Gelişmiş Arama
Ziyaret
26955
Güncellenme Tarihi: 2008/07/26
Soru Özeti
İnsanlar yaratılırken (dünyaya gelip gelmemede) seçme hakları olmuş mudur? Nasıl?
Soru
İnsanlar yaratılırken (dünyaya gelip gelmemede) seçme hakları olmuş mudur? Nasıl?
Kısa Cevap

İnsan kendi yaratılışında mecburdur ve dünyaya gelmede hiçbir rolü ve etkisi bulunmaz. Lakin yaratıldıktan sonra özgür ve irade sahibidir. Elbette insanın mutlak şekilde irade sahibi olduğuna inanan Mutezile mütekellimlerinin bakışı ve insanın fiil ve amellerinde bile mecbur olduğuna inanan Eşa’ire mütekellimlerinin bakışının tersine İmamiye Şiiliği insanın yaratıldıktan sonra fiil ve amellerinde ne mutlak anlamda özgür ve ne de mutlak anlamda mecbur olduğunu savunur. Başka bir ifadeyle bu hususta bu iki yol arasındaki bir yola inanır. Üstat Şehit Mutahhari insanın irade sahibi ve özgür oluşu hakkında şöyle der: İnsan irade sahibi ve özgür olarak yaratılmıştır; yani kendisine akıl, düşünce ve irade verilmiştir. İnsan kendi iradî işlerinde, mecbur olan diğer varlıklar gibi değildir. İnsan her zaman kendini dört yolların başında bulur ve bu yollardan sadece birini seçmek için herhangi bir mecburiyet taşımaz. İnsanın diğer yolları seçmesinin önünde herhangi bir engel yoktur.

Ayrıntılı Cevap

İnsan; erkek, dişi, çoğul ve tekil için bir şekilde kullanılan bir tür isim olup Arapça bir kavramdır. Sözlük kitaplarında insan sözcüğünün genellikle “üns” maddesinden türediği yazılmıştır. Üns “cin” karşısında olup evcil, alışabilen ve menus anlamındadır. Genellikle insan sözcüğünün kökeninin “üns” olduğu ve manasının da alışmak ve ülfet kurmak olduğu söylenmiştir.[1] İnsanların kendi yaratılışlarında hiçbir şekilde seçme hakkı olmamıştır; yani gerçekte insan yaratılmada ve seçim hakkı taşımada mecburdur ve bu hususta hiçbir rol ve etkisi bulunmamaktadır. Aynı şekilde yaratılıp bu dünyaya geldikten sonra burada kalma da kendinin elinde değildir; çünkü kesin ve mecburi bir şekilde bir gün bu dünyayı terk etmesi ve başka bir âleme gitmesi gerekmektedir. Sadece insan değil, diğer varlıklar da kendi yaratılışlarında seçme hakkına sahip değildirler. İnsan ve diğer varlıklara hayat ve yaşam bahşeden sadece yüce Allah’tır.[2] İnsan yaratılmadan önce var değildi ve var olmadığından seçme hakkı da yoktu. Seçme hakkının var olduktan sonra geldiği apaçıktır. İnsan ilk önce var olmalıdır; ancak var olduktan sonra onun seçme hakkı ve özgürlüğü hakkında tartışılabilir. Bu nedenle insan mecburi olarak ilahi irade ve meşiyyet kanalıyla yaratılır ve varlık sahnesine ayak basar: “İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.”[3]

Varlık bahşedenin var etmediği zat

Nasıl bahşeden varlık olur.

Lakin insan dünyaya geldikten sonra dünya hayatında özgürleşir, seçim ve irade sahibi olur. Elbette bu mutlak anlamda değildir. İnsanı kadim dönemlerden beri düşündüren eski konulardan biri cebir ve irade meselesidir. Bu tartışmaların İslam tarihinde uzun bir geçmişi vardır ve cebir ve irade konusu hakkında mütekellim ve filozoflar arasında üç görüş ve bakış mevcuttur. Bir grup, insanın fiillerinin kendi irade ve seçimiyle gerçekleştiğine ve Allah’ın kulların fiillerinde herhangi bir rolü olmadığına inanmaktadır. Bu kesim, tefviz görüşünü ve mutlak anlamda insanın özgür olduğunu savunur. İslam düşüncesinde bu grup Mutezile olarak adlandırılmıştır.[4] İkinci grup, insan fiillerinin cebir vasıtasıyla gerçekleştiğini ve irade adında bir fenomenin mutlak anlamda var olmadığını savunur. Bu kesim, insan faaliyet ve çabaları bağlamında insan iradesi dışında bulunan bir dizi etkenin insanı harekete geçirdiğini savunur. Eşa’ire mütekellimleri bu görüşün (cebir) taraftarları olup Allah’ın insanda fiilleri yarattığını, O’nun gerçek fail olduğunu ve insanın mecazi anlamda fail olduğunu söylerler.[5]İmam Ali (a.s), Sıffin hadisesi esnasında kendisinden bizim Şam’a doğru bu hareketimiz ilahi kaza ve kader ile mi gerçekleşmektedir diye soran bir şahsa verdiği cevapta bu görüşü reddetmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Kaza ve kaderin dogmatik olduğuna ve insanların böyle bir cebre mahkûm olduklarına inandığından sana yazıklar olsun. Eğer böyle ise sevap ve ceza düzeni ortadan kalkar ve müjdeleme ve uyarmak tümden geçersiz olur. Şüphesiz yüce Allah kullarına seçme hakkına sahipken emirde bulunmuştur…”[6] Cebir okulunun kurucusu şeytandır; çünkü şeytan sapmasını kendine değil Allah’a isnat etmektedir.[7] “Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”[8] Üçüncü bakış ise insanın kendi iş ve amellerinde ne mutlak anlamda irade sahibi ve ne de mutlak anlamda mecbur olduğunu savunur. Başka bir ifadeyle insan irade ve seçme özgürlüğüne sahiptir, ama bu özgürlük tefvize inanacak şekilde değildir. İnsanın varlığı Allah’tandır ve bu varlık gücünü kullanmak ise insanın elindedir. Şia’nın insanın fiilleri hakkındaki görüşü şudur: İnsanın yaptığı her iş hem kendisinin ve hem de Allah’ın fiilidir; yani Allah’ın failliği nedensel faillik ve insanın failliği ise katılımcı failliktir. Bu teori ıstılahta “iki yol arasındaki yol” olarak adlandırılmıştır. Bu bakış, birçok Kur’an ayeti ve masum imamların öğretilerinden iktibas edilmiştir. İmamiye Şia’sı bu teorinin taraftarıdır. Büyük Kur’an müfessiri Allame Tabatabai bu hususta şöyle der: “Şüphesiz insan bilgi ve irade vesilesi ile yaptığı işlerde tekvini olarak seçim sahibidir. Elbette bu seçim mutlak değildir; zira insanın seçimi nedenler silsilesinin bir cüzüdür. İnsanın seçerek gerçekleştirmiş olduğu fiillerde dış sebep ve nedenler de etkindir. Örneğin insan seçmeye dayalı işlerinden biri olan bir lokma yiyeceği yediği vakit, hem kendisinin iradesi, hem de dış dünyada yiyeceğin varlığı ve yiyeceğin lezzetli oluşu bu fiilde müdahildir. İnsanın yemesinden ibaret olan bu iradi fiilde diğer neden ve sebepler de müdahildir ve onların hazır olması gerekir. O halde insanın seçerek işlediği bir fiilin gerçekleşmesi, kendisinin iradesinin dışında olan ve bununla birlikte iradi fiiline müdahil olan bir takım sebeplere bağlıdır. Yüce Allah bu sebeplerin en başında gelir. İnsan iradesi de dâhil olmak üzere bütün sebepler O’nun temiz zatına döner. Çünkü insanı seçen bir varlık olarak yaratan odur. Hem insanı ve hem iradesini yaratan Allah’tır.”[9]  Allame Tabatabai bu konunun devamında şöyle der: Öte taraftan insan doğal olarak kendini seçim sahibi bilir; teşrii iradeyle bir işi yapıp veya yapmayacağını bilir. Başka bir ifadeyle tekvini seçiciliğin karşısında yasal olarak da kendini özgür bilir. Bunun için eğer iyi bir iş yaparsa övülür ve kendi iradesiyle bu işi yaptı denilir. Eğer iyi bir işi terk ederse insanlar kendisini kınar ve mecburdu diye onu mazur görmezler. İnsanı kendi türünden hiç kimse bir işi yapmaya veya yapmamaya mecbur kılamaz. Çünkü diğer insanlar da onun gibidirler ve insan olma noktasında ondan daha fazla bir şey taşımamaktadırlar. Dolayısıyla onun iradesinin malik ve sahibi olamazlar. Bu, insanın doğal olarak hür ve özgür olması anlamındadır. Bu nedenle insan zatı itibari ile hür ve doğası geresi özgürdür. Eğer insan kendi iradesiyle kendinden bir şeyi başkasına verirse ve bu iş neticesinde özgürlüğünü kaybederse durum değişir. O halde insan diğer insanlar karşısında kendi amellerinde özgürdür. Lakin yüce Allah karşısında durum farklıdır. Allah insanın zat ve fiillerinin malikidir, bu malikiyet mutlaktır. Allah hem tekvini ve hem de teşrii mülkiyete sahiptir. Bu nedenle insan yüce Allah’ın teşrii emir ve yasaklarına karşısında ve de tekvini iradeyle insandan istediği şeyler hakkında hiçbir özgürlük ve iradeye sahip değildir. “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[10] Bu ayette belirtilen konu budur.[11] Üstat Şehit Mutahhari insanın seçim ve özgürlüğü hakkında şöyle der: İnsan seçim sahibi ve özgür olarak yaratılmıştır; yani kendisine akıl, düşünce ve irade verilmiştir. İnsan kendi iradi işlerinde, mecbur olan diğer varlıklar gibi değildir. İnsan her zaman kendini dört yolların başında bulur ve bu yollardan sadece birini seçmek için herhangi bir mecburiyet taşımaz. İnsanın diğer yolları seçmesinin önünde herhangi bir engel yoktur. İnsanın diğer varlıklardan ayrıcalıklı yönü, amel ve fiillerinin kesin ve değişmez bir akıbeti olmayan bir dizi hadiseler silsilesinin bir parçası olmasıdır; çünkü insan fiilleri binlerce neden ve sebebe bağlıdır. Bu sebeplerden biri de kendisinin kullandığı seçim, tercih ve iradedir.[12]

 


[1] Seccadi, Seyit Ziyau’d-din, İnsan der Kur’an-ı Kerim, s. 11. 

[2] “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”, Mülk Suresi, 2.ayet.

[3] İnsan Suresi, 1.ayet.

[4] Rabbani Gülpeygani, Ali, Muhazıratıfi’l-İlahiyat, s 199 - 203.

[5] a.g.e, s. 192- 197.

[6] و يحک لعلک ظننت قضاءً لازماً و قدراً حاتماً، و لو کان ذالک لبطل الثواب و العقاب و سقط الوعد و الوعيد. ان الله سبحانه امر عباده تخييراً...”, Meadihah, Abdül-Mecid, Hurşidibi Gurup, (Tercümeyi Nehcü’l-Belağa), s. 407.

[7] Nasr, Abdullah, Mebaniyi İnsan Şinas. Der Kur’an, s. 386.

[8] A’raf Suresi, 16.ayet.

[9] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan (Tercüme), c. 16, s. 97.

[10] Kur’an-ı Kerim, Ahzab Suresi, 36.ayet.

[11] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan (Tercüme), c. 16, s. 97 – 98.

[12] Mutahhari, Murtaza, Mecmuayı Asar, c. 1, s. 386 – 387.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    17011 Pratik İrfan 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    5973 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Hangi ameller insanı güzel ve nuranî kılar?
    11448 Pratik Ahlak 2011/07/21
    İslam’ın bakışında güzellik zahirî güzellik ve batınî güzellik diye iki kısma ayrılır. Muteber ve mütevatir rivayetler açısından insanın batınî güzelliğini sağlayan bazı etkenler sabır, tahammül, vakar, sükûnet, takva ve sakınmadan ibarettir. Aynı şekilde rivayetlerde insan yüzünün nuraniyet ve güzelliğini sağlayan birçok amil zikredilmiştir. Abdest, az ...
  • İnsan olağan üstü işler yapabilir mi? Bu tür işleri yapmanın faydası nedir?
    10290 Teorik İrfan 2009/09/07
    Sizin işaret ettiğiniz şey, insanın ruhi güç kazanmasının sayesinde gerçekleşir; bu ruhi güç bazen dinin emirlerine uyarak ve şer’i riyazetler çekerek kazanılır; yani insan Allah’a yakınlaşarak İsm-i A’zama sahip olur. Bu güç sayesinde maddi alem üzerinde etkili olabilir ve iradesiyle bir takım işler yapar. Ancak bazen de ...
  • Musa (a.s.) Kısasının Kuranda Tekrar Edilmesinin hikmeti nedir?
    10556 Tefsir 2015/05/20
    Hazreti Musa’nın (a.s.) kur’anı kerimde tekrar edilmesinin hikmeti için hatırlatmalıyız; evvelen; Anlamsız ve lağviyete (boş) neden olacak kâmilen bir tekrar söz konusu değildir. Belki her surede, o surede zikir edilenin muhteva ve içeriğe uygun olan kıssanın kısmına işaret edilmiştir. Saniyen; kuranı kerimde hazreti Musa’nın (a.s.) hayatının diğer ...
  • Acaba humsu ve seyitlere ait olan hakkı taklit merciinin izni olmadan ödemek caiz mi?
    8976 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/10/18
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Tabiatı doğru bir şekilde kullanmanın yolu nedir?
    6091 Pratik Ahlak 2012/02/04
    İslam, başka mektepler gibi insanın ihtiyaçlarına tek bir açıdan bakmamış, tek maddi yönüne veya tek manevi yönüne odaklanmamış, aksine orta yolu tutmuştur. İlahi nimetleri doğru bir şekilde kullanmak, maneviyatla ve ahiretle çelişmediği gibi insanın saadet yolunda ilerlemesini de sağlar. ...
  • Ziyaret-i Aşura’da ki ‘Beri’tu ilellah ve ileykum minhum’ (Önce Allah’a sonra size onlardan dolayı beri oluyorum) cümlesinde Allah’a ve masumlara beri olmak ne demektir?
    6433 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/03
    Beraet lügatte birinden veya bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak manasına gelmektedir. Bu manalar eğer ‘İla’ ile birlikte olmazsa beraet için kullanılır. Ama ‘İla’ ile birlikte olursa bizarlık manasının yanı sıra sığınma manası da vermektedir. Buna göre ziyaretteki sığınma cümlesinin manası şöyle olur: Hak Teala’ya ve siz Ehl-i Beyt’e (a.s) ...
  • Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) cariye ve kölelere sahip olmaları kölelik sistemini benimsemek değil midir?
    19729 Eski Kelam İlmi 2009/07/04
    Kölelerle evlenme, onlarla mahrem olma, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) vs. hükümlerin Kur’an’da gelmesi Peygamber (s.a.a)’in zamanında köleliğin olduğunu ispat etmektedir, ama belirtmek gerekir ki, İslam’ın köleleri azat etmek için çok kapsamlı projeleri vardır. Bu projenin neticesinde bütün köleler zamanla özgürlüklerine kavuşmuşlardırlar. ...
  • Derslerimin Cuma namazına denk gelmesi nedeniyle Cuma namazını kılamamaktayım. Bunu telafi etmek için ne yapmalıyım?
    9607 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/11/17
    Değerli kullanıcı! İmam Zaman’ın (a.c.f) gıyabı döneminde Cuma namazı taklit mercilerinin çoğunluğunun fetvasına göre seçimli bir farzdır; yani yükümlü Cuma gününde şartlar mevcut ise Cuma namazını veya öğle namazını kılmada özgürdür. O halde eğer bir kimse Cuma namazını kılarsa, öğle namazını kılmasına gerek kalmaz. Elbette ...

En Çok Okunanlar