Please Wait
10182
Dinle bilimin çelişmesi konusu ithal bir konu olup Hıristiyanlığı ilgilendirmektedir. Din-î Mübin-î İslam’ın bu meseleyi halletmesi hususuna geçmeden önce birkaç noktayı göz önüne almak gerekir:
1- Bir konu genel olarak dine dayandırıldığında onun, bilimle din arasında muhalefet olduğu düşüncesini uyandırmaması için dini metinlerdeki mukayyet ve muhassısları (mutlak (koşulsız) deliller için koşul, genel deliller için tahsis olan deliller) dikkate alınmalıdır. Ayet ve hadisler incelendiğinde bu noktalara dikkat edilmelidir.
2- Akıl, İslam’da Allah’ın hüccetidir. Eğer bilim, bir teoriyi burhanla ve kesin olarak ispatlarsa din onu kabul eder ve bu ayet ve rivayetlerin sözel olmayan mukayyetler (koşullar) ve tahsislerine girer.
3- Çelişme meselesinde, dini metinlerdeki bazı olaylar için zikredilen manevi nedenlerle maddi nedenler birbirine karıştırılmamalıdır.
4- Bilimsel keşif ve teorileri değerlendirirken teorilerle hipotezler hatta bütün varsayımlarıyla ispatlanmamış teorilerle bütün varsayımlarıyla ispatlanmış ve kanun haline gelmiş teorileri birbirlerinden ayırmak gerekir. Zira daima değişiklik gösteren teoriler, sabit olan dini öğretilerle çelişemezler. Bilimsel sonuçları değerlendirirken kesinleşmemiş şeyleri, kesin diye algılamamak gerekir.
Yukarıdaki noktalar göz önüne alındığında bilimle din arasında herhangi bir tezat ve çelişkinin olmadığı görülecektir.
Orta çağdan sonra başlayan bilimsel gelişmeler genel olarak kilisenin ve onun yorumladığı İncil’in öne sürdüğü bilimsel kavramlarla karşılaştırılınca bilimle dinin arasındaki çelişki gündeme gelmeye başladı. Bilimin gelişip ilerlemesiyle Hıristiyanlık’ta gerilemeye başladı. [1]
Bilimle dinin çelişme konusunu bazıları şöyle halletmişlerdir: ‘Din, akıl ve istidlal alanının dışında ve onların üstündedir.’ Kierkegaard
gibilere göre insanın akıl ve düşüncesiyle keşfedilen her şey iman alanının dışında kalır.’
[2]
Başlangıçta Hıristiyanlığa ve onun dine özel bakışına ait olan [3] ilimle din arasındaki çelişki bir takım kimseler tarafından, onun kendine has incelikleri göz önüne alınmadan İslami öğretilerin alanına sokuldu.
Bilimle din arasındaki çelişkiye cevap verebilmek için önce iki alanda konuşmamız gerekir. Bu iki alandan biri dinin beyanları, diğeri de bilimsel keşiflerdir.
a) Dini Beyanlar
Dinle bilimin çelişmesi konusunda dinin beyanları hakkında şöyle söylemek gerekir:
1- Dini kaynaklardaki (kitap ve sünnet) dinin bir konusunun kayıtlarına, tahsislerine ve yorumlarına da dikkatle bakmak gerekir. Öyle ki, başlangıçta bu nasların mukayyetlerini (koşullar) ve tahsislerini (sınırlamalarını) aramadan o emir ya da yorumun genellik ve mutlaklığına (koşulsuzluğuna) hüküm verilmemelidir.
Konunun anlaşılması için dini metinlerden bir örnek getirelim: Kur’an’da balın insanlar için şifalı bir gıda olduğu buyurulmaktadır. [4] Birisi bundan balın her derde deva olduğu sonucunu çıkarsa, bilimde balın örneğin falan hastalık için zararlı olduğunu keşfetse böyle biri zannedecek ki, bilimle din çelişmektedir. Oysa Kur’an balın her derede deva olduğunu söylemiyor.
Fahr-u Razi, bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: Allah Teala balın herkese ve her derde deva olduğunu buyurmuyor. Aksine bazı durumlarda şifa olduğunu buyuruyor. [5]
Mantık kurallarına göre konuşursak bu belirsiz (kaziye-i muhmele) bir önerme olup tekil önerme (kaziye-i cüz’iye) hükmündedir.
Dini kaynaklarda gelen bu gibi hitap ve söylemleri göz önüne almak gerekir. Bunları göz önüne almadan bir konuda genellik ve mutlaklık hükmü verilmemelidir.
2- Bazı batılıların görüşlerinin aksine İslam’da akıl ve akıl burhanlarının yeri çok büyüktür. Öyleki ‘akıl’ı insanın batınî peygamberi olarak saymış ve akıllı birinin ibadetini diğer ibadetlere daha tercihli ve daha faziletli olduğunu belirtmiştir. [6]
Bu yüzden dinin nakli delilleri nasıl ki yine diğer nakli delillerle tahsis veya takyit ediliyorsa bu delillerde -usul-u fıkıhta beyan edildiği gibi- kesin akli ve ilmi delillerle tahsis ve takyit edilirler. Örneğin senetlerinin sahih olduğu varsayılan bazı rivayetlerde hastalıkların geçici olmadığı söylenmektedir. [7] Oysa bilim, bazı hastalıkların geçici olduğunu ispat etmiştir. Böyle bir durumda herhangi bir çelişki ortaya çıkmaz. Aksine insan tefekkür, akıl ve deneylerinin sonucu olan bu kesin bilimsel deliller kesin akli ve ilmi deliller konumundadır. Yani rivayet bütün hastalıkları kastetmiyor, amacı geçici olmayan hastalıkardır.
Dikkat etmek gerekir ki, böyle yerlerde akıl ile din arasında değil, akıl ile nakil arasında çelişki vardır. Zira dini öğretiler hem nakilden hem de akıldan alınmaktadır.
3- Bazı rivayetler bazen bir tepkinin maddi nedenini değil sadece manevi nedenini açıklarlar; zira maddi nedenle karıştırılırsa dinle bilim arasında çelişki olduğu yanılgısı ortaya çıkabilir. (Manevi nedenler maddi nedenlerin boylamındadır, yani bir olayın manevi boyutları oluştuğunda bu, maddi nedenlerin ortamını da hazırlar ve o olay meydana gelir.)
Örneğin, depremin insanların günahlarından kaynaklanığını söyleyen hadisler var. Bilim ise depremin, yerin yavaş yavaş ya da birdenbire bir takım doğal etkileşimler neticesinde gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Eğer burada bir çelişki olduğu zannına kapılıpta ‘Deprem insanların günahlarından kaynaklanmaktadır’ veya ‘Depremin böyle şeylerle ilgisi yoktur yalnızca yerin hareketleriyle ilgilidir.’ denilemesi doğru olmaz. Çünkü din: ‘Depremin nedeni insanların günahlarıdır’ diyorsa bununla onun manevi nedenini kastediyor. Bununda maddi alemde böyle bir olay gerçekleşeceği zaman ortaya çıkan bu etkileşimlerle çelişen bir yönü yoktur. Öyleyse maddi ve manevi nedenleri birbirinden ayırmak lazım.
b) Bilimsel Keşifler
Dinle bilim arasındaki çelişki konusunda bilimsel keşifler hakkında da birkaç noktaya değinmek gerekir:
1- Bilimsel meselelerde teorilerle ispatlanmış kanunları birbirinden ayırmak gerekir. Bilimsel bir varsayım hatta bir teori yüzde yüz kesinleşmedikçe ve kanun haline gelmedikçe dini öğretilerle çelişemez. Zira henüz teori safhasındadır ve ileride akside ispat edilebilir. Veya görüş safhasındadır ve dinin hitap ve beyanlarının tümünde doğruluğu tespit edilememiştir. Dolayısıyla bu iki durum dinin kesin beyanlarıyla asla çelişmez. Evet gün gelir bir teorinin doğruluğu ispatlanır ve dininde herhangi bir öğretisiyle çelişirse o çelişkinin giderilmesine çalışılmalıdır.
2- Bilim felsefesinde bazı bilginler bilimsel görüşlerin dış gerçeklerin göstergesi olmadığına, aksine insanların zihni canlandırmalarına dayandığına inanmaktalar. Bu da dünyadaki olayların analiz edilip açıklanmasında faydalı olduğu için kabul görmüştür. Mesela diyorlar ki, Darwin’in evrim teorisi, gerçekte insanın maymundan türediğini söylemiyor. O diyor ki, eğer böyle bir şeyi farzedersek insan yaşamı konusunda birçok bilinmeyen halledilir. Bilim felsefesinde kabul gören bu teoriye, görüş belirtmek denmektedir. [8] Bu esesa göre bazıları bilimle din arasında çelişki olmadığını iddia etmekteler. Çünkü dinin söylediği gerçektir ve bilimin söylediği ise pratikte faydalanmak için uydurulmuş bir efsanedir.
3- Kimileri diyor ki: Bilimin fonksiyonuyla dinin fonksiyonu tümüyle farklıdır. İki şey arasındaki çelişki, her ikisinin konusu aynı ama hükümleri farklı olursa söz konusu olur. Oysa bilimle din arasında böyle bir şey söz konusu değildir.
İan Barbour şöyle diyor: ‘Bilim konusunda analizciler ona genellikle ‘vesile’ gibi bakıyorlar. Yani teorileri daha faydalı görüyor, bilimin gerçek ve asıl görevinin öngörü ve kontrol olduğunu söylüyorlar. Ama dini daha çok ‘bir yaşam biçiminin tavsiye ve tasvibi’ diye niteliyorlar. Yani bir takım ahlâki kurallara teslimiyet olduğunu söylemekteler.’ [9]
Bu görüşte haklılık payı olsa da dinin doğal gerçekleri açıklama hususu göz ardı edilmiştir. Kur’an ve diğer bütün kutsal kitaplarda rüzgar, yağmur ve diğer doğal olaylardan bahsedildiği inkar edilemez. Çelişki iddiasından kaçmak adına kutsal metinlerde gelen dinin birçok söylemlerini göz ardı edip geri kalanların üzerinde odaklanamayız. Din her ne kadar ‘Allah’ın karşısında teslim olmak’ veya ‘belli bir yaşam tarzı manasına gelse de aynı din evren hakkında da konuşmuştur. Bazen ‘dinin bu bölümünün bilimsel verilerle çeliştiği zannı uyanmakta öyleyse buna bir çare bulmak gerekir’ diye söylenmektedir. [10]
Son olarak şunu söylemek gerekir, Kur’an-ı Kerim, İslam dinin semavi kitabıdır. Onda bilimsel keşiflerle çatışacak herhangi bir şey olmadığı gibi kendisi aynı zamanda büyük bilimsel bir mucizedir. Yani bilim, onun bahsettiği bilimsel konulara asırlar sonra ulaşmıştır. Örneğin En’am suresinin 125. ayetinde sapmışların göğüs darlıklarına şöyle bir benzetme yapıyor: ‘Allah...kimi sapıtmak isterse gönlünü öyle bir daraltır ki sanki göğe çıkıyormuş gibi sanır kendisini.’ Daha birkaç yüzyıl öncesine kadar bilim insanları havanın ağırlığı ve basıncı olmadığına inanıyorlardı. Ama 1643 yılında Torricelli, barometreyi icat edince havanında bir basıncı olduğu keşfedildi. Aradan asırlar geçtikten sonra hava basıncının olduğu ve onun bedendeki kanın basınç derecesiyle uygunluğu, bununda iç ve dış basınçla dengesi keşfedilince ayetteki benzetme de keşfedilmiş oldu. [11]
Bilimdeki gelişmeler ve değindiğimiz diğer konular göz önüne alındığında İslam’ın kesin öğretilerinin bilimin ve burhanın kesin bulgularıyla asla çelişmediği görülecektir. Burhanda bilimin sınırları içinde Allah’ın hüccetidir ve Kur’an-ı Kerim’in veya Masumların (a.s) vasıtasıyla Allah’ın bize gönderdiği nakillerle çelişmez. [12]
Daha fazla bilgi için bak:
1-Bilimle Dinin Mukayesesi. Soru:1001 (1364)
2-İslam ve Aklaniyet. Soru: 11111 (10971)
3-Din ve Bilim
[1] -Hadevi Tahrani, Mebani-i Kelami-i İçtihat, 313
[2] -a.g.e. s.315
[3] -a.g.e. s.315
[4] -‘Onda (balda) insanlara şifa var’ (Nahl/69)
[5] -Tefsir-i Kebir, ilgili ayetin tefsiri; Sefinetu’l Bihar, c.3, s.483.
[6] -Sefinetu’l Bihar, c.3, s.541.
[7] -Gaffari, Ali Ekber, Telhis-i Mikbasu’l Hidaye, s.48
[8] -Emini, Ali Rıza ve Cevadi, Muhsin, Maarif-i İslami, c.2, s.40
[9] -Eban Bar Bur, Bilim ve Din, s.153-155 (Maarif-i İslami, c.2, s.43’ten alınmıştır)
[10] -Emini, Ali Rıza ve Cevadi, Muhsin, a.g.e, c.2, s.43
[11] -Marifet, Muhammed Hadi, Ulum-i Kur’ani, s.425.
[12] -Üstad Cevadi Amuli’nin H.Ş. 01/12/1384 tarihinde yaptığı ‘Bilim ve Din’ adlı tefsir dersi konuşmasından alınmıştır.