Please Wait
22449
İbn. Arabî’nin şahsiyetinin giriftliği ve İslamî mezhepler ve bu mezheplerin önde gelen şahsiyetlerine karşı takınmış olduğu tavır, onun hangi mezhebe mensup olduğu hakkında görüş ayrılıklarının çıkmasına neden olmuştur. Bazıları onu Ehli Sünnet, bazıları On İki İmam Şia’sı, bazıları İsmailî, bazıları Malikî mezhebine mensup bilmiş ve bazıları mezhep üstü ve bazıları da onu kendi mezhebi dışında değerlendirmişlerdir. Ama eser ve yapıtları onun Ehli Sünnete ve fıkıhta Hanbelî mezhebine tabi olduğuna delalet etmektedir. Elbette bazı yerlerde Şia inancına da ilgi göstermiştir. Şeyh Bahayi gibi bazılarının onu Şii bildiğini de söylemek gerekir. Bundan dolayı onu Şii bilmemiz durumunda kitaplarında yer alan Şia inancıyla çelişen konuları başkalarının yaptığı tahrifler veya takiye olarak yorumlamak icap edecektir.
Ebu Bekir, Ebu Abdullah, İbn. Eflatun, İbn. Sürake ve İbn. Arabî künyeleri ve de Büyük Şeyh ve Muhyiddin lakaplarıyla anılan şahıs Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed b. Abdullah b. Hatem Tayi’dir. O, meşhur sahabe Udey b. Hatem’in kardeşi Abdullah b. Hatem’in torunlarındandır. Büyük atası Hatem b. Tayi’dir. Babası Ali b. Muhammed fıkıh ve hadis imamlarından olup züht ve tasavvuf ehlinden sayılmaktadır. Annesi Kabile Hulan ise Ensar’a mensuptur. O, Hicri-Kameri 560. yılının Ramazan ayının yedisinde Endülüs ülkesinin Mersiye bölgesinde dünyaya geldi ve Hicri-Kameri 638. yılında Rebi ayının sekizinde Şam’da vefat etti, bu şehrin kuzeyinde ve Kasiyun dağı eteklerindeki Saliye mıntıkasında defnedildi. İbn. Arabî Hanbelî mezhebine mensup olup İslam irfanının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Birçok muhalif ve kendisini onaylayan kesim bu arifin şahsiyeti hakkında görüş bildirmiştir. O, birçok arif, bilge, fakih ve ilim ehlini ya taraftarı yapmış veya kendi karşıtı kılmıştır.[1] İbn. Arabî’nin hayat ve şahsiyeti hakkında birçok kaynak bulunmasına karşın taraftar ve muhaliflerinin ifrat ve tefritte bulunmalarından dolayı kendisinin gerçek şahsiyetini tanımak kolay değildir. Bu ifrat ve tefritler bazen onu irfan seyrindeki merhalelerin en yücesinde ve evliyalar kategorisinde lanse etmiş ve bazen de dinden çıkmış saymış ve de sapmış bir bidatçi ve saptırıcı olarak tanıtmıştır. Onun gerçek şahsiyetini tanımanın gerçek yolu; yani hem kendisinin günlük yaşamını yansıtan zahiri şeklini ve hem de irfan yolundaki seyrinde ve irfan merhale ve makamlarını geçişinde şahsiyetinin şekillenmesini yansıtan irfan boyutunu anlamak kendisinin eser ve kitaplarına müracaat etmekten geçer. Bu mukaddimeyi göz önünde bulundurarak konuyu açıklamaya çalışacağız.
İbn. Arabî Şii miydi Yoksa Sünni miydi?
İbn. Arabî’nin kitaplarında kendisinin Şia akidesine göre söz söylediği sanılan bir takım hususlar göze çarpmaktadır. Bazı fertler bu hususları delil göstererek kendisinin Şii olduğunu iddia etmişlerdir. Mesela en önemli kitaplarından sayılan Futuhat-i Mekkiye’de Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle yazmıştır: Ali b. Abu Talib Allah Resulüne (s.a.a) en yakın ferttir ve tüm peygamber ve evliyaların sırrıdır.[2] Aynı şekilde İmam Mehdi (a.c) hakkındaki inancını dile getirmekte, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak onu tanıtmakta ve kendisinin Fatıma Zehra’nın (a.s) neslinden olduğunu ve de Peygamberin ismini taşıdığını belirtmektedir. Şeyh Bahayi gibi fertler onun bu sözlerini enteresan bulmuş ve bunun İbn. Arabî’nin Şii oluşuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. Bu yüzden Şeyh Bahayi, İbn. Fahd Hilli, Muhaddis Seyid Cezayiri ve Kadı Nurullah Testeri gibi Şia’nın büyük şahsiyetleri İbn. Arabî’nin Şii olduğuna inanmışlardır.[3] Ama şu hususlara dikkat edilmelidir:
Evvela, “Ali b. Abu Talib Allah Resulüne en yakın ferttir ve tüm peygamber ve evliyaların sırrıdır” ifadesi sadece İbn. Arabî’nin bakışında tekvini velayette hiç kimsenin Hz. Ali’ye (a.s) ulaşamayacağına delalet eder, Ali’nin (a.s) Peygamberin (s.a.a) aralıksız halifesi ve veliahdı olduğunu ispatlamaz. Başta Mutezile ekolüne mensup şahıslar olmak üzere birçok Ehli Sünnet müntesibi ve arifler Hz. Ali’nin (a.s) en üstün şahıs olduğuna inanmaktadır. Hatta Nehcü’l-Belağa’nın şarihi Mutezile ekolüne müntesip İbn. Ebi’l-Hadid Allah’a hamd ederken şöyle demektedir: “Maslahat için üstünü en üstüne öncelikle kılan Allah’a hamd ederim.”[4]
İkincisi, Ehli Sünnet de üç halifeden sonra Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğine inanmaktadır. Bu yüzden söz ve yazısında salt Hz. Ali’nin (a.s) üstünlüğünden bahsetmesinden dolayı kimsenin Şii olduğuna hükmedilemez.
O, her ne kadar Hz. Ali (a.s) hakkında böyle bir söz söylemişse de Futuhat-i Mekkiye kitabında Ebubekir’in halifeliğinin doğru olduğuna da işaret etmektedir.[5] Aynı şekilde bu kitabın bir başka yerinde de Ebubekir’in imamet ve üstünlüğünü vurgulamakta ve şöyle demektedir: İnsanlar Ebubekir’in diğerlerinden daha üstün ve erdemli olduğunu bilmekte, onu halifeliğe layık görmekte ve diğerlerinden öncelikli bilmektedir.[6] Hakeza aynı kitapta[7] Tirmizi’nin rivayetini aktarmakta ve Peygamber’den (s.a.a) sonra Müslümanlar arasında en üstün kimsenin Ebubekir olduğunu kabul etmektedir. Mezkûr kitabında bir takım şiirler nakletmektedir ki içeriği şudur: Ebubekir ve onu yâri olan Peygamber (s.a.a) arasında hiç kimse yer almaz.[8] Aynı şekilde onun eserlerinde başka hususlar da mevcuttur ve bu hususları okuduktan sonra insan onun Şii olmadığından şüphe etmez. İbn. Arabî, Mütevekkil ve Muaviye gibi şahıslardan söz etmekte ve onları kutup bilmektedir. Kendisi bu hususta şöyle demektedir:[9] “Ğovs dedikleri kutup Hak Teala’nın nazar ettiği yerdir ve her zamanda sadece bir tanedir. Yakın olanlardandır (mukarrib) ve kendi cemaatinin efendisidir. Onlardan bazıları hem zahirin ve hem de batının halifeliğini taşır. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Muaviye b. Yezid, Ömer b. Abdülaziz ve Mütevekkil Abbasi bu kategoridedir. Bazıları ise sadece batının halifeliğini taşır. Ahmed b. Harun Reşid Sibti, Ebu Beyazid Bestami, ve kutupların birçoğu da bu kategoridedir.” Bu tabirler göz önünde bulundurulduğunda şu sorular akla gelmektedir: Hangi On İki İmam Şii’si onun dile getirmiş olduğu halifeler (zahirin ve batının halifeliği) dizisine inanmaktadır. Onun bu sözü Hz. Ali’nin (a.s) “bu dünya Ali ve Muaviye dedirtecek ve Ali ile Muaviye’yi yan yana koyacak kadar alçaldı”[10] sözünün açık bir örneği değil midir? Şia, Ömer b. Abdülaziz’in zahir ve batın halifeliğine inanmakta mıdır? Nasibi ve Ehli Beytin düşmanı olan Mütevekkil’i batın halifesi olarak tanıtan biri Ehli Beyt dostları kategorisinde ve Şii olabilir mi? Uzman muhaddis ve fakih Hacı Mirza Hüseyin Nuri (Şeyh Abbas Kumi’nin (r.a) üstadı) şöyle buyurmaktadır: İbn. Arabî, Ehli Sünnet âlimleri ve nasibileri arasında herkesten çok Şia’ya düşmanlık beslemiştir. Çünkü Futuhat kitabında kutupların hallerinden söz ettiğinde Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, İmam Hasan, Ömer b. Abdülaziz ve hatta Mütevekkil’i bir kategoriye sokmuş ve onların hem zahir ve hem de batın halifeleri olduğunu belirtmiştir. Oysaki Mütevekkil, İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin viran edilmesini ve o şerif kabrin halk tarafından ziyaret edilmesinin önünün alınmasını emreden şahıstır.[11] el-Mizan tefsiri yazarı Allame Tabatabai şöyle yazmaktadır: Mütevekkil’i Allah’ın velilerinden bilen İbn. Arabî nasıl tarikat ehli bilinebilir?[12] Üstat Aştiyani şöyle demektedir: Genel anlamıyla İbn. Arabî Şia ile barışık değildir. O sanki hiç Şia imamlarının eserlerini görmemiştir. Elbette Ehli Sünnet kanalıyla nadir durumlarda Şia imamlarından naklettiği hadisleri de o kadar yüceltmekte ve övmektedir ki insan kendisinin yüksek makama sahip bir Şii ve hatta Şiilikte ermiş biri olduğunu sanmaktadır.[13] Bundan dolayı eğer biz kendisinin Şii olduğuna inanırsak onun takiye yaptığına ihtimal vermeliyiz. Nitekim Şeyh Bahayi gibiler buna inanmış ve şöyle demişlerdir: O yıllarca Emevioğullarının egemenliği altında olan bir muhitte yaşadığı için takiye yapmaya mecbur idi.[14] Veya onun kitaplarının tahrif edildiği ihtimalini vermeliyiz. Nitekim bazıları da bir takım delillerden yola çıkarak kendisine ait Futuhat kitabının iki nüshası olduğu ve ikinci nüshada birinci nüshada bulunan birçok konunun silindiği ve bir takım eklemelerin yapıldığı görüşündedirler. Yazarın el yazısına ait mevcut el yazılı nüsha ikinci nüshadır. Yazar hayattayken takipçilerinden biri tarafından yazılan birinci nüsha da elde mevcuttur. Her ne kadar el yazılı nüshaların çokluğu kitabın İbn. Arabî’ye ait olduğunu kesinleştirse de tahrif ihtimalini de takviye etmektedir. Eğer Şa’rani’nin Futuhat kitabı hakkında söyledikleri doğruysa, İbn. Arabî’nin bu en önemli kitabının ne ölçüde kendisine ait olduğu ve ne ölçüde de kendisine isnat edildiği hakkında şaşkınlığa düşeceğiz. Şa’rani şöyle demektedir:[15] Futuhat kitabını özetlemeye giriştiğim zaman sanımca tüm Müslümanların kesin inançlarıyla çelişen bir takım hususlarla karşılaştım. Bundan dolayı az bir şüphe ve kuşkudan sonra onları sildim ve bir gün bu hususları Futuhat’ın bir nüshasını kendi eliyle yazan ve yazarın Konya’daki nüshasıyla karşılaştıran Şeyh Şemseddin (vefat. 955 h.k) ile konuştum ve onu okuduktan sonra sildiğim hiç bir tabirin o nüshada olmadığını anladım. Şa’rani, kendi zamanında Mısır’da yaygın olan Futuhat nüshalarının yazar adına uydurulmuş bazı bölümlere sahip olduğu ve onun Fusus ve diğer kitapları hakkında da bu işlerin gerçekleştiğine dair kendisinde kesin kanı oluştuğunu nakletmektedir.
İbn. Arabî hakkında daha fazla bilgi elde etmek için aşağıdaki kitaplara müracaat edilebilir:
1. Cihangiri, Muhsin, Muhyiddin İbn. Arabî, İntişarat-ı Danışgah-ı Tahran.
2. İlhami, Davud, Costucu Der İrfan-ı İslamî, İntişarat-ı Mekteb-i İslam.
3. İlhami, Davud, Daverihay-ı Müttazad Der Bare-i İbn. Arabî, İntişarat-ı Mekteb-i İslamî.
[1] Aştiyani, Celaluddin, Şerh-i Fusus-ı Kayseri, Pişgoftar, s. 13, çap-ı Şirket-i İntişarat-ı İlmî Ferhengi, çap-ı evvel.
[2] İbn. Arabî-Muhyiddin, el-Futuhatu’l-Mekkiye, c. 1, s. 120, çap-ı Beyrut, intişarat-ı Dar-ı Sadr, c. 4. (Futuhat’taki tabir şöyledir: و أقرب الناس إلیه( ای الی خاتم الانبیا) على بن أبى طالب وهو سر الأنبیاء أجمعین).
[3] Faslanem-i Felsefi Kelami Hizbullah, Şii Buden İbn. Arabî, Seyid Muhammed Bakır Harrazi, s. 24, sal-ı pencom, şımare-i 14, Şerh-i Hal-ı İbn. Arabî kitabından nakledilmiştir.
[4] Şerh-i İbn. Ebi’l-Hadid, c. 1, s. 3.
[5] Futuhat-ı Mekkiye, c. 4, s. 79, İbn. Arabî’nin tabiri şudur: (... هذا مما یدلک علی صحة خلافة ابی بکر صدیق )
[6] a.g.e., c. 3, s. 372.
[7] a.g.e., c. 2, s. 125.
[8] a.g.e., c. 2, s. 260.
[9] İbn. Arabî Futuhat, c. 2, s. 6.
[10] Muderris Vahid, Ahmed, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c. 2, s. 237, Naşır-ı Müelllif, çap-ı evvel.
[11] Nuri, Hüseyin, Müstedrekü’l-Vesail, c. 3, s. 422, çap-ı kadim.
[12] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, Ruh-ı Mücerred, s. 436.
[13] a.g.e., s. 46.
[14] Dairetü’l-Maarif-i Teşeyyü’, s. 347, c. 1, çap-ı bonyad-ı İslamî Tahir, çap-ı evvel, Behmen, İbn. Arabî.
[15] M M Şerif, Tarih-i Felsefe Der İslam, c. 1, s. 564, İntişarat-ı Hikmet, çap-ı evvel, Şa’rani Abdulvehhab’ın el-Yevakit ve’l-Cevahir, s. 2-13’den nakledilmiştir.