Please Wait
6907
Meşa, İşrak ve Aşkın Hikmet ekolü taraftarı dâhil tüm ilahî bilgeler “bir kaidesi” esasınca şöyle demektedir: Yüce Allah yalın ve birdir. Hakeza bir cihete sahiptir. Bu nedenle yaratılış evreni ve birçok sonucun bir ve yalın olan ilahî zattan sadır olması muhaldir. Bundan dolayı bilgeler akıllar âlemine inanmış ve akıl âleminin ast âlemin yaratılmasında vasıta olduğuna görüş birliğiyle kanaat getirmişlerdir. Meşa ekolü taraftarları boylamsal akıllara inanmış, onların sayısını on tane bilmiş ve en son aklı da faal akıl olarak tanıtmışlardır. Yaratılış âleminin varlığı ve evrenin idare edilmesinin faal aklın uhdesinde olduğu kanısına varmışlardır. Ama İşrak ekolü ve Aşkın Hikmet ekolü taraftarları ise şöyle demektedir: Boylamsal akıllardan sonra aralarında hiçbir neden ve sonuç bağı bulunmayan enlemsel akıllar adında başka akıllar da mevcuttur. Enlemsel akıllar âlemin maddî türlerinin soyut sureti ve maddî şeylerin tür rabbidir. Her maddî türün var olması ve idare edilmesi tür rabbi vesilesiyle gerçekleşir. Onlar boylamsal soyut akılları ispat etmek için en üstün (eşref) olasılık kaidesi ve maddi türlerin düzeni gibi deliller getirmişlerdir.
Meşa, İşrak ve Aşkın Hikmet ekolü taraftarı dâhil tüm ilahî bilgeler, akıl âleminin alt âlemin yaratılmasında vasıta olduğuna görüş birliğiyle kanaat getirmişlerdir. Elbette akıllar ve akılların çokluk şekli hakkında görüş ayrılıkları mevcuttur; mesela İşrak ekolüne bağlı bilgeler boylamsal akılları kabul etmekte ama Meşa ekolüne bağlı bilgeler ise boylamsal akılları inkâr etmektedir.[1] Akıl denen ilk yaratığın soyut ussal bir varlık olduğunu kanıtlamak için bilgelerin getirdiği delilin açıklaması şudur:
1. Zorunlu yüce varlık salt yalındır ve hiçbir çokluk ciheti onda mevcut değildir; ne madde ve suret terkibi gibi dış bir terkip ve ne de varlık ve mahiyet terkibi, varlık ve yokluk terkibi, tür ve ayrım terkibi gibi aklî bir terkip mevcuttur. O halde zorunlu yüce varlık tek bir varlıktır.
2. “Bir kaidesi” gereğince bir ve yalın olan varlıktan sadece bir sonuç türeyebilir. Dolayısıyla zorunlu yüce varlığın direkt ve vasıtasız sonucu sadece bir şeydir.[2]
Bu yüzden çok ve değişik varlıklar vasıtasız ve direkt olarak bir olan zattan türemez ve Yüce Allah direkt olarak bu çoklukları meydana getirmez. İlahî mukaddes zattan vasıtasız bir şekilde türeyen sadece bir varlıktır. Böylece o varlık başka birkaç varlığın yaratılmasına vesile olur. Onlar da sırasıyla başka varlıkları yaratırlar. Bu şekilde çokluk meydana gelir. İlk türeyen birinci akılda Hak Teâlâ’nın tüm kemalleri zahir olur. Bu varlık imkân evreninin en kâmil varlığı olup mümkün varlıklar arasında hepsinden daha üstün, kâmil, yalın ve güçlüdür. Ama bununla beraber, zorunlu yüce varlık karşısında ihtiyaç, yoksulluk ve bağlılığın ta kendisidir. O halde ilk türeyen varlık, tüm varlıksal kemaller ile beraber zatî noksanlık ve imkân sınırlılığına sahiptir. Bu sınırlılık onun sonuç ve mahlûk olmasının gereğidir. Bu sınırlılık ilk aklın varlıksal mertebesinin imkânını