Please Wait
7495
Bu hadis, Allah’ı tanıma konusundaki temel bir konuya değinmektedir. Arifler ve filozoflar Sıddıkin Burhanı olarak bunu ifade ederler ve Vacib’i tanımada en kısa yol olduğuna inanırlar. Bu hadiste Allah’ı zatı dışında bir yolla tanıma reddedilmiştir. Çünkü vasıtalardan yararlanmak hazır olmayan bir şeyi tanımada kullanılan yöntemdir. İnsan hazır olan bir zatı asla kendi tevehhümleri veya fikri delilleri ya da zatının ötesinde olan vasıfları yoluyla tanıması mümkün değildir.
Açıklama: Tanıma ve bilme iki türlüdür:
1- Bilinen şey hazırda bulunur, bu durumda insan ilk önce onun kendisini tanır sonra sıfatlarını öğrenir ve tanır.
2- Bilinen şey hazır olmaz bu durumda insan ilk önce onun vasıflarını öğrenir ve sonra onun özünün ne olduğunu anlar.
Yüce Allah hazır olduğu için insan ilk önce onu tanır ve sonra kendisini bile onunla tanır.
Bütün bunlar gösteriyor ki Allah’a ulaşmanın en yakın yolu Allah’ın kendi zatıdır. Onu tanımak için asla bir vasıtaya ihtiyaç yoktur. Allah’ın yüce zatı Onun varlığı için en büyük tanık ve şahittir.
Allah’ın yüce zatını tam bilmek insan için mümkün değildir. Çünkü sınırlı bir varlık sonsuz olan bir varlığı kuşatamaz. Başka bir ifade ile insanın fikir ve düşüncesi onun gaybi zatı hakkında şaşkınlık ve hayretten başka bir şey elde edemez.
Allah’ın zatı, varlığın özüdür, bir sınırı da yoktur. Bu yüzden onun zatına varmak için hiçbir yol bulunmaz. Yani ne fikir, ne tevehhüm, ne akıl ne de irfani sezgi ve Şuhut yolu ile O kavranır. Bütün bu yollar bu sahada yetersiz ve acizdirler. Kur’an-i Kerim bu konuda şöyle diyor:
“Allah ezeli ilmi ile yaratıkların gelecek ve geçmişinden haberdardır ve yaratıklar onu kuşatamaz ve bilemezler.”[1]
İmam Cafer Sadık’ın sözünü şöyle açıklamak mümkündür: Allah’ı vehim hissiyle idrak etmemiz mümkün değildir. Çünkü o maddi ve duyulan bir varlık değildir. O tabiat ötesi soyut bir varlıktır. Duyu ve vehmin de tabiat ötesine ulaşması mümkün değildir.
Allah’ı manasız isimle de bilmek mümkün değildir. Çünkü isim[2] bir varlık için simge ve alamet olan bir kelime veya şeye denir. Duyan o kelimeyi duyduğunda onun özel anlamın anlar[3]. Bu tür kelimeler İmamın da dediği üzere hadistirler.[4] Bunlar mümkünü’l-vücutturlar. Oysa Allah’ın yüce zatı vacibu’l-vucüttur. Elbette bazı isimleri yoluyla Allah’ın biraz tanımak mümkün olsa da bu eksik bir tanımadır ve İmam (a.s) Allah’ın her isimle tanınmayacağını buyurmak istiyor.
Diğer bir bölümde İmam (a.s) Allah’ın ismiyle o ismin manasına birlikte ibadet etmeyi şirk bilmiştir. Çünkü tabiat ötesi bir gerçek olan Allah’ın zatının yanında ismini de bir şey bilecek olursak o zaman Ona ortak koşulmuş olur. Yani bir kimse örneğin Alim ve Hayy vasıflarına bunların vasıf anlamlarının eşliğinde taparsa gerçekte bunu Allah’a şerik bilmiş olur.
