Gelişmiş Arama
Ziyaret
7847
Güncellenme Tarihi: 2011/02/07
Soru Özeti
Peygamberin (s.a.a.) Teşkil Etmiş Olduğu Hükümetin, Allah’ı Arayan Fıtrat ile İrtibatı nedir?
Soru
Allah Resulü (s.a.a.) tarafından teşkil edilen Hükümet ile o dönemdeki insanlarının sahip oldukları Allah’ı Arayan Fıtrat arasında -elbette o tarih boyunca tabi olunabilinecek bir örnektir- nasıl bir irtibat vardır?
Kısa Cevap

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[i] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete davet edildiği kadar başka bir şeye davet edilmemiştir. Bu nedenler her şeye anlam kazandıran hükümettir.

Enbiyaların hedefi dünya değildi. Peygamber  (s.a.a.) hükümeti teşkil etmekle kudret, makam ve servet peşinde değildi. Bilakis O hazret (s.a.a.)  insanları eğitmek ve onların manevi boyutuyla alakalı duygularını yükseltmek ve yüceltmek peşindeydi. İşte dini hükümetin asıl işe bu şekilde idi. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Ali b. Ebu Talip den (a.s.) sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli bulmuştur.

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Yani hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.

 


[i] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

 

Ayrıntılı Cevap

Son peygamber (s.a.a.) peygamberlik döneminde farklı devreler yaşadı:

  1. Gizlilik Devri: Bu devir risaletin gizli kaldığı bir devirdi. Bu gizlilik devirde tebliğ has kimselere ve sınırlı bir çerçevede yapılıyordu ve söz konusu olan bu devir üç yıl sürdü.
  2.  Aşikâr Devri: Yani bu devirde risalet umumileşti ve aşikâr bir şekilde cereyan etti. Söz konusu olan bu dönem de on yıl sürdü.

Risaletin üç yıllık gizlilik ve on yıllık aşikâr dönemi Mekkede sürdü. Toplam on üç yıl sonra peygamber Mekke’den Medine’ye hicret etti. Peygamber’in (s.a.a.) Medine’ye yapmış olduğu hicretle İslam ve Müslümanlar için yeni bir atmosfer yeni bir ortam oluştu. Oluşan bu yeni atmosferin şekillenmesiyle hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) kâmil ve bir hükümet için gerekli olan tüm özelliklere haiz olan bir hükümeti teşkil ediyor. Ebette bu hükümet ilk senelerinde dar sınırlar çerçevesinde şekillendi. Tarihi kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) hicretin ikinci yılında Müslüman erkelerin sayısının ne kadar olduğunu öğrenmek için genel bir sayımın yapılması hakkında düstur verdi. Yapılan sayıma göre Müslüman erkeklerin sayısı göze çarpacak bir sayıya sahip değildi. Bize göre bu dönemde Müslümanların sayısı bin’in altında idi. Eğer bu sayıya küçük çocukları ve kadınları da dâhil edersek Müslümanların toplam sayısı yaklaşık 5 ve 6 bin kişi oludu. Ama peygamber-i Ekrem (s.a.a.), Müslümanların sayısı az olmasına rağmen, kâmil ve bir hükümetin taşıması gereken bütün özelliklere sahip bir hükümet kurdu. Elbette peygamberin (s.a.a.) hayatının son döneminde Müslümanların sayısı çoğaldı. “insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördün[1] şeklindeki ayeti kerime de bu hakikati dile getirmektedir. Peygamberin yapmış olduğu bu işi ve halı dikkate aldığımızda şöyle bir soru akla gelir: Neden böyle bir hükümete gerek duyuldu ve neden böyle bir hükümet teşkil edildi? Neden Peygamber (s.a.a.) ilk fırsatta böyle bir işe koyuldu?

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet, ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[2] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete çağırıldığı kadar başka bir şeye çağırılmamıştır.

İmam Humeyni (rh) peygamberlerin hedeflerine işaret ederek şöyle buyuruyor: “Enbiyalar bu güçleri kırmak ve bu şeytani kudretleri bastırmak için gelmişlerdi. Hazreti nebiyi Ekrem de (s.a.a.) bu güç ve kudretleri yıkmak için gelmişti. Elbette enbiyanın yapması gereken iş, bununla sınırlı değildi, bilakis bu yapılması gereken işlerden birisidir. Enbiyaların önemli işi, insanları kemal noktasına kavuşturmaktır. Bunun dışındaki diğer tüm işler bu hedefin tahakkuk bulması için birer vesile konumundadır. Asıl gaye, mutlak kemaldir… enbiya dünya için gelmiş değildiler. Dünya kemale ulaşmak için bir vesiledir. Elbette dünya ehli de bu vesileyi kemalin zıddına kollanırlar… . Kudret elde etmek ve şeytanlık için dünyayı kollanan bir kimse ile dünyayı Allah için kollanan bir kimse zati olarak birbirinden farklıdırlar. Enbiya servet toplamak, kudret elde etmek, dünyaya ulaşmak ve hükümete kavuşmak için bir adım bile atmamışlardır. Eğer enbiya veya büyük evliyalar, dünyevi bir makam elde etmek için bir adım attıklarını iddia eden birisini görürseniz biliniz ki o enbiya ve büyük evliyaları tanıyamamıştır…”[3]

Öyle ise enbiyanın hedefi dünyevi değil; peygamber (s.a.a.), kudret, makam ve servet gibi dünyevi şeyleri elde etmek için hükümeti teşkil etmedi. Bilakis O hazret (s.a.a.), insanları eğitmek ve onların sahip oldukları manevi boyutlarıyla alakalı var olan duyguları yükseltmek ve yüceltmek için hükümet kurdu. İşte dini hükümetin işi ve hedefi budur. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Eğer “gadir hum” gününde şöyle bir buyruk “…Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…[4] şekilleniyorsa kesinlikle şu anlamı ifade etmek içindir ki İslam’ın kapsamış olduğu her şey meselenin bir yüzü ve peygamberin vücutsal devamlılığını sağlamak anlamında olan velayet konusu meselenin bir diğer yüzüdür. Bu öyle büyük nimettir ki onunla din kâmil oldu ve nimette tamamlanmış oldu. Daha sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli buldu.

“Kesa” hadisi Şia ve Sünni camiasında meşhur bir hadistir. Şia ve Sünni[5] kaynaklarında farklı yollardan (ravilerden) beyan edilmiştir. Her iki taife tarafından ittifakla kabul görülen ve her ikisinin kaynak kitaplarında nakledilen miktar şöyledir: “Bir gün Peygamber (s.a.a), hz. Ali, Fatimetu’z- Zekra, Hasan ve Hüseyin ümmü Selemenin evinde bir araya geldiler. Peygamber (s.a.a.) kendi abasını kendi ve diğer dört kişinin üzerine attı ve bu halde iken şöyle dua etti: “Allah’ım! Bunlar benim ehlibeytim ve benim has akrabalarımdır. Dolayısıyla her çeşit pisliği onlardan gider ve onları (her çeşit günahtan ve ayıplardan) pak kıl”. Ondan sonra Cebrail (a.s.) göklerden indi ve tathir ayetini; “Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor[6]  getirdi. Peygamber’in (s.a.a.) hanımı, “Ehlibeyt kimdir? diye sorduğunda, Hazret şöyle buyurdu: “Ben, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin Ehlibeytiz”.[7]  Eğer birisi bu ayetin içeriği üzerinde biraz dikkatlice dursa söz konusu beş kişinin masum olduğuna delalet ettiğini açık bir şekilde görecektir.   

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.[8]

Birisi şöyle diyebilir: İnkılâptan önce de insanlar namaz kılıyor, hacca gidiyor ve oruç tutuyorlardı; İslam inkılâbının tahakkuk bulmasıyla ne değişti ve ne gerçekleşti?

Cevaben şöyle diyoruz: ilkin şuna teveccüh edilmesi gerekir ki inkılâptan önce halktan kaç kişi, hangi atmosferde ve nasıl namaz kılıyordu ve günümüzde nasıl kılıyorlar? İnkılâptan önce üniversitesinde dindar öğrenci ve üstatlar gizli namaz kılıyorlardı. Kamunun örfünde inkılâptan önce namaz bir değer değildi bilakis değerin zıddı sayılıyordu, dolayısıyla namaz kılanlar insanın gözünden düşmemeleri için namazını gizli kılıyorlardır.

Özetle; dindarlık onlar için bir iftihar kaynağı değildi. Zira hâkim olan toplumsal değerler dini değerler değildi. Bilakis dine zıt değerlerdi. Değerler değiştikten sonra artık namaz ve dindarlık da bizler için bir iftihar kaynağı olmaya başladı. 

İkinci olarak; bu gün tereddüt içinde olan kimseleri, topluma hâkim olan atmosfer dine doğru hidayet ediyor. Oysa inkılâptan önceki atmosfer onları dinsizliğe doğru götürüyordu. Neticede hükümet ile olan din bir oluşum icat eder ve diğer taraftan hükümet de namaza, oruca ve… anlam kazandırıyor. Böyleli bir hükümette kılınan namaz sadece kul ile rabbi arasında var olan bir irtibatla sınırlı kalmıyor. Belki bunun yanı sıra birey ve toplumun yaşamına çok eseri vardır.

Dikkate şayan şu ki: Kuran ve İslam bize ölçü ve belirleyici bir mizan vermiştir. Biz bu ölçü ve mizanla kendimizi değerlendirebiliriz ve kendi hedefimize ulaşmak için ne kadar başarılı olduğumuzu ölçebiliriz. Örneğin kur’an’ı kerim şöyle buyuruyor: “Namazı ikame et. Zira namaz hayâsızlıktan ve münkerden alı koyar”.[9] Namaz, hayâsızlık ve münker, bir biriyle bağlantılıdır. Toplum ve kamuda nazmın kılınması her ne kadar fazlalaşır ve nitelik kazanırsa o oranda hayâsızlık ve münker de azalır. Buna binaen bizim bir ölçümüz var ve bu ölçüyle dini değerlerin toplumda derinleşmesinde ne kadar başarılı olduğumuzu keşfedebiliriz.

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki indekslere müracaat edebilirsiniz.

1- «ولایت فقیه در قرآن»؛ سؤال 2194 (سایت: 2498).

2- «قدمت نظریۀ ولایت فقیه»؛ سؤال 7180 (سایت: 7498).

3-  «ابعاد حکومتی اندیشه ی سیاسی شیخ طوسی»؛ سؤال 10003 (سایت: 9965)

4-  «اهل بیت پیامبر اسلام (ص)»؛ سؤال 1249 (سایت: 1257).

5-  مسئولیت پیامبر (ص) در قبال ایمان مردم، 113 (سایت: 1347).

 


[1] Nasr, 2.

[2] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

[3] HUMEYNİ, Seyit Ruhullah, “Sehife-i İma”, baskı, 4, Taharan: Defter-i Neşri Asar-i İmam Humeyni (rh), 1386, Şemsi, c. 12, s. 425 – 426.

[4] Maide, 3.

[5] Ahmet b. Hanbel, “Musnet”, c. 2, s. 292; “Fezailu’l- Hamse Mine’s-Sihhahi’s-Sitte”, c. 1, s. 214.

[6] Ahazap, 33.

[7] Bkz. İndeks: “Mefatihul-Cinandaki Hadisi Kesanın Senediسؤال 8909 (سایت: 8928)؛İslam Peygamberinin Ehlibeyt-i (s.a.a.)”,  سؤال 1249 (سایت: 1257)

[8] Bkz. HADEVİ TAHRANİ, Mehdi, “Velayet ve Diyanet”, Kum: Müesessei Ferhengi-i hıred, velayeti fakih konusu.

[9] Ankebut, 45.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Hz. İsa Ve Suyun Üzerinde Yürüme
    13286 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Peygamberleri tanımanın yollarından birisi mucizedir. Mucize ıstılah olarak öğretilecek ve öğrenilecek türden olmayan ve insanların yapmaya güç yetiremeyeceği olağanüstü işlere denir.[1] Hz. İsa (a.s) bazı mucizelere sahipti. Ölüleri diriltmek, doğuştan kör olanlara şifa vermek ve hastaları iyileştirmek bu mucizelerin bazılarıdır. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “…
  • Zina zade hakkında rivayet edilen hadisler hangileridir?
    8914 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/02/14
    Zina sonucu doğan çocuğun (zina zade) İslam nazarında Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve masum İmamlarımızın (a.s.) rivayetlerinde beyan edilmiş, özel hükümleri vardır. O, hadislerden bazılarının adresleri şunlardır:1-   Zina zadenin mirası: “Vesailuş-Şia”, c.26, ...
  • Cenabet guslü alınmazsa namaz ve orucun kazasını yerine getirmek farz olur mu?
    11948 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/07/30
    Bu konuda kendi taklit merciinizin fetvasına göre amel etmelisiniz. Büyük taklit merciilerinin ‘Yıllarca cenabetli olarak namaz kıldım, oruç tuttum. Ama cenabetlinin gusül alması gerektiğini bilmiyordum. Bu durumda görevim nedir?’ sorusuna verdikleri cevaplar şöyledir:Ayetullah Humeyni, Behcet, Tebrizi, Hamanei, Mekarim, Vahid:
  • Ahzap suresinin 37. ayetinin nüzul sebebi nedir?
    28705 تاريخ بزرگان 2011/04/13
    Ahzap suresinin 37. ayeti Peygamber’le (s.a.a) Cahş’ın kızı Zeynep’in evliliği hakkında olup şöyle buyuruyor: ‘An o zamanı ki Allah'ın, kendisine nimet verdiği ve senin de nimetler verdiğin kişiye ‘eşini bırakma ve çekin Allah'tan’ diyordun.’Zeyd bin. Harise azad edilmiş bir köle olup, Peygamber (s.a.a) onu kendisine ...
  • Ehl-i Sünnetin abdest alma şekli dikkate alındığında abdest ayetindeki 'ila' kelimesi ne manaya gelmektedir?
    9549 Sire 2009/04/08
    Abdestayetinde ki 'ila' kelimesi için demek gerekir ki, ayet yıkamanın şekliyle ilgili değildir, yalnızca yıkamanın haddi ve miktarı beyan edilmektedir ve 'ila' ğayet (son sınır) manasını taşımaktadır. Ama bu ğayet (son sınır) magsul'ün (yıkanılan yerin) ğayet'ini belirtmektedir, guslün (yıkamanın) değil. Birine 'ellerini yıka' dendiğinde ...
  • Meni sıvısı kemiğin imik sıvısının üretimi ve bedenin diğer işleri için faydalıdır. Böyleyken evlenirsem bu sıvı heder olmaz mı ve bunu korumam gerekmez mi?
    27622 Pratik Ahlak 2010/09/22
    Yanıtın açıklığa kavuşması için ilkönce mastürbasyon günahının bazı manevî ve cismanî zararlarını hatırlatıyoruz:1- Manevî Zararlar1-1- Mastürbasyon günahı insanın Allah’tan uzaklaşmasına neden olur; öyle ki diriliş gününde Yüce Allah bu günahı işleyenlere ne bakacak ve ne de ...
  • Mevcudat nasıl Allahu Teâlâ nın ayet ve nişaneleridir?
    7057 Teorik İrfan 2011/08/20
    Mevcudat hem zati olarak hem de sıfat yönüyle Allahu Teâlâ'nın vücudunun nişaneleridir.  Bu konunun açıklaması şu şekildedir: Mevcudat zat ve mahiyet açısından mümkünü'l-vücutturlar. Vücut bulabilmeleri için vacipu'l- vücut olan Allaha muhtaçtırlar. İşte bu yüzden onların vücutları ve varoluşları vacipu'l-vücut olan Allahın varlığına delildir. Dahası Hikmet-i Mütealiye göre mümkünü'l- vücut ...
  • Acaba Nebiyi ekrem (s.a.a) ezanda kendi nübüvvetine ve hazreti Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet veriyor muydu? Neden zamanımızın imametine şehadet vermiyoruz?
    8512 Fıkıh Tarihi 2015/05/20
    Rivayetler esasınca şu müsellemdir ki İslam Peygamberi (s.a.a.) ezanda kendi nübüvvetine şehadet veriyordu. Zira nebiyi ekrem (s.a.a.) diğer insanlar gibi şer’i hükümlere ve tekliflere amel etmeye mükellef olmadığını ispatlayan has bir delil var olmadığı sürece mükellefti. Ezan bağlamında müstesna kılındığına dair hiçbir delilimiz yok iken mükellef olduğuna ...
  • Allahın sıfatları hakkında bilgi sahibi olduğumuz halde neden günah işliyoruz?
    9927 Pratik Ahlak 2010/11/09
    Allah amellerinizden haberdar ve Onun kadir ve hekim olduğunu bilmek insanı itaat yapmaya sürüklemez. Şeytan Allahın sıfatlarını biliyordu, ama Onun emrine sırt çevirdi.İlahi sıfatlar hakkındaki ilim, itikat ve iman ile birlikte olunca, insanı amele sevk eder. Ama heva ve ...
  • Neden İmam Ali (a.s) Nehcü’l-Belağa’da kendi imametinden söz etmemiş ve sadece hilafetini gasp ettiklerinden şikâyet etmiştir?
    9862 تاريخ بزرگان 2012/05/16
    İmam Ali’nin kendini savunması, kabiliyetlerini, liyakatini ve üstünlüklerini dile getirmesi gerçekte imamet makamını savunmak ve tanıtmaktır; zira eğer halk bundan haberdar olmazsa çok ağır bir hüsrana uğrayacaktır (nitekim bu vakıa maalesef İslam tarihinde gerçekleşti). Bu esas uyarınca İmam Ali (a.s) şartların gerektirdiği durumlarda kendi rehberlik ve imamet ...

En Çok Okunanlar