Please Wait
5870
İrfanda yaygın olan konulardan birisi, keramet ve olağanüstü işler yapma meselesidir. İrfan ve seyr-i sülûk yolunda keramet, mükaşefe ve olağan dışı işlerin meydana gelmesi, insanın bunlar ile mağrur olacağı ve bu hususları çok önemseyeceği hususlar değildir. Bunlar yüce Allah’ı şuhudi olarak tanımanın ilk ve çok düşük basamaklarıdır. Gerçek ve temiz arifler hiçbir zaman bu hususlara gönül bağlamamıştır. Bu hususta bu tür kabiliyetler ve olağanüstü işler yapmak hak ve batıl arasında ortak olduğundan, her ferdin, meşrebinin ve yönteminin hakkaniyetine ve de onun Allah’a yakın bir insan olduğuna delil teşkil etmez. Bu, o şahsın Allah’ın velilerinden olduğuna ve yüce Allah nezdinde bir makam ve konum taşıdığına delil sayılmaz. Elbette böyle bir makam ve konuma sahip olunmadığına da delil teşkil etmez; böyle şahısların gerçekten Allah’ın liyakatli kulları olması ve yüce Allah’ın onların eliyle birtakım olağanüstü işler yapmayı maslahat bilmesi de muhtemeldir. Bu nedenle keramet ve olağanüstü işler yapan şahısların doğru bir şekilde tanınması gerekir.
İrfan ile özdeşleşmiş konulardan ve çok yaygın olan tabirlerden birisi keramet ve olağanüstü işler yapma meselesidir. Böyle makamlara sahip olan birçok büyük şahsiyet ve Allah velisini tanıyoruz. Onların bazıları hatta hayatları döneminde keramet ve olağanüstü işler ile meşhur olmuş ve halk kendilerine özel bir ilgi beslemiştir. İslam irfanında kerametten kastedilen mana, şahsın ruhsal olarak olağanüstü işler yapacak ve evrende birtakım tasarruflarda bulunabilecek bir güce sahip olmasıdır.[1] Örneğin ani yer değiştirme, hastaya şifa verme veya zahiri imkânlar olmaksızın bir şeyi bir yerden başka bir yere intikal ettirmek bu kabildendir. Eğer bu işler ilahi izne istinat edilir ve Allah ile irtibatın bir göstergesi olursa keramet olarak adlandırılır. Peygamberler, veliler ve temiz imamlar tarafından nübüvvet ve imamet iddiasının ispatı için gerçekleştirilen bu fiilin yüksek mertebesi mucize olarak adlandırılır.[2] İrfan ile olağanüstü işler yapmak arasındaki ilişki hakkında önemli olan nokta şudur: Esasen irfan ve seyr-i sülûk yolunda keramet, mükaşefe ve bireylerin kalbinden haberdar olmak insanın bu vesileler ile mağrur olacağı hususlar değildir ve bunlar pek önemli hususlar olarak telakki edilmemelidir. Bunlar yüce Allah’ı şuhudi olarak tanımanın ilk ve en küçük adımlarıdır. Gerçek ve doğru arifler hiçbir zaman bu hususlara gönül bağlamamıştır. Yüce Allah bildiği bir maslahat esasınca, bazen birtakım hususları bazı bireylere verir ve bazen de bir takım maslahatlar bu tür hususların bir bireyden alınmasına neden olabilir. Nitekim bir takım fertler keramet sahibi olmalarına rağmen bir takım maslahatlar esasınca bunu ortaya koymamaktadır. Netice itibari ile bazıları tarafından keramet sergilenmesi inkâr edilmeyen gerçek bir husustur ve kesinlikle bazı insanlar birtakım hallerde ve taşıdıkları kutsal kudret vasıtasıyla bazı hususları idrak etmekte ve başkalarının idrak etmekten, görmekten, duymaktan ve yapmaktan aciz oldukları birtakım şeyleri görmekte, duymakta ve yapmaktadır. Ama bu tür kabiliyetler ve olağanüstü işlerlerde bulunmak, hak ve batıl arasında ortak olduğundan, her bireyin, meşrebinin ve yönteminin hakkaniyetine ve de bireyin Allah nezdinde yakın bir kul olduğuna delil teşkil etmez. Bu, böyle bir bireyin Allah’ın velilerinden olduğuna ve onun nezdinde bir makam ve konuma sahip olduğuna delil sayılmaz; zira:
1. Bu tür kabiliyetler hatta Allah’a hiçbir inancı olmayan bir kimse için dahi hâsıl olabilir. Örneğin din, Allah ve kıyamete inancı olamayan birçok Hindistanlı sihirbaz çektikleri riyazetler ile bir takım bulgular elde etmekte başkalarının göremediği ve yapamadığı işleri görmekte ve yapmaktadır. Öte taraftan bazı olağanüstü işler ve kerametler de kulluğun, yüce Allah’ın buyruklarıyla amel etmenin, doğru ve şer’i riyazetlerin neticesidir. Nitekim bu alandaki büyük şahsiyetler herkes tarafından tanınmaktadır.
2. İrfan ve Allah’a yönelik yolculukta temel ve önemli rükün bireyin yüce Allah’ı tanımada elde ettiği temel derecedir. Bu tanımadan kastedilen şey, huzuri ve sezgisel tanımadır. Bu, şahsın dışında başka hiç kimsenin ulaşamayacağı bir şeydir. Böyle bir tanımanın bireyin varlığında bulunup bulunmadığı ve eğer bulunuyorsa hangi derece ve merhalede bulunduğu meselesi bizim bilgi ve bulgularımızın alanı dışındadır ve bu hususta ancak bir takım sanılarda bulunulabilir.[3]
3. İrfanın hakikati, yüce Allah’ı kalpsel ve sezgisel olarak tanımaktan ibarettir. Bu hiçbir şekilde irfani konuları söylemeyi veya olağanüstü işler yapmayı gerektirmez. Ne irfani konu ve kavramları bilmek, zikretmek ve olağanüstü işler yapmak bir şahsın irfanın hakikatine erdiğine delil teşkil eder ve ne de irfan ıstılah ve kavramlarını bilmemek ve olağanüstü işler yapmamak bir şahsın yüce Allah’ı sezgisel ve huzuri olarak tanımadığına delalet eder.[4] Bundan dolayı keramet ve olağanüstü işler sergileyen bir şahıs doğru bir şekilde tanınmalıdır; yani böyle bir şahsın inanç, mezhep, meşrep, davranış ve hareketlerinin doğruluğu ve hayatının kutsal şeriat buyrukları esasınca şekillenip şekillenmediği veya şeriat karşıtı ameller ve batıl riyazetler ve yanlış inançlar ehli olup olmadığı incelenmelidir. Çünkü keramet ve benzeri şeylerin sergilenmesi insanın gönül bağlayacağı şeyler değildir. Hatta bu hususlara gönül bağlamak gerçekte bir tür şirktir ve şeytanın bu yoldaki tuzaklarından sayılır. Yüce Allah’a gerçek kul olmak, insanın Allah’a sadece ilah olmasından dolayı tapınmasıdır. Eğer Allah uygun görürse bu hususları bahşeder; o halde Allah’a keşif ve keramet dürtüsüyle kulluk edilmemelidir. Aksi takdirde Kur’an’ın tabiriyle böyle bireyler heveslerini rab edinenlere dönüşür: Nefsinin hevesini kendisine rab edineni gördün mü?[5]
[1] Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Der Costecuyu İrfanı İslami, s: 294, İntişaratı Müessesei Amuzeşi ve Pejuheşiyi İmam Humeyni (r.a), Kum, çapı dovvum, 1387 h.ş.
[2] Daha fazla bilgi edinmek için “Peygamberlerin Misyonunda Mucizenin Konumu” adlı 11681. Soruya (Site: 13467) müracaat ediniz.
[3] Der Costecuyu İrfanı İslami, s: 317.
[4] a.g.e, s: 318.
[5] Casiye Suresi, 23. ayet.