Gelişmiş Arama
Ziyaret
9015
Güncellenme Tarihi: 2010/11/08
Soru Özeti
Bidat ve onun İslam’daki ölçüsü nedir?
Soru
Bidat ve onun İslam’daki ölçüsü nedir?
Kısa Cevap

“Bidat” sözlükte yeni ve geçmişi olmayan iş manasındadır. Istılahta ise “dinde olmayan bir şeyi dine sokmak” anlamındadır; yani din ve şeraitin bir cüzü olmayan ve de hiçbir İslam kanun ve buyruklarıyla uyuşmayan bir şeyi dine isnat etmektir. Bu yüzden İslam’ın tümel buyruklarını yeni ve modern hususlara uyarlamak bidat değildir.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın açıklığa kavuşması için dikkatinizi birkaç noktaya çekiyoruz:

1. Dine bidat sokmak[1] büyük günahlardandır ve bunun haram oluşunda bir şüphe yoktur. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “(Dinde yeri olmayan) her yeni şeyin icadı bidattir, her bidat sapma ve her sapma da ateşliktir.”[2]

2. Bidat şeraite ekleme yapma veya ondan bir şeyi azaltma yoluyla bir tür dinde tasarrufta bulunmaktır. Bundan dolayı, yenilik din ve şeraitle ilgili olmaz ve de geleneksel ve normal bir mesele olarak gerçekleşirse bidat sayılmaz. Örneğin bir ulus sevinç mevsimi olarak bir günü kendi için belirlerse ve bu, şeraitin böyle bir emir verdiğine inanmaksızın gerçekleşirse, böyle bir fiil bidat sayılmaz. Ama bunun helal ve haram oluşu başka bir açıdan incelenmesi ve araştırılması gerekir. Buradan sanat, spor, teknik vb alanlardaki insanlığın birçok yeniliğinin ıstılah anlamındaki bidat sınırı dışında kaldığı ve bunlar hakkında söz konusu olan şeyin de özel ölçü ve kıstasa sahip başka açılardan helal ve haram olma meselesi olduğu açıklığa kavuşmaktadır.

3. Dinde geçmişi olmayan ve yeni husustan kastedilen şey, İslam’ın hiçbir tümel ve tikel kanun ve buyruklarıyla uyuşmaması ve mütenasip olmaması ve de İslam’ın tümel kanunlarını yeni ve modern örneklere uyarlamanın mümkün olmayışıdır.[3] Şöyle açıklayabiliriz: Şeriatta bidat unsuru, şeraitte kendisi için bir kaynağı ve kökü olmayan bir şeyi dinin emrettiği şerî bir buruk sıfatıyla insanların kullanması noktasına döner. Ama insan dinî bir amel sıfatıyla bir fiilde bulunduğu zaman ve bu fiilin meşru oluşuna dair (özel veya genel şekliyle) şerî bir delil taşırsa, bu fiil bidat olmaz. Bu yüzden büyük Şii âlimi allame Meclisi şöyle buyurmaktadır: Şeriatta bidat, Peygamberden (s.a.a) sonra ortaya çıkan ve caiz oluşuna dair özel veya genel şerî bir delilin olmadığı şeydir.[4] Büyük Ehli Sünnet bilgini İbn. Hacer Askalanî de şöyle demektedir: “Bidat yeni ortaya çıkan ve şeriatta kendisine delil teşkil edecek bir unsurun olmadığı şeydir. Şeriatın delil teşkil ettiği şey ise bidat değildir.”[5] Yukarıdaki açıklamalardan bazı insanların el ve ayaklarına sarmış kuruntudan ibaret birçok şüphe de hallolmaktadır. Örneğin dünyadaki birçok Müslüman Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) doğum gününü kutlamaktadır ve bir grup ise bunu bidat bilmektedir! Oysaki söylediklerimiz esasınca bidat ölçüsü bu hususa uyarlanmamaktadır; zira her ne kadar bu tür bir yüceltme ve sevgi ilanı şeriatta olmasa da yüce İslam Peygamberi ve onun ehli beytine (a.s) sevgi duymak İslam’ın kesin usullerindendir ve bu gibi dinsel bayramlar bu genel usulün gösterge ve yansımasıdır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ben, buna karşılık sizden, yakın akrabamı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum."[6] Ve yüce Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç kimse malı, evladı ve tüm insanlardan daha çok beni sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”[7] Bu ilke Müslümanların bireysel ve toplumsal yaşamlarının değişik boyutlarında gösterge ve yansımalar taşıyabilir. Doğum günlerinde kutlama yapmak söz konusu günlerdeki Allah’ın rahmet ve bereketinin nüzulünü hatırlama ve ilahî dergâha şükretme özelliği taşımaktadır. Bu fenomen (rahmetin nüzul gününde kutlama yapmak) önceki şeriatlarda da yer almıştır. Nitekim Kur’an’ın açık ifadesiyle Hz. İsa (a.s) Yüce Allah’tan kendisine ve yarenlerinden oluşan topluluğa semavî bir sofra indirmesini istemiş ve böylece sofranın inme gününü nesiller boyu kendisi ve müntesiplerince kutlamasını dilemiştir. “Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun.”[8] Artı, iki emanet hadisi hükmünce imamların rivayetleri (a.s) şeriat kaynağı ve dinsel hükümler delillerinden sayılmaktadır. Dolayısıyla onların sözlerine uymak dine uymaktır ve bu dinde bidat çıkarma kategorisine girmez.

4. Bidatin manasına dikkat etmeyle kültürel, siyasal ve toplumsal meselelerde önemli bir rolü olan mühim bir konu anlaşılmaktadır ve o da batılın gerçek çehresiyle hiçbir zaman talip ve müşterisinin olmadığıdır; çünkü hiç ve boştur. O halde kendine dikkat çekmek için hakikat şekil ve rengine bürünmekte ve bir hakikat şeklinde görünmektedir. Çünkü tüm insanlar ve varlıkların hepsi hakikat ve gerçeği istemektedir. Tarih boyunca batıl cephesindeki en önemli faaliyet alanı kültür alanı olmuş ve bu yolla kendi çirkin çehresini güzel ve gerçek gösterme hedefini gütmüştür. Kur’an-ı Kerim yirmi yerden fazla batılın bu taktiği hakkında “tezeyyün” (güzel göstermek) tabirini kullanmıştır. Mesela bir örnekte şöyle buyurmuştur: “Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemişti.”[9] Ve şöyle buyurmuştur: “Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?”[10] Bu açıdan tarihin kadim dönemlerinden bugüne dek zalim ve sömürgeci egemenlerin önemli araçlarından biri de sahte din üretmek ve yeni mezhep ve düşünceler icat etmek olmuştur. Böylece bu vesileyle ilahî dinler karşısında direnmek ve hak cephesini zorlamak istemişlerdir. Elbette düşmanın değişik propaganda yöntemlerini detaylı bir incelemeye tabi tutmak ve görünüşü güzel ve aldatıcı çehreler arasında batılın gizli yüzünü keşfetmek ve tanıtmak kolay bir iş değildir. Bilimsel ve düşünsel alanlarda üstün yeteneklere sahip olanlar ancak böyle bir işi yapabilir. İslam’da âlimler ile oturmanın ve onlarla beraber olmanın defalarca vurgulamasının[11] felsefe ve sırrı belki de budur. İşte bu şekilde insan gerçek bilginler ile irtibat kurarak sapma tehlikesinden korunabilir.

5. Sapma hiçbir zaman ilk merhaleleriyle kısıtlı kalacak şekilde incelenmemelidir. Gelecek zamandaki devamına da bakılmalıdır. Nitekim hendese biliminde sapma açısının genişlik miktarı ilk başta çok azdır ama uzamasıyla birlikte az olan genişlik yüzlerce veya binlerce kilometreye dönüşmektedir. Buradan ilmî havzalarda geçerli yöntem olan geleneksel fıkha önem vermenin ve taklit mercilerine uyma zorunluluğunun felsefe ve sırrı ve de bu yöntemin niçin imamların nuranî şahsiyetlerince (a.s) teyit edildiği[12] anlaşılmaktadır. Bu yöntem dinsel metinlerdeki hakikatleri anlamak ve kavramak için en sağlam ussal ve aklî yöntemdir.[13] Her halükarda dinde bidat çıkarmak yıkıcı siyasal, toplumsal ve kültürel neticeler taşır ve bu dinin toplumda tahrip edilmesinin en önemli etkenidir. Belki de bu netice ve sonuçlar nedeniyle Peygamber (s.a.a) Zirar Mescidi’ni yıkma emri vermiştir.[14] Çünkü Kur’an bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resulüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.”[15]



[1] Gerçekte dinin bir cüzü olmayan bir şeyi dine isnat etmek.

[2] Biharu’l-Envar, c. 2, s. 263; Müsned, Ahmed Hanbel, c. 4, s. 126.

[3] Menşur-i Akaid’ten, Cafer Sübhanî, s. 219 sonrası.

[4] Biharu’l-Envar, c. 74, s. 202.

[5] Fethu’l-Bari, c. 5, s. 156.

[6] Şura, 23.

[7] Camiu’l-Usul, c. 1, s. 236.

[8] Maide, 114.

[9] Enfal, 48.

[10]Fatır, 8.

[11] Kafi, c. 1, Bab-u Mecaliseti’l-Ulema ve Sohbetehum.

[12] Vesailu’ş-Şia, c. 18, s. 19, İmam Sadık’tan şöyle rivayet etmektedir: “Sözlerimizi nakleden ve açıkladığımız helal ve haramı okuyup onları tanıyan kimseyi hâkim karar kıldım.” Şeyh Seduk Kemalu’d-Din ve Tamamu’n-Ni’me kitabı c. 2, s. 844’te asrın imamından şöyle nakletmektedir: “Meydana gelen olaylar hakkında hadislerimizin nakledicilerine müracaat edin; zira onlar benim size hüccetimdir ve ben de Allah’ın hüccetiyim.

[13] Daha fazla bilgi için fıkıh usulü ve delilli fıkıh kitaplarına müracaat edin.

[14] Sire-i İbn. Hişam, c. 2, s. 530; Biharu’l-Envar, c. 2, s. 253.

[15] Tövbe, 107.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Cenabet guslü alması gereken biri namaz kılabilmek için guslün yanı sıra abdestte alması gerekir mi?
    26159 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/08/11
    Cenabet guslü yerine getirmiş olan kimse normal şartlarda abdesti bozan bir durumla karşılaşmadığı takdirde (tuvalete çıkma, yellenme gibi…)aldığı cenabet guslü ile namaz kılabilir ve namaz için abdest almaması gerekir. Eğer abdesti bozan bir durumla karşılaşmadığı halde gusülden sonra namaz için abdest alırsa haram olan(yapmaması gereken ) bir ...
  • İmam niçin masum olmalıdır ve imamın masum olduğu nasıl belirlenmelidir?
    13092 Eski Kelam İlmi 2008/06/18
    Şia, Ehl-i Sünnet’in aksine, imamın, da masumiyet konusunda peygamberler (s.a.a.) gibi olduğuna inanmaktadır. Bu yüzden İslam Peygamberi ve diğer ilahi peygamberlerin de masum oldukları gibi, imam da hata ve yanlıştan masum olmalıdır.Ama Ehl-i Sünnet, peygamberden sonraki halifeliği, ilahi değil, toplumsal bir makam olarak görmektedirler onlara göre bu makam halk ...
  • Rehberliğin görüşüne göre “bilerek” namazı bozmanın hükmü nedir?
    30111 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    İradi olarak farz namazı bozmak ve kesmek haramdır ama bir kefareti yoktur. Eğer insan namazını doğru kılıp kılmadığına dair şüphe ederse şüphesine itina etmemeli, namazını doğru kıldığına hükmetmeli ve namazı bozmamalıdır. Ama namazını bozarsa bunun bir kefareti yoktur. Elbette farz namazı iradi olarak bozmak haramdır ama ...
  • Eğer namaz kılan bir insan namaz esnasında mescidin necis olduğunu veya olacağını anlarsa ne yapmalıdır?
    6070 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/09/12
    Tevzihü’l-Mesail’de şöyle belirtilmiştir: “Eğer namaz kılan şahıs namaz esnasında mescidin necis olduğunu anlarsa ve namaz vakti dar ise namazın tümünü kılmalıdır. Eğer vakti varsa ve mescidi temizlemek namazı bozmaya neden olmazsa namaz esnasında temizlemeli ve sonra namaz kılmalıdır. Lakin bu namazı bozacaksa, namazı bozmalı, mescidi temizlemeli ve sonra namaz ...
  • Ümmü'l Mü'minin deyimi nasıl ortaya çıktı?
    11752 Tefsir 2009/06/16
    Ümmü'l Mü'minin deyimi ilk olarak Peygamber (s.a.a)'in zamanında Ahzap suresinin 6. ayetinin nazil olmasıyla deyimleşti. Ayet, Peygamber (s.a.a)'in eşlerinin mü'minlere göre durumunu ortaya ...
  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    7032 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Eğer Ayşe müminlerin annesiyse ve Kur’an onun temiz olduğunu ilan etmişse, Cemel savaşında İmam Ali’yle (a.s) nasıl savaştı?
    9578 Eski Kelam İlmi 2011/09/21
    Sorudaki temizlikten kastedilen temizlik, tathir ayetinin içeriği olan tüm yönleriyle ve mutlak temizlikse, tathir ayeti sadece aziz Peygamber (s.a.a), İmam Ali (a.s), Fatıma (a.s), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin ile ilgilidir ve Peygamberin eşlerini kapsamamaktadır. Ama iffet ile çelişen bir ameli yapma ithamından (ifk hadisesi) temizlenmek ise, bu ...
  • Gusül alırken bedenin mutlaka yıkanması gereken yerleri neresidir?
    9969 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/01/17
    Guslün doğru olmasının şartlarından biri suyun bedenin görünen dış yüzünün tümüne ulaşmasıdır. Nitekim Tevzih-ul Mesail’de şöyle yazar: ‘Gusül alırken bedende iğne ucu kadarda yıkanmayan yer kalırsa gusül batıldır. Ama kulak ve burun içi gibi görünmeyen yerlerini yıkamak farz değildir.’
  • Hz. Meryem’in makamının yükselmesine neden olan şey nedir?
    15584 Tefsir 2012/06/26
    Kur’an ve hadislerden anlaşılan şu ki; İmran’ın kızı Meryem, mali bakımından iaşesini idare edebilecek bir güce sahip değil ve böyle fakir bir ailede (zira o doğmadan önce babası vefat etmişti) dünyaya gelmiştir. Bu neden dolayı onun sorumluluğunu Hz. Zekeriya (Meryem’in teyzesinin kocası) üstlenmişti. Bu değerli ...
  • Aceleyi gidermek için ne yapılmalıdır?
    6741 Teorik Ahlak 2012/05/03
    Acele, dinsel öğretilerin men ettiği hususlardandır. Bu, işleri yapmada erken girişimde bulunmak anlamına gelir. Acele etmek hız ve işleri zamanında yapmak ile fark eder. Hız, öncüllerin ve gerekli şartların hazır olmasından sonra insanın fırsatı elden vermemesi ve işi yapmak için girişimde bulunmasıdır. Acelenin karşısında ise soğukkanlılık ve ...

En Çok Okunanlar