Elbette her türlü kemali bildiren veya bir eksikliği nefyeden her ismi Allah’a isnat etmek mümkündür. Çünkü alim, hayy ve kadir gibi isimler insanlar hakkında kullanıldığında bir çeşit maddi anlatımı içerse de bunlar maddi özelliklerden arındılar mı Allah hakkında kullanılmalarının bir sakıncası yoktur.
İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki: Allah’ın zatını vasıfları yoluyla tanımak mümkün değildir. Çünkü Allah’ın zatı hazırdır ve onun zatını tanımak vasfından önce gelir. Bu durumda Onu vasıflar yoluyla nasıl tanımak mümkün olur?! Böyle olduğu için onun vasıflarını tanımak için zatını tanımak gerekir. Eğer bir kimse zatı vasıflar yoluyla tanımak isterse büyük olanı küçük saymıştır. Örneğin kendisinin tasavvur ettiği ilim vasfıyla Allah’ı tanımak isterse gerçekte Onu tanımış değildir. Elbette bu Onu tanımak hususunda akılları tatil etmek anlamına gelmez sadece bu tür tanımın eksik ve sınırlı olduğunu gösterir.
İmam Ali (a.s) şöyle diyor: İhlasın tamamı onun zatından öte bir vasıf ona tasavvur etmemektir. Çünkü her vasıf vasfedilen şeyden ayrı olduğuna tanıklık eder, ve her vasfedilen de vasıftan ayrı olduğuna tanıklık eder. [5]
Vasıflar ve vasfedilen şey ayrı olduklarına göre bu da vasfın zattan ayrı bir varlığa sahip olduğunu gerektirir bu da Allah’ın birliği konusuyla tamamen çelişmektedir.
Allah’ı tanımanın tek yolu onu akıl ve kalp yoluyla tanımaktır.
Kısacası Allah’ı tanımak konusunda iki yolu takip etmek mümkündür.
1- Huzuri tanıma
2- Husuli tanıma
Huzuri tanımaktan maksat Allah’ı zihni kavramları aracı kılmadan ve sadece içte gerçekleşen bir çeşit müşahede yoluyla tanımaktır.
Açıktır ki yükse makamlara erişmiş ariflerin iddia ettiği gibi eğer bir kimse Allah’ı bilinçli bir deruni müşahede ile tanırsa artık onu delil ve akli burhan yoluyla tanımaya ihtiyaç duymaz. Bu tür tanıma normal insanlar için ancak nefis tezkiyesinde ve irfani aşamaları kat tetikten sonra mümkün olabilir.
Husuli tanımadan maksat insanın bildiği “yaratıcı”, ve “ihtiyaçsız” gibi genel kavramlar vasıtasıyla Allah hakkında uzaktan bir bilgi edinmesidir. Şöyle ki bu yolla ancak bu evrenin yaratıcısı olan bir varlığın olduğuna bilir ve Ona inanır.
İmam Cafer Sadık (a.s)’ın sözünün anlamı şundan ibarettir:
Bizim yanımızda olan ve hazır ve aşikar olan bir varlığı tanımak için vasıflara başvurmayız. Bu durumda onun yanımızda olması ve hazır olması yeterlidir. Allah’ı tanımak için de aynı şey söz konusudur. Yani biz onu tanıyıp ona iman ediyoruz onun varlığını kendi öz benliğimizle hissediyoruz ve her şeyimizin ondan olduğunu biliyoruz. İşte bu yeterlidir.
Başka bir ifade ile bu hadis, Allah’ı bilmek konusunda filozofların ve ariflerin burhan-i siddikin diye adlandırdıkları bir temel konuya işaret etmektedir. Onlar inanıyorlar ki Kur’an’ın da bazı ayetlerinin işaret ettiği üzere Allah’ı tanımada en kısa yol işte bu yoldur. Şöyle ki Kur’an’ın bazı ayetleri Allah’ın kuşatıcı varlığına işaret etmektedir.[6] Bazı ayetler onun varlıklarla birlikte olduğunu dile getirmiştir.[7] Bir grup ayet de onun yakınlığına ışık tutmuştur. Ve başka ayetlerde ona yakınlığın derecelerinden söz etmