İnsan ruhani, maddi, hayvansal, toplumsal, duygusal vb. boyutları olan bir varlıktır. Bu boyutlar, insanın inancıyla amel ve davranışları arasında bazı uyumsuzlukların çıkmasına neden olan bir çatışma halindedirler.
İlahi dinler, özellikle İslam, insanı hayvansal yönelişlerin tuzağından kurtarıp çeşitli boyutlar arasında dengeyi sağlamak, onu ilahi değerlere ve gerçek kemale ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsan kemal derecesine yaklaştıkça inancıyla amelleri arasındaki uyumsuzluk da azalır. Öyle ki, insan-ı kamil mertebesine yani gerçek kemale ulaştığında inancıyla amelleri arasında herhangi bir tezat kalmaz.
Kur’an-ı Kerim akide ile amel arasındaki tezat ve çelişkiyi kötülemiş ve reddetmiştir.
Bu tezadın çeşitli kaynakları vardır. Onların bazıları şunlardır: İslam’ın kanunlarını tam olarak bilmemek, imanın zayıf olması, nefsani istekler, yanlış örf ve adetler, insanların kötü çevreden etkilenmesi ve…
Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu tezadın giderilmesi için onun kaynağını bulup bu kaynağın kurutulmasıdır. Genelde bütün peygamberlerin, özelde de Resul-u Ekrem (s.a.a)’in hedefi buydu.
İnsan, ruhani ve ilahi, maddi ve hayvansal, toplumsal, duygusal vs. gibi çeşitli boyutları olan bir varlıktır. Bu boyutların her birinin kendine göre eğilimleri ve çekim alanları vardır ve bunlar hep çatışma halindedirler. Öte yandan maddi işler duyu organlarıyla gözlemlenip algılandığından hayvansal boyut insanda günden güne daha da güçlenmektedir. Ama ruhani ve ilahi boyut gözlenemediği, insan onu yaşamında direkt olarak hissedemediği için kolayca anlaşılmaz. Onun anlaşılabilmesi için çaba harcayıp zahmet çekmesi gerekir. İlahi boyut insanın temiz fıtratıyla ilgilidir. Onun beka ve takviyesi temiz insani ruha bağlıdır.
Molla Sedra’in deyimiyle, insanın hayvansal boyutu daha buluğa ermeden onun kalbinde yer etmekte ve ona musallat olmaktadır. Ama ruhani akli boyut buluğ çağından başlayıp kırk yaşına kadar gelişmekte ve kemale ermektedir. Hayvansal boyutla ruhani ve akli boyut arasındaki çatışma buluğ çağından itibaren başlamaktadır.[1]
İlahi dinler özellikle İslam, insanın kemale ermesi, nefsani ve hayvani isteklerinden kurtulması, çeşitli boyutlar arasında dengeyi sağlamak için gönderilmişlerdir. Dolayısıyla hedefi ilahi ve ruhani değerleri yükseltmek olan İslam’ın kanunları ile insanın hayvansal boyutu arasında bir tezat vardır. İnsanın kemal derecesi yükseldikçe dini öğreti ve değerlerle amel, davranış ve işlerinin arasında bu tezat azalır. Öyle ki insan-ı kamilin (masumun) inanç ve davranışlarında hiçbir tezat ve çelişki görülmeyecektir. Bu tezat normal insanlarda ve iman derecesi düşük kimselerde görülmektedir.
İnanç ve ameller arasında gözlemlediğimiz bu tezat yalnızca Müslümanlara özgü değildir, ilahi ve ruhani değerleri olan diğer din ve mekteplerde de bu çelişki görülmektedir. Ancak İslam en kamil din, kanunları en üstün kanun ve bütün alanlarda eksiksiz olduğu için İslam’a mensup olduğunu iddia edenlerle onların amelleri arasında ki çelişkide daha belirgin olacaktır; zira İslam’a gerçek manada iman eden kişi onun her alandaki düsturlarına tam olarak amel eden kimsedir.
Kur’an-ı Kerim sürekli bu sorunun (inançla amel arasındaki tezadın) söz konusu ederek onu kötülüğünü açıklayarak ondan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: ‘Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük bir gazaba yol açar.’ [2]
Peki ne yapmak lazım? Acaba sorun inançlarda mı yoksa İslam’a imanı olduğunu iddia edenlerde mi?
Kuşkusuz İslam dininin öğretileri en kamil ve en doğru öğretilerdir. Öyleyse bu tezadın nedenleri bulunmalı ve kaynağı kurutulmalıdır. Bu nedenlerden bazıları şunlardır:
1- İnsanı kemale erdiren İslam dininin kanunlarını, bu kanunların felsefe ve etkilerini bilmemek: Bilgi ne kadar çok artarsa ilgi ve bağlılıkta o kadar artar. Bu esasa göre İslam’ın üzerinde durduğu şeylerden biri insanın yaşamının bütün aşamalarında bilgi edinmesidir. Böyle kimselerin imanı da daha değerli olur. Ancak teessüfle belirtmek gerekir ki, iman ve İslam iddiasında bulunanların çoğu İslam’ın ahkamı hakkında yeterli derecede bilgi sahibi değildirler. Bu bilgisizlik onların davranışlarının İslam’dan uzak kalmasına neden olmuştur.
2- İmanın zayıflığı: İslam’a göre imanın dereceleri vardır. En zayıf derecesi dil ile ikrardır, en yüksek derecesi ise yakindir.
Ebu Amr ez-Zeydi İmam Cafer-ı Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘İmanın derecesi arttıkça müminlerin Allah katında ki dereceleri de artar.’ Ebu Amr diyor ki: ‘Dedim ki: Allah katında müminlerin değerini artıran iman ve menzillerin dereceleri (mi) var.’ İmam (a.s) ‘evet’ diye buyurdu. Ben: ‘Allah sana rahmet etsin ne olduklarını bilmem için onları bana söyler misin?’ diye sordum, İmam şöyle buyurdu: ‘Allah’ın peygamberlerinden bazısını bazısına üstün ettiği şeydir. Allah buyuruyor: ‘O peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün ettik. Onlardan Allah'la konuşan var, bazılarının da derecelerini yüceltmiştir…’ Yine buyuruyor: ‘Biz peygamberleri bazısını bazısından üstün ettik.’ ‘Bak da gör, onların bir kısmını nasıl bir kısmından üstün ettik; elbette ahiretteki yücelik, dereceler bakımından da daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyük.’ İmam (a.s) şöyle buyurdu: ‘Bunlar Allah katında ki derecelerdir. Bunlar Allah katında ki derece ve menzillerin zikridir.’
Ebu Basir’de İmam (a.s)’dan şöyle rivayet ediyor: ‘Biz, sadece bir derece vardır demiyoruz. Çünkü Allah-u Teala buyuruyor: ‘Bir kısmı bir kısmından üstün olan dereceler vardır. Kuşkusuz bir topluluk amelleriyle yücelir.’[3]
Ne zaman insan inancında tam bir yakin derecesine ulaşırsa söz ve amelinde tezat olmayacaktır. Zaten din ve enbiyanın da hedefi buydu. Yani insanlardaki iman ruhunu takviye ederek ameller ve itikatlar arasındaki mesafeyi azaltmak. Böyle bir mesafeyi azaltmak için de çok çaba harcamak, hayvani ve şehevi isteklerle mücadele etmek gerekir. Bu iş her ne kadar zor olsa da gayr-i mümkün bir şey değildir. Masumların (a.s) dışında bir çok kişi bu dereceye ulaşmış, bu tezatları gidermişlerdir.
3- Nefsani istekler: Daha öncede açıklandığı gibi insan çok boyutlu bir varlıktır. Bu boyutların her birinin istekleri ve eğilimleri vardır ve bunlar daima çatışma halindedirler. İnsanlar nefsani isteklerini kontrol etmezlerse bir takım zorlukla birlikte olan dini öğretilere amel etme noktasında sorunla karşılaşacaktır.
4- Yanlış Örf ve Adetler: Bazı millet ve kavimlerin hiç bir akli dayanağı olmayan yanlış örf ve adetleri, yersiz taassupları vardır. Bazı milletler bir çok yanlışlığı geçmişlerinden miras almış ve maalesef onları yaşamlarında ölçü edinmişlerdir. Böyle şeyler onların İslam’ın nurlu ahkamından uzaklaşmasına neden olmaktadır.
5- Kötü çevreden etkilenmek: İnsan toplumsal bir varlıktır. Çoğu insan (böyle ortamlardan etkilenmeyen yüce ruhlu insanların dışında) çevrenin etkisinde kalmaktadır. Ve çevrelerin çoğu da henüz istenilen düzeyde olmadığından istenmeyen etkiler bırakmaktalar. Özellikle radyo, televizyon, uydu, internet vb. gibi iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla dünya bir köye dönüşmüştür. Şunu söylemeye çalışıyoruz: Eğer iletişimin gelişmesi kaçınılmaz bir gerçekse ve onun yayılması için çaba harcamak gerekiyorsa da bunların toplumların kültürüne yaptıkları kötü etkilerden de gafil olmamak ve onların çevreye saçtıkları zehir ve kirlilikleri kontrol etmek gerekir.
Buraya kadar saydıklarımız bu tezadın kaynaklarından bazılarıydı. Bu konuyu daha geniş bir şekilde ele almamız gerekir. İnşaallah ileride böyle bir imkan buluruz.
Kısacası diyoruz ki, Müslümanların amellerinin mektebin itikat ve öğretileriyle uyumlu olabilmesi için 1) Tezadın kaynağını bilmek, 2) Onları ortadan kaldırmak için girişimde bulunmak gerekir.