Please Wait
10186
Arapça olan fena kelimesi, sözlükte yokluk ve yok olma ve irfani terimlerde ise, kulun beşeri yönünün, hakkın ilahlığında mahvolacağı şekilde hakta kaybolması anlamına gelmektedir. Allah’a giden yolun peşinde olan ve giden salikler, Allah’a ulaşma yolunu merhalelere ayırmışlar ve fena merhalesini Allah’a olan yolculuğun en son noktası olarak kabul etmişlerdir.
Örneğin Attar, bu yolda yedi merhalenin olduğuna inanmaktadır: talep, aşk, marifet, istiğna (muhtaç olmamak), tevhit, hayret ve fakirlik ve fena.
Ariflerden bazıları da birkaç kısma ayırmışlardır: birincisi, fiillerin fenası olan zahiri fena, ikincisi, sıfatların fenası olan batını fena, üçüncüsü, zatın fenası.
Onlar şöyle diyorlar: Allah’ın dergâhında fena (yok) olan, kalıcı olur.
Arapça olan fena kelimesi, sözlükte yokluk ve yok olma[1] ve irfani terimlerde ise, kulun beşeri yönünün, hakkın ilahlığında mahvolacağı şekilde hakta kaybolması anlamına gelmektedir.
Söylenen konuların açıklığa kavuşması için şu ön bilgilere dikkat edilmelidir:
1) Bilindiği üzere Allah-u Teala kendi hekim iradesi gereği, insanı, hayatı boyunca sürekli mutlak kemale ulaşmayı ve onun sayesinde kendisinin kalıcılığı ve sürekliliğini düşüneceği ve bu hedefe ulaşmak için de hiçbir şeyden kaçınmayacağı bir şekilde yaratmıştır. O, sahip olmadığı her şeyi arayarak onun peşinden gider ve ona ulaştığı zaman da, ondan daha iyi ve mükemmel olana karşı vücudunda istek ve şevk oluşur ve onu hiçbir zaman kendi haline bırakmaz:
İstemekten vazgeçmem ta ki mutluluğa ereyim
Ya vücudum canana ulaşır ya can vücudumdan çıkar
Tabiî ki dikkat edilmesi gerekir ki bu içten gelen his ve arzuların çıkış noktası, hayali ve sanal bir şey değil, bir hakikattir. Bu insanın makamı ve konumuyla uyumlu bir gerçektir ve bu ona mahsus olarak kendisini en aşağı dereceden en yüce derecelere ulaştırması, ilk ve asıl yerine dönmesi için bağışlanmış bir güdüdür:
Herkes ki uzak kalmış kendi aslından
Tekrar arasın kendisine ulaştığı günleri
2) İnsan, iki yükseliş ve alçalış dönemecinde sonsuza kadar gidecek şekilde serbest ve irade sahibi bir varlıktır.
3) İnsanın önünde kemale giden yolda, ariflerin “ferdi taayunat[2] ve eniyyat[3]” olarak tabir ettikleri engeller vardır. İnsan bu tayyunat kurtulmadığı ve önündeki engelleri kaldırmadığı sürece kendi hedefine ulaşamaz. Bunlar, hakkın nurunun ulaşmasını engelleyen toz ve hicaplardır.
Sen ki tabiat âleminden çıkmıyorsun dışarı
Nerede tarikatın yolundan geçebilirsin
Yârin cemalinin peçe ve perdesi yoktur ama
Tozları kaldır ki bakabilesin
Bu ön bilgilerin doğrultusunda şöyle söylüyoruz: Salik bu merhaleleri sırasıyla kat etiği zaman, bütün eniyyat, tayyunat, maddi ve manevi bağlılıklardan kurtulmuş ve Allah-uTeala’da eriyip yok olarak fena makamına ulaşmış demektir. Böylesi bir durumda kendisini unutarak maşukun cemalinde mahvolmuş ve nereye baksa sadece ve sadece onu görmektedir.
Marifet ehli, (Enel hak) diyenin ilahlık iddiasında bulunmadığını söylemektedirler. Sadece kendi eniyyetini yok saymaktadır; yani, ben kendi vücudumda kendimi görmüyorum, seni görüyorum demek istemiştir. Kendisi de bunu şöyle söylemektedir:
Benimle senin aranda benimle çekişen ben var
Kaldır fazlınla beni ortadan
Gel ve hafızın varlığını onun önünden kaldır
Ki senin vücudunla kimse duymasın benden beni
Konunun devamında şu iki noktaya da değinmek yerindedir:
1) Arifler, Allah’a giden yolu merhale ve kısımlara ayırmışlar[4] ve fena merhalesini Allah’a olan yolculuğun en son noktası bilmişlerdir. Örneğin Attar, bu yolda yedi merhalenin olduğuna inanmaktadır: talep, aşk, marifet, istiğna(muhtaç olmamak), tevhit, hayret ve fakirlik ve fena.
2) Ariflerden bir kısmı fena makamı için kısımlar zikretmişlerdir[5]:
a) Fiillerin fenası olan zahiri fena, yani arifin bütün işleri ve fiilleri Allah’tan bilmesidir. Nafile ibadetlerin yakınlaştırmasıyla ilgili olan meşhur bir hadiste şöyle gelmiştir: Peygamber-i Ekrem(s.a.a.) şöyle buyuruyor: “…Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: kulum, ben onu sevene kadar, nafile ibadetlerle bana yaklaşır. Ben onu sevdiğim zaman da onun işiten kulağı, gören gözü, konuştuğu dili ve alıp verdiği eli olurum ve bana dua ettiği zaman, duasına icabet ederim ve benden istediği zaman ona isteğini veririm.”[6]
b) Sıfatların fenası olan batını fena, yani insani sıfatların, ilahi sıfatlara dönüşmesidir.
Nasiruddin Tusi şöyle buyuruyor:
Arif kendisinden geçerek hakka bağlandığında bütün kudretleri onun, âlemdeki her şeyi kaplayan kudretinde, bütün ilimleri onun, varlıkların hiç birisinin gizli kalmadığı ilminde, bütün istekleri onun, hiçbir varlığın kaçınmadığı isteğinde kaybolmuş olarak görür.[7]
c) Zatın fenası, bu mertebe arifin melekuti ve ruhani olan yolculuğunun en son hedefidir ve bu mertebeye sadece bazı saliklerin ulaşması mümkün olmaktadır. Bu merhalede isim ve sıfat nuru hicapları da ortadan kalkar ve gaybi olan zati tecellilere de nail olurlar. Bu müşahedede hakkın her şeyi kapsadığını ve kedi zatının yok olduğunu (fenasını) görür. Açıkça kendi vücudunu ve diğer bütün varlıkları hakkın gölgesinde müşahede eder: “Müminin ruhunun Allah’ın ruhuna olan bağlılığı, güneş ışınlarının güneşe olan bağlılığından daha fazladır.”[8]
[1] Ferheng-i Farsi, Amid, s: 1551.
[2] Büyüklenme ve ferdi özellikler.
[3] Varlık.
[4] Tabiî ki arifler tarafından bu merhalelerin sayı hakkında değişik görüşler öne sunulmuştur.
[5] Şu kitaba başvurunuz: İrfan şerhli Hafız’ın divanı, Ahmet Danişger, s: 144–145.
[6] Usul-u Kâfi, İman ve Küfür Kitabı, Müslümanlara eziyet eden ve onları küçümseyenler babı, 8. hadis; Muhasin Berki, s: 291.
[7] İşaratın Şerhi, İbn,i Sina, c: 3, Ariflerin Makamları, s: 390.
[8] Usul-u Kâfi, İman ve Küfür Kitabı, Müminin kardeşliği babı, 4. Hadis. Şu kitaba başvurunuz: Kırk Hadis, İmam Humeyni, s: 382.