meydana getirmiş, onu belirgin yapmış ve imkâna dayalı mahiyeti kendisi için gerekli kılmıştır; zira mahiyet varlığın haddidir ve her sınırlı varlık mahiyet sahibidir. Öyleyse ilk akıl her ne kadar şahsî bir birim olsa da kendisinde bir tür çokluk mevcuttur. Bu çokluk da ondan çokluğun türemesini sağlamaktadır. Bunun aksine zorunlu yüce varlığın zatında hiçbir çokluk mevcut değildir. İlk akılda değişik cihetler vardır ve şunlardan ibarettir: Allah’ı düşünmek, başkasından kaynaklanan kendi zorunluluğunu düşünmek ve kendi zatî imkânını düşünmek; bu cihet zorunlu yüce varlığın sonucu değildir. Zira imkân ilk akıl için bellidir ve nedene muhtaç değildir. Zorunlu yüce varlığı ve kendi zatını düşünmek de ilk aklın başkasından kaynaklanan kendi zorunluluğunu düşünmesinin gereğidir ve nedene muhtaç değildir. Her halükarda ilk akılda birçok cihet mevcut olması nedeniyle doğal olarak her çokluk ciheti sonraki mümkün varlıklar için neden olabilmektedir. Böylece zorunlu yüce varlığı düşünmeyle ikinci akıl, başkasından kaynaklanan kendi zorunluluğunu düşünmeyle en uzak feleğin öz (suret) varlığı ve kendi zatî imkânını düşünmeyle de en uzak feleğin cismi meydana gelir. Meşa ekolü taraftarları boylamsal akılların sayısını on tane bilmektedir.[3] Merhum Molla Hadi Sebzivarî Şerh-i Manzume’de bu hususta şöyle demektedir:
Meşailerin görüşünde ilk akıl
Kendi zorunluluğunu düşünmeyle ikincisine neden olur
Zatını düşünmeyle feleği yaratır
Üst astını yaratır, ast üstten türer
Hakeza böylece ona ulaşır
Onun feyzi de unsurlarda hâsıl olur
Yani Meşa ekolü taraftarlarının etkili akılları on tanedir. Bundan dokuz akıl dokuz felek içindir ve onuncu akıl faal akıl olarak adlandırılıp unsurlar âleminin heyulası ve onda işlenmiş cisimsel sureti yaratır ki bu onun gereğidir. Böylece felek durumları ve hareketlerinin etkisinden hâsıl olan kabiliyetler hasebiyle tedrici olarak cevhersel suretler ve arazları yaratır.[4] Dolayısıyla Meşa ekolü taraftarları evrenin yaratılmasını faal akıl vasıtasıyla bilmekte ve faal aklın birçok değişik cihete sahip olması nedeniyle birçok sonuç yaratabileceğini söylemektedir. Lakin İşrak ekolü taraftarları boylamsal akılların varlığına inanmaktadır. Bu akılların özellikleri şunlardır: 1. Onlar arasında neden ve sonuç ilişkisi mevcut değildir. 2. Onlardan her biri madde âlemindeki maddî türlerden bir türün uzantısı ve onun tür rabbidir ve o madde onun vesilesiyle idare edilmektedir. Bu akılları “Platon suretleri” olarak da adlandırırlar; çünkü Platon bunların varlığı hususunda ısrar etmekte ve diretmekteydi. İşrak ekolü taraftarları bakışında boylamsal akıllar enlemsel akıllara ulaşınca son bulur. Başka bir tabirle sonuncusu faal akıl olan on akıldan sonra aralarında hiçbir neden ve sonuç ilişkisi olmayan ve âlemin idare edilmesi ve yaratılmasının uhdelerinde olduğu bir boylamsal akıllar silsilesine ulaşırız.[5] Molla Sadra ve Aşkın Hikmet ekolü taraftarları İşrak ekolü bilgelerinin görüşünü kabul etmiş[6] ve boylamsal akılları ispat etmek için bir takım deliller sunmuşlardır.
1. En üstün (eşref) olasılık kaidesi. Bu kaide iki öncülden müteşekkildir.
A. Kendinde türün tüm kemallerinin fiiliyata geçtiği bir bireyin varlığı, kendinde türün sadece bir kısım kemallerinin fiiliyata geçtiği ve kemallerin birçoğunun yeti halinde kaldığı bireyden daha üstündür.
B. En üstün (eşref) olasılık kaidesi gereğince, varlık kemalleri bir başka mümkün şeyden daha az olan bir mümkün şey tahakkuk ederse, o üstün mümkün şey ondan önce var olmalıdır.
Buna göre, bir türün maddî fertlerinin varlığı, o türün soyut ferdinin varlığının (boylamsal akıllar) delilidir; mesela insanın maddî varlığı, insanın aklî suretinin önceki bir mertebede tahakkuk ettiğinin delilidir.[7]
2. İkinci delil: Bu evrendeki varlık türlerinin her birine değişim ve dönüşüme uğramaksızın egemen olan özel düzen, tesadüf eseri meydana gelmemiştir. O halde onlar ve sürekli düzenleri, bir dizi hakiki nedenin sonucudur ve bu nedenler de bu türleri meydana getiren ve onları idare edip geliştiren soyut cevherlerdir. Onlardan Platon suretleri veya boylamsal akıllar olarak söz edilir.[8]
3. Tür rabbini ispat etmek için sunulan üçüncü delil birkaç öncüle sahiptir:
A. Bitkilerin şaşkınlığa çeviren terkibi ve onlarda müşahede edilen güzel ve göz alıcı desen ve resimler ve aynı şekilde onlara egemen olan hesaplı ve sağlam düzen bir nedene muhtaçtır ve nedensiz meydana gelmeleri mümkün değildir.
B. Bu neden bitkisel güç ve enerjiler değildir; çünkü bitkisel güç ve enerjiler kendi cisimlerine sızan ve bitkisel özlerinin değişim ve zevale uğraması neticesinde değişim ve zevale uğrayan bilgi ve bilinçten yoksun arazlardır.
C. Zikredilen hususlar için belirtilebilecek tek neden, söz konusu türü gözlemleyen ve ona özen gösteren ve de işlerini gören soyut aklî bir cevherdir.
4. Her türün özel bir takım fiil ve eserleri olması nedeniyle her türün özel bir soyut aklı olacaktır. Bu akıl söz konusu tür fertlerinin fiil ve eserlerinin kaynağıdır. Tüm maddî türlerin fiilleri soyut tek bir akla isnat edilemez.[9] Bu esas uyarınca Platon suretleri veya başka bir tabirle boylamsal akıllara inanmışlardır.
[1] Şirvanî, Ali, Tercüme ve Şerh-i Bidaye, c. 4, s. 236.
[2] Hasan Zade Amulî, Hasan, Vahdet Ez Didgah Arif ve Hekim, s. 108; Tabatabai, Muhammed Hüseyin, Bidayetü’l-Hikme, s. 216; İnb. Hamze el-Fennarî, Misbahu’l-Uns, s. 191.
[3] el-İlahiyatu’ş-Şifa, el-Makaletu’t-Tasia, el-Faslu’r-Rabi ve’l-Hamis.
[4] Sebzivarî, Molla Hadi, Şerhu’l-Manzume, Tashih, Hasan Zade Amuli, c. 3, s. 672-674.
[5] Nihayetu’l-Hikme, s. 382-383.
[6] Sadruddin Muhammed Şirazi, el-Esfaru’l-Arbaa, c. 2, s. 42-81 ve c. 7, s. 169-171 ve 258-281.
[7] Hikmetü’l-İşrak, s. 134; Şerh-u Hikmeti’l-İşrak, s. 348-349.
[8] A.g.e., s. 143-144; Şerh-u Hikmeti’l-İşrak, s. 349-351.
[9] El-Mutarehat, s. 455-459; Esfar, c. 2, s. 53-55.