Please Wait
47154
Bu bağlamda farklı görüşler var olmaktadır. Ancak kanaatimizce aşağıdaki görüş doğru olana daha yakındır: Peygamber (s.a.a.) şahsen Allah tarafından kendisine verilen has bir programa sahipti. O programa uygun bir şekilde eylemlerini ve yaşamını düzenliyordu. Yani asıl itibariyle İslam dini kendisine gelinceye kadar bu ona mahsus bir ayindi.
İslam Peygamberi kendisine Peygamberlik gelmeden önce putlara kesinlikle secde etmediği ve tevhit yolundan sapmadığı kesindir. Tarih onun hayatının bu boyutunu çok açık ve güzel bir şekilde yansıtıyor. Ama hangi ayin üzerinde idi? Ve hangi Peygamberin dinine, şeriatına ve düsturlarına amel ediyordu noktasında Müslüman düşünürler arasında farklı görüşler var olmaktadır.
1- Bazıları Onun (s.a.a.) Hz. Mesih’in dinine bağlı ve bu din üzerinde olduğunu savunuyor. Zira Peygamber (s.a.a.) Peygamberlikle görevlendirilmeden önce resmi din ve iptal (nasih) edilmeyen din hazreti Mesih’in diniydi.
2- Bir diğer kesim Müslüman düşünürler Hz. İbrahim’in bağlı ve bu din üzerinde olduğunu savunuyor.[1] Zira Hz. İbrahim “şeyhu’l-enbiya” ve Peygamberlerin (a.s.) babası konumundaydı. Ayriyeten İslam dinini, Hz. İbrahim’in dini gibidir şeklinde tanıtan ayetler de bu görüşü destekliyor diyorlar. “Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kuran’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız”.[2]
3- Müslüman düşünürlerden bir diğer kısım da bu konuda her hangi bir bilgiye sahip olmadıklarını belirtip şöyle diyorlar: Onun (s.a.a.) bir dine sahip olduğunu biliyoruz. Ama bu dinin hangi din olduğu noktasında bizim bir bilgimiz yoktur. Bu bağlamda biz bir neticeye varmış değiliz!.
Söz konusu olan bu üç görüşün her birisinin kendine has bir gerekçeleri vardır. Ama bunlardan hiç birisi kesin değildir. En uygun olan görüş dördüncü görüştür. Oda şu: Peygamber (s.a.a.) şahsen Allah tarafından kendisine verilen has bir din ve has bir programa sahipti. O programa uygun bir şekilde eylemlerini ve yaşamını düzenliyordu. Yani asıl itibariyle İslam dini kendisine gelinceye kadar bu ona ait has bir ayindi.
Bu görüşün delili bir hadistir. Bu hadis “nehcül balaga”da zikredilmiş. “Hadis şöyle diyor: Allahın Resulü sütten kesildiği andan itibaren onu gece gündüz yönlendirsin, ona güzellikleri öretsin ve onu güzel ahlaka yönlendirsin diye Allah tarafından en büyük melek onun arkadaşı kılındı”.[3]
Böyleli bir meleğin görevlendirilmesi has ve özel bir programın olmasına delildir.
Bu bağlamda bir diğer delilde şudur: Tarih kitaplarının hiçbirisinde İslam peygamberinin Yahudi, Hıristiyan ve başka dinlerin ibadet yerlerine gidip orada ibadet yaptığını yazılmamış olmasıdır. Ne putperestlerin ibadet ettikleri puthanelere gidip putperestlerin kenarında ibadetle meşgul olmuş ne ehli kitabın ibadethanelerine gidip onların kenarında ibadetle meşgul olmuş. Bilakis tevhit anlayışına sahipti ve bu hattı devam ettiriyordu. Ameli olarak da sıkıca ahlaki usullere ve kurallara bağlıydı.
Biharul envar adlı rivayi kitapta merhum Meclisinin yazdıklarına göre İslami kaynaklarda bu bağlamda birçok rivayet var olmaktadır. Söz konusu rivayetlerde şöyle denilmektedir: “Peygamber (s.a.a.) ömrünün ilk başlarından beri ruhul kudus” ile destekleniliyor ve onun desteği ve teyidi altıda idi. Peygamber (s.a.a.) kesinlikle “ruhul kudus”un verdiği ilhamlar doğrultusunda amellerini düzenliyor ve bu doğrultuda kendi yaşamını devam sürdürüyordu”.[4]
Allame Meclisi’nin kendisi şahsi olarak şu görüştedir ki, Peygamber (s.a.a.) Risalet makamından önce Nübüvvet makamına sahipti. Bazı zamanlarda melekler onunla konuşuyordu. Peygamber de onların seslerini duyuyordu. Bazen de doğru rüyalarla (rüyayi sadika) kendisine Allah tarafından ilahi ilham şeklinde ilham diliyordu. Bu durum kırk yılına kadar devam etti. Kırk yıla girdikten sonra risalet makamına ulaştı. Bundan sonra kuran ve İslam dini resmi bir şekilde ona nazil oldu. Allame Meclisi bu bağlamda altı delil zikrediyor. Yukarıda zikredilen deliler onun zikretmiş olduğu delillerin bir kısmıyla uyum içindedir.[5]
[1] CAFERİ, Yakup, “Kevser”, c. 6, s. 234. Peygamber (s.a.a.) İbrahim’in dinini takip ediyor ona tabidi ve Allah tarafından kendisine İbrahim’in (a.s.) dinine ve onu takip et diye vahiy edilmişti.
…Allahın Resulü Hz. Muhammed (s.a.a.) İslam ümmetiyle birlikte kendilerini Hz İbrahim’in (a.s.) gerçek takipçileri olarak nitelendirmekten daha yüce ne olabilir.
Peygambere (s.a.a.) İbrahim’in takipçisi ol şeklindeki vahiy sadece peygamberlikten önceki zamana has bir durum değildir. Bilakis bu bağlamdaki vahiy peygamberlikten sonra da devam etmiş. Yani Hz. Muhammed (s.a.a.) Hz. İbrahim’in (a.s.) yolunu devam ettirendir. Hz. İbrahim (a.s.) tevhit anlayışının temsilcisi ve putları kıran kahraman bir kimsenin mazharı unvanıyla bizim Peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.) olmak üzere bütün Peygamberler için örnekti. Aslında bütün Peygamberler dinin usulleri noktasında Hz İbrahim’in (a.s.) takipçileriydiler. Eğer aralarında bazı farklılıklar var idiler ise de bu farklılıklar furui ve şeriatin bazı hükümleriyle alakalıydı. Bu farklılıklar da zamanın şartları ve gereksinimleri doğrultusunda gerçekleşiyordu. Bu bağlamda her din döneminin iktiza ettiği şartlara uygun kendi şeraitini teşrii ediyor ve her birisi kendisine ait ayinleri ve programları sunuyordur. Bu bağlamda kuranı kerim şöyle buyurmaktadır: “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır” (Maide, 48).
İslam peygamberi ilahi öğretiler dolayısıyla Hz. İbrahim’e (a.s.) has bir ilgi gösterir ve teveccüh ediyordu. Bu ilgi ve teveccüh o denli idi ki, İslam dini İbrahim’in ayininin aynısı, ancak onun tekâmül bulmuş ve zamanının şartlana uygun bir şekilde Allah tarafından yeniden sunulmuş olduğunu söyleyebiliriz.
[2] Haca, 78.
[3] “Nehcül balaga”, hutbe no: 192 (kasiye hutbesi), “hz. Peygamber sütten kesildikten sonra Allah meleklerden bir meleği ona arkadaş kıldı bu melek gece gündüz onu güzel yollara sevk ediyor, varlık âleminin güzel ahlakını ona öretirdi.”
[4] Daha fazla bilgi için bkz.: mefahum-i ismet ve imkan-ı ısmet efrad, soru 249, (sayt: 1954).
[5] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “tefsir-i nümüne”, baskı, 1, Tahran: daru’l - kutubi’l - islamiye, 1374, ş., c. 20, s. 507.