; zira bizzat Hz. Peygamber (s.a.a) devlet teşkil ederek devletin yürütme ve yargı sorumluluğunu üstlenmiştir. Müminlerin Önderi Ali (a.s) da adalet ve ilahi buyrukları uygulama esasınca bir devlet teşkil etmiştir. İmam Hasan’ın (a.s) kısa hâkimiyeti, İmam Hüseyin’in (a.s) kanlı kıyamı ve diğer imamlar tarafından zamanın hükümetlerinin meşru olarak tanınmaması tümüyle devlet kurmanın İslam dininin zorunluluklarından olduğu gerçeğini ifade etmektedir. Bu hususta birçok ayet mevcuttur:
1. Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resullerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.[6]
2. Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[7]
3. Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.[8]
4. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?[9]
5. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.[10]
Yanı sıra kitap, mizan, demir, faydaları, adalete tanıklık etmek, tağuttan uzak durmak, Allah ve mustazaflar yolunda savaşmak, mahrumları kurtarmak ve Allah yolunda hicret etmekten söz eden başka birçok ayet mevcuttur. Elbette bu ayetlerin her birini yorumlamak, tefsir etmek, peygamber ve ilahi önderler vesilesiyle ile devlet kurmanın zorunluluğunun nasıl ispat edildiği hususu, bu yazıya sığmayacak uzun konulara değinmeyi gerektirir. Burada sadece devlet kurmak ve dinin siyaset ile irtibatıyla ilgili olan siyasal düşüncelerin en önemli temellerine işaret edilecektir:
1. Allah, peygamber ve özel veliler için maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi tüm boyutlarıyla velayet hâkimiyeti ve liderliğinin ispatlanması (Maide 55, Yusuf 40, Maide 42 ve 43).
2. Hz. Peygamber (s.a.a), imam ve onlar tarafından atanmış kimseler için imamet ve siyasal-toplumsal önderliğin ispat edilmesi (Nisa 58 ve 59, Maide 67).
3. Hz. Davut (a.s) ve Hz. Süleyman (a.s) gibi bazı geçmiş peygamberler için yeryüzünde hâkimiyet ve hilafetin ispat edilmesi (Sad 20 ve 26, Neml 26 ve 27, Nisa 54).
4. Kur’an, halk arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik yapmayı ve meseleyi halletmeyi ilahi peygamberlerin görevlerinden bilmiştir (Nisa 58 ve 65, Maide 42, Enbiya 78, En’am 89).
5. Şura ve işleri toplu şekilde yapmaya çağırmak (Şura 38 ve A’li İmran 159).
6. Bozgunculuk ve haksızlıklar ile mücadele etmek, zulmü kaldırmak ve adaleti tesis etmek iman ehlinin asıl görevlerinden sayılır (Bakara 279, Hud 113, Nisa 58, Nahl 90, Sad 28 ve Hac 41).
7. İnsanların haklarına saygı göstermek ve insanı onurlandırmak ilahi dinlerin siyasetinin usullerindendir (İsra 70, A’li İmran 19 ve Nisa 32).
8. Tağutlar, müstekbirler ve zorbalar ile cihat ve mücadele etmek ve savunma imkânlarını hazırlama emri (Bakara 218, Tahrim 9, Nisa 75, Enfal 60 ve A’raf 56).
9. İzzet ve üstünlüğü Allah ve iman ehline özgü bilmek ve her türlü egemenliği ve zilleti reddetmek (Münafikun 8, Muhammed 35, Hud 113, A’li İmran 146 ve 149).
10. Hâkim, vali ve halk arasındaki karşılıklı hakların açıklanması ve belirlenmesi (Nehcü’l-Belağa, hutbe. 216 s. 335 ve 336).
11. Talut ve Zülkarneyn gibi bazı salih ve adil hâkimler için hakimiyetin ispat edilmesi (Bakara 246, 247, Kehf 83 - 98).
12. Müslümanların önderine ve İslam devletine toplumun maslahatlarını gözeterek kullanması için önemli ve geniş mali hakların verilmesi (Usul-i Kâfi, babı siletu’l İmam ve babı feylve’lenfal ve tefsiru’lhums).
Belirtilen hususlardan anlaşıldığı kadarıyla İslam’da dinin siyasetten ayrı olması hiçbir şekilde doğru değildir ve İslam öğreti ve ilimlerinin büyük bölümü siyasi ve toplumsal konuları içerir. Hz. İmam’ın (r.a) tabiri ile yaklaşık elli yedi ve elli sekiz fıkıh kitabı arasından sadece bu kitapların yedi veya sekiz tanesi salt ibadetsel meselelerle ilgilidir ve onların geri kalanı siyasal, toplumsal, hukuksal ve temel ilişkiler alanındadır. Son olarak dinin siyasetten ayrı olduğu görüşünü savunanlar karşısında nasıl delil getirilmesi ile ilgili olarak kısa olarak bu düşünceyi savunanların önemli bir argümanını eleştiriye tabi tutuyoruz. Dinin siyasetten ayrı olduğu görüşünü savunanlardan biri olan Ali Abdü’r Rezzak “قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَكيل”[11] ve “إِنْ عَلَيْكَ إِلاَّ الْبَلاغ”[12] Kur’an ayetlerine dayanarak Kur’an’ın dinsel mesuliyet dışındaki diğer görevleri peygamberin yükümlülüğünden kaldırdığını iddia etmiştir.[13] Mühendis Bazargen’da Kur’an ayetlerinden böyle bir okuma yapıştır.[14]
Bu görüşün bu kutsal kitaba yüzeysel bakmaktan kaynaklandığını söylemek gerekir. Bu ayetler, Hz. Peygamberin (s.a.a) sorumluluk ve uyarma alanındaki görevini gerçek şekilde sınırlamamaktadır ve dolayısıyla Hz. Peygamberin (s.a.a) diğer makam ve konumlarıyla bir çelişki arz etmemektedir. Bizim bu sözümüz Hz. Peygamber (s.a.a) için yargıçlık ve hâkimiyet makamını ispat eden diğer ayetlerdeki karinelerle iyice anlaşılmaktadır. Bu hususa özel bir şekilde değinen birçok ayet mevcuttur. Özet ile değinmek için sadece bir ayete işaret ediyoruz: “النَّبِيُّ أَوْلى بِالْمُؤْمِنينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ وَ ..”[15]. Bu ayet müminlerin işlerinde tasarruf bulunmada Hz. Peygamberin (s.a.a) daha üstün bir yeri olduğunu belirtmektedir. Kesinlikle bu öncelik, Hz. Peygamberin (s.a.a) nübüvvet makamından ayrı bir şeyde tasarrufta bulunmasıdır. İmam Bakır’dan (a.s) nakledildiği üzere kendisi belirtilen ayetin tefsiri hakkında şöyle buyurmuştur: Bu ayet emirlik ve hâkimiyet hakkında nazil olmuştur.[16] Kur’an’ın bazı ayetlerinde peygamberlerin toplumda adaleti tesis etmekle görevlendirildikleri belirtilmiştir: “Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resullerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”[17] Toplumu ıslah etmeden ve devlet teşkilatına hâkim olmadan adaleti sağlamak mümkün müdür? Aynı şekilde yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin birinde peygamberlerin gönderilmesindeki hedefi şöyle beyan etmektedir: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.”[18] Bu ayette halk arasındaki ihtilafın giderilmesi meselesi, peygamberlerin gönderilme hedefi olarak belirtilmiştir. Eğer insanlar arasındaki ihtilaf tabii ve kesin bir husus ise, ihtilafların giderilmesi toplumda düzeni sağlamak için ve kaostan uzak durulması için zorunlu bir iştir. Salt vaaz vermek, nasihat etmek ve öğüt vermek toplumsal sorunları halledemez. Şeriat sahibi her peygamber geldiğinde halkı müjdelemesi ve uyarmasına ek olarak hâkimiyet konusunu da dile getirmiştir. Yüce Allah bu ayette peygamberlerin öğretiyle veya müjdelemek ve uyarmak ile toplumdaki ihtilafı gidereceklerini buyurmamaktadır; aksine “hüküm” vesilesi ile ihtilafları çözeceklerini buyurmaktadır. Zira ihtilafları çözmek icra güvencesi olan hüküm ve hükümet olmaksızın mümkün değildir. Bundan dolayı insanlar için bir şeriatın mesajını getiren her mektep, kesinlikle bireysel ve toplumsal hükümleri de kendisiyle birlikte getirmiştir. Bu hükümler ancak uygulanması durumunda faydalı ve işlevsel olacaktır. İlahi kanun ve hükümleri uygulamak da zorunlu olarak bunların güvencesi olan devlete ihtiyaç duyar. Aksi taktirde dinsel hükümler uygulanmayacaktır veya herkes uygulamaya kalkışacak ve durumunda da kaos çıkacaktır. Salt kanunun varlığı toplumda bir tesir oluşturmaz. Ancak gayb ile irtibatlı güçlü bir şahsın onu öğretmek, korumak ve uygulamak ile yükümlü olması durumunda bu gerçekleşebilir.
Soru: Eğer siyasal önderlik ve devlet kurmak nübüvvetin görevlerinin bir bölümü ise neden bazı peygamberler devlet kurmamışlardır?
Yanıt: Burada birkaç ihtimal mevcuttur: Birincisi, devlet kurmak özel şartlarda bir peygamber için mümkün olmayabilir; örneğin Allah Resulü (s.a.a) peygamberliğinin ilk yıllarında devletsel işleri yerine getirmek durumunda değildi. İkincisi, Toplumu yönetme görevinin kendi yükümlülüğünde bulunduğu büyük bir peygamberin zamanında, başka peygamberlerin onun görev kapsamı alanında bulunmaları ve onların salt dini hükümleri tebliğ etme konumu taşımaları ve de ayrı ve bağımsız bir devlet kurma haklarının olmaması durumu geçerli olabilir. Nübüvveti, Hz. İbrahim Halil’in (a.s) nübüvvet çatısı altında bulunan Hz. Lut (a.s) bu kabildendir. Kur’an şöyle buyuruyor: Bunun üzerine Lût, ona (İbrahim’e) iman etti. İbrahim, “Ben, Rabbime (gitmemi emrettiği yere) hicret edeceğim. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.[19] Bunun herhangi bir mahsuru yoktur; zira böyle şahısların nübüvveti, kendi görev bölgesinin yöneticisi olan büyük peygamberin geniş nübüvvetinin bir parçasıdır. Kur’an-ı Kerim açıkça Hz. İbrahim’in (a.s) Allah tarafından toplumun imamet ve önderliğine atandığını beyan etmiştir: Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.[20]
Bundan dolayı hiçbir nübüvvet hâkimiyetten yoksun değildir; bu bağımsız bir şekilde veya bağımlı bir şekilde olabilir. Zira belirtilen örnekte Hz. Lut (a.s) Hz İbrahim’in (a.s) hâkimiyeti altında kendinin ve başkalarının siyasal ve toplumsal hayatını kendine özel ortamda idare etmekteydi. Bu yüzden peygamberlerin siyasal ve toplumsal sahnedeki varlık ve yöneticilikleri Kur’an-ı Kerim’de cüzi bir şekilde belirtilmiştir: Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.[21] Hz. Nuh (a.s), Hz. İsa (a.s) ve başka peygamberler hakkında hükümet ve siyaset bağlamında Kur’an-ı Kerim’de bir şeyin belirtilmemiş olması, devletin gereksizliğine delalet etmez. Bu, “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık”[22] kabilindendir. Yani insanlık tarihinde bulunup Kur’an’da isimleri zikredilmeyen peygamberler olduğu gibi, Kur’an’da ismi belirtilip tüm özellikleri dile getirilmemiş peygamberler de mevcuttur. Bu esasla peygamberler tarafından hâkimiyetin tesis edilmesi zorunlu bir husustur. Ayrıca onlar şartların, imkânların ve olanakların durumuna bakarak bu işe teşebbüs etmekteydiler. Kur’an’ın değişik ayetlerinin buna delalet etmesine ek olarak, Hz. Peygamberin devlet kurmadaki yöntemi de bazı Kur’an ayetlerinden böyle bir okuma yapmanın hiçbir şekilde doğru olmadığını gösteren iyi bir tanıktır.[23]
B. Daha fazla bilgi edinmek için 7883 sayılı soruya “sekülerizm delillerinin kritiği” ve aynı şekilde aşağıdaki kitaplara müracaat edebilirsiniz:
1. İmam Humeyni ve hükümeti İslami, şumareyi 1, MebaniKelami, Kongreyi İmam Humeyni ve endişehayi hükümeti İslami.
2. Kazım Gazi Zade, Endişehayi fıkhi siyasiyi İmam Humeyni 3.
3. İmam Humeyni ve velayeti fakih.
4. Ayetullah Cevad Amuli, Velayeti Fakih.
5. Ayetullah Mekarim Şirazi, Tefsiri Numune, c. 2.
6. Muhammed Cevat Nevruzi, Nizamı siyasiyi İslami.
7. Nebiyullah İbrahimzade Amuli, Hakimiyyeti dini.
8. Ali Zu’ilm, Mebaniyi Kur’aniyi velayeti fakih.
9. Abdullah Nasri, İntizarı beşer ez din.
10. Hasan Gadrdan Karameliki, Skularizm der İslam ve Mesihiyyet.
[1] İbniEbi’lHadid, Şerhi Nehcü’lBelağa, c. 4, s 160.
[2] Sahife-i-Nur, c. 83, s. 217, Şah Rıza’nın Ayetullah Kaşani’ye söylediği söz hakkında.
[3] Suruş, Muhammed, Din ve devlet der endişeyi İslami, s. 120 – 126.
[4] Sahife-i nur, c. 1, s. 6.
[5] Hac Suresi, 41. ayet.
[6] Hadid Suresi, 25. ayet.
[7] Maide Suresi, 8. ayet.
[8] Nahl Suresi, 36. ayet.
[9] Nisa Suresi, 75. ayet.
[10] Nisa Suresi, 59. ayet.
[11] En’am Suresi, 66. ayet.
[12] Şura Suresi, 48. ayet.
[13] Ali Abdü’r Rezzak, El- İslam ve Usulu’l Hüküm, s. 171.
[14] Mecelleyi Keyan, şumare 28, s. 51.
[15] Ahzab Suresi, 6. ayet.
[16] Mecmeu’l Bahreyn, c. 1, s. 457, maddeyi “Veli”.
[17] Hadid Suresi, 25. ayet.
[18] Bakara Suresi, 213. ayet.
[19] Ankebut Suresi, 26. ayet.
[20] Bakara Suresi, 124. ayet.
[21] A’li İmran Suresi, 146. ayet.
[22] Nisa Suresi, 164. ayet.
[23] “Din Ve Siyaset” makalesinden alıntılanmıştır.