Gelişmiş Arama
Ziyaret
7647
Güncellenme Tarihi: 2009/06/17
Soru Özeti
Mercilerin (fetvalarına mürcat edilen kimseler) fetvalarında var olan ihtilaf, acaba Nehc’ül- Belağa'nın 18. Hütbesinde yasaklanmış ihtilafların örneklerinden sayılmaz mı?
Soru
Mercilerin fetvalarında var olan ihtilaf Hz. Ali’nin (a), Nehc’ül-Belağasında 18. Hütbesinde yasaklamış olduğu ihtilafların reel örneklerinden sayılmaz mı?
Kısa Cevap

Bazı araştırmacıların akidesine göre Nehc’ül-Belağa’nın 28. Hutbesi, 17. Hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a) toplamasında birbirinden ayrılarak müstakil hütbeler şekline girmiştir. Hutbenin içeriği de buna şahitlik etmektedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Bu kadılar vermiş oldukları kendi yanlış yargılarıyla halkın can ve malının güvencesini tehlikeye atıyor ve toplumda çeşitli bozuklukların kaynağı oluyorlardı.

18. hutbede de, kendi "şahsi görüş" (re'y), "istihsan" ve kıyas gibi temelsiz ve gevşek delillere dayanarak, halk arasında yargılarda bulunup, bu yargıları Allah’ın hükmü olarak ilan eden kadılardan söz edilmektedir. Daha sonra Hz. Ali (a.s.) kadıların bu ihtilaflarına neden olan birçok ihtimali açıklayarak "tasvip teorisi"[i]nin iptaline temasla, bu teoriyi çok dakik bir tahlile tabi tutarak batıl olduğunu, deliller ve mantıksal kurallarla beyan ediyor.

Hz. Ali (a) Hütbenin sonunda, hakka kavuşma yolu olarak Kuran’ı tanıtıyor ve konuyla ilgili (bazı) meselelere değiniyor. Dolayısıyla bu hutbe ve ihtiva ettiği derin ve dakik konuları, ictihad kaynaklarından birisinin Kuran’ı Kerim olan Şia fakihlerinin yapmış olduğu içtihatla yakından ve uzaktan bir ilgisi söz yoktur. Bilakis bu hutbe (Şia ulemasının takip etmiş olduğu) yöntemi teyid ediyor.



[i] Tasvip: yani kadıların vermiş oldukları fetvaların birbirinden farklı olmasına rağmen, hepsini doğru ve ilahi hükümle uyum içinde kabul etmek.

Ayrıntılı Cevap

Bazı araştırmacılara göre Nehc’ül-Belağa’ın 18. hutbesi, 17. hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a.) tedvin ve toplamasında bu ikisi birbirinden ayrılmıştır. Hütbenin içeriği ve muhtevası da bu konuyu teyid eder şekildedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Sözkonusu kadılerin vermiş oldukları yanlış hüküm ve yargıları, halkın mal, can ve namusunun emniyetini tehlikeye atıyor ve birçok toplumsal bozukluklara kaynaklık yapıyor.

18. Hutbede de Hz. Ali’nin (a) sözü, kiyas, istihsan ve şahsi görüş (re'y) gibi gevşek ve temelsiz delillere dayanarak, halk arasında yargıda bulunup yaptıkları yargılarını "Allah'ın hükmü" olarak bildiren kadılarla ilgilidir. Hz. Ali (a) kendi sözlerine şöyle başlıyor:

"Bazen ahkâmlardan bir hükümle ilgili bir dava konu ediliyor, kadı o konuyla ilgili kendi "şahsi görüş"üyle hüküm ediyor. Daha sonra aynı dava, başka bir kadının yanında konu ediliyor, ikinci kadı birinci kadının vermiş olduğu hükmün tam tersine bir hüküm veriyor. Daha sonra, bütün bu kadılar (tek bir konuyla ilgili farklı hükümlerde bulunmasına rağmen) kendilerini kadı olarak tayin eden rehberlerinin yanına gelip toplanıyorlar ve o da hepsinin görüşünü tasdik ve tasvip ediyor. Hepsinin fetvasını gerçekliklerle uyum içinde olduğunu bildiriyor".

Şayet birbiriyle tezat teşkil eden hükümlerin hepsinin de doğru, isabetli ve Allah'ın hükmü olarak kabul edilmesi, birçoğu için çok anormal ve şaşırtıcı olabilir. Lakin bu bir gerçektir ki, Ehlisünnetten bir grup, böyle bir inanca (tasvip anlayışına) sahiptir. Elbette onlar, kendilerini çok sıkıntı ve darlıklara soktukları için, bu anlayışı kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Hz. Ali (a), bu tefekkür ve anlayışı doğru bulmayıp reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bütün bu olan ve bitenler Allah, peygamber ve kitaplarının bir olmasına rağmen gerçekleşmiştir".

Kuşkusuz bir Allah'tan tek bir mesele hakkında ancak tek bir hüküm çıkar. Zira Allah bütün hakikatleri ve her şeyi eksiksiz bir şekilde bilir, hata etmez ve mukaddes zatında unutkanlık diye bir şey sözkonusu değildir. O ne pişman olur ne zamanın geçmesiyle mechul kalmış bir şey Kendisi için aşikâr olur. Dolayısıyla var olan bu ihtilaflar O'nun tarafından olamaz. Onların Peygamberleri birdir ve bütün şeyler de (vahyi almakta, vahyi ulaştırmakta ve ...) masumdur, Allahın hükmünü eksiksiz bir şekilde beyan etmiştir, dolaysısıyla bütün bunlar dikkate alınınca var olan ihtilafların, O'nun tarafından olması da düşünülemez. Kur'an da onların kanun ve program kitabıdır. Hiçbir değişikliğe ve tahrife uğramamıştır. Onun muhteva ve içeriğinde tezat diye birşey sözkonusu değildir. Zira o Allah tarafındandır. Dolayısıyla semavi bir Kitap olan Kuran’ın, ihtilaflara kaynaklık ettiği de söylenemez. Öyle ise, bu kadıların ayrılığa düşmeleri, doğru olmayan kendi fikirlerinden kaynaklanılıyor. Asıl itabariyle Hz. Ali (a), bu hutbede "tasvip inancını " (tezat ve çelişki teşkil eden gürüşleri hepsini aynı anda doğru kabul eden görüşü) doğru bulmayarak, tevhit inancından sapıp bir çeşit şirke yöneldiğini açıklıyor.

Hz. Ali hutbenin ikinci kısmında detaylı bir şekilde "tasvib teorisine" değiniyor ve (tasvip teorisinin kaynaklanabileceği) bazı ihtimalleri soru şeklinde ortaya atarak hepsini reddediyor. Şöyle buyuruyor:

“Birinci ihtimal: Allah'u Teâlâ kendilerine ihtilafa düşmelerini emr etmiş olması) bu ihtimal kesinlikle batildir. Zira tek ve bir olan Allah, sürekli vahdete ve birlikteliğe davet ediyor.

İkinci ihtimal: "Bütün noksanlıklardan beri olan Hak Teâlâ, onları ihtilaflara düşmekten sakındırmış, ancak onlar biz itaatsizlik yaptık demeleri? Bu ihtimal de doğru değildir. Zira bütün Kadılar (yargıç ve hakimler) Allah’ın emirlerine itaat ettiklerini iddia ediyorlar".

Üçüncü ihtimal: "Allahın dini eksik ve onu kâmilleştirmek için kendilerinden yardım talep edilmiş olması. Bu ihtimal de doğru değildir. Zira müslüman olan her kes, Allahın dininin kâmil olduğunu kabul ediyor".

Dördüncü ihtimal: "Acaba bunlar, Allah’ın ortakları unvanıyla kanun koyucular olarak telakki edilebilir mi? Bu ihtimal de kabul görümemektedir. Zira hiçbir müslüman Allaha ortak olan bir ortağı kabul etmiyor".

Beşinci ihtimal: "Allah'u Teâlâ dini kâmil bir şekilde inzal etmesine rağmen acaba Peygamber (s.a.a) onu tebliğ ve kendi görevini yerine getirmek noktasında kusur yapmış olması? Bu ihtimal de geçersizdir ve hiçbir müslüman Nebiyi Ekrem (s.a.a) hakkında böyle bir şeyi tasavvur edemez.

Sonuç itibariyle Hz. Ali (a) olabilecek bu beş ihtimali açıklayarak "tasvibe” giden yolu kapatıyor ve onun batıl olduğunu ilan ediyor. Hutbenin devamında Hz. Ali, Kuran’ı Kerim ve onun nurani ayetlerine muracaat etmeyi, hakikata giden yol olarak tanımlıyor. Zira bu Kitapta her şey beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.) ve Masum İmamların rivayetlerinden yararlanarak Kuran’dan hükümlerin istinbat edilmesi gerekiyor.

Hz. Ali (a) hutbenin sonunda Kuran’ı Kerimi överek şöyle buyuruyor: "Kuran’ı Kerimin zahiri güzel ve düzenlidir, batını derin ve kapsamlıdır. İnsanları hayrette bırakacak ve onları şaşırtacak nükteleri bitecek değil, kendisinde saklı olan sır ve hikmetler de sona erecek değildir. Karanlıklar ve sapıklıkların bertaraf olunması, ancak onun aydınlatmasıyla mümkün olacaktır".

Hz. Ali’nin (a), bu hutbede Müslümanları "tasvip teorisi"ne inanmaktan nehyetmesinin sebebi budur. Onları Kuran’a müracaat edip, ahkâmları ondan istinbat (çıkarma) etmeye taşvik ediyor. Asıl itibariyle bu hutbe Müslümanları, Şia fakihleri arasında müstalah ve yaygın olan ictihada teşvik etme yönündedir.[1]

Zikre şayandir ki, fakihlerin kitap ve sünnet hakkındaki görüşleri iki çeşittir: a). Bir grup kitap ve sünneti yeterli görmeyip, dini meselelerin cevabını bulmak için başka kaynaklara yönelmişler ve sözkonusu kaynaklar noktasında ihtilafa düşmülerdir. Kimisi kiyası,[2] kimisi "mesalih-i mürsele"yi[3] kabul görmüş, kimsi de daha farklı şeylere yönelmiştir. b) Diğer bir grup da Kuran ve sünneti, dinin asıl kaynakları olarak kabul ederek bu metinleri[4] anlamak için çaba gösterirler. Elbette bu metinlerin anlaşılması, bütün insanlar için aynı derecede mümkün olmadığı için farklı görüşlerin ortaya çıkması da gayet doğaldır.[5]

Emir’ül Mümininin yukarıda söz konusu yaptığı kınama ve yermeleri doğal ve tabii bir bir ilmi çalışmaya yönelik olmadığı kesindir ve O'nun kınama sebeplerinden bir kaçını şöyle sıralamak mümkündür:

a)                   Nassa karşı kendi şahsi görüşüyle (re'y) amel edilmesi.

b)                   Kadının (yargıç), hükmü dakik bir şekilde anlamak için yeterli çabayı göstermemesi ve hükmün delillerini gerektiği gibi incelenmemesi.

c)                   Allah'ın kelamını anlamak için, gerekli metot ve kuralların kullanılmaması.

d)                   Dinin gerçek müfesirleri olan Ehli Beyt (s.a.) İmamlarının varlığına rağmen, başka kimselere müracat ederek, kendilerini Ehli Beyt İmamlarının ilim ve beyanlarından mahrum bırakmaları.

e)                   Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünetine müracat etmeyi bırakıp kiyas, istihsan ve... gibi yöntemlerden yararlanılması.

Dikkat edilmesi gereken şudur ki, Şia fakihlerinin ahkâmdaki ihtilafları ise yukarıda sayılan nedenlerden dolayı değildir.

Sonuç itibariyle: Fakihlerin şer'i hükümler bağlamındaki farklılıkları çok azdır; zira islamın zaruriyatlarından (gereklilik) sayılan namaz, oruç, haç vb. gibi öğretilerin aslında ihtilaf bulunmamaktadır. Zaruriyatlar dışında kalan öğretilerde ise, her ne kadar fetva ve görüşlerde ihtilafların varlığı mümkün ise de, ama bu ihtilaflar doğal ve tabii olması yüzünde yerilecek bir şey de değildir.[6]



[1] Daha fazla bilgi edinmek için “Peyam-i İmam, şerh-u nehcü-l balaga”, Ayetullah Mekarım-ı Şirazi, c 1, s 608 den itibaren.

[2] Fıkhtaki "kıyas" mantıkdaki "temsil/analoji"nin aynısıdır. Hiçbir şekilde yakini sağlayamıyor. En fazla zann ve sanıyı doğurabilir.

[3] İslam hukukundaki maslahat türlerinden olan mesâlih-i mürsele tam karşılığına gönderilmiş maslahat denilebilir. Mesâlih-i mürsele, 'aslî deliller'den (Kur'an, Sünnet, icmâ ve kıyas) lehinde veya aleyhinde delil bulunmayan maslahatlara verilen isimdir. (fıkıh usulu, Fahretin Atar).

[4] Dini metinleri doğru bir şekilde anlamak için, metodolojik ve yöntemli olmak gerekir. Bu bağlamda bir konunun doğru bir şekilde anlaşılması münkün olabilmesi için konuyla irtibatlı tüm konulara muracat etmek gerekir. Bu metodu izlemekle birlikte müteber ve şer'i delillere dayanarak Allah’ın hükümlerini anlamak için çalışan bir kimse bazen bu yolda hatalar yapsa da kınanma ve ayıplanma bir yana Allah'ın hükümlerini anlamak için gerekli yolda göstermiş olduğu çabadan ötürü mükâfatı hak etmiştir. Bizim rivayi mecmualarımızda Masum imamlardan (a) şöyle nakl edilmiştir: “Kendi çaba ve gayretleriyle Allahın hükmünü doğru bir şekilde anlamak doğrultusunda çaba ve gayret sarf etmiş bir müctehid için, Allah'ın gerçek hükmüne varmış ise iki ecir ve mükâfat (birisi onun göstermiş olduğu gayret ve çabalar karşılığı diğeri doğru olan hükme varabildiği için), Allah'ın hükmüne varamamış tatbik etme noktasında hata etmiş ise, onun için bir mükâfat vardır. Bu mükâfat onun Allah'ın hükmünü anlamak doğrultusunda göstermiş olduğu çaba ve geyretler karşılığıdır. Aslında bu bağlamda iki tür hatanın var olduğunu söyleyebiliriz. a) yöntem ve metodolojik hata: yani gerekli ve meşru olmayan yollar ve yöntemlerle Allahın hükmünü istinbat etmeye kalkışıp neticede Allahın hükmünü anlamak noktasında yapılan hata. b) normal ve insanın ihtiyarı haricinde olup masum olmayan kimselerin çok mübtela oldukları hata. Ayıplanma ve kınanma sürekli insanın ihtiyarı dahilinde gerçekleşen hatalara yöneliktir, ihtiyarı dahilinde olmayanlara değil.

[5] Bir taraftan istinbat kaynağı olan kaynak kitaplarda, çelişkili ve uyum içinde olmayan rivayetlerin var oluşu, diğer taraftan fakihlerin bu bağlamda kabul gördükleri farklı usuli mebnaların ve... var oluşu, ulemanın vereceği fetvalarında da farklılığın var bulunmasını çok tabii ve doğal gösterir. Örneğin bir fakih bir rivayeti sahih diğeri ayni rivayeti sahih görmeyebilir ve...

[6] Sahih ictihdın ihtiyaç duyduğu diğer ilimler hakkında daha geniş bilgi edinmek için 1. Mebani Kelam-i İctihad, (ictihdın kelamsal ilkeleri), ustad Hadevi Tahrani, 2. Konu: Kuran ve İctihat. 66. Soruya müracat ediniz.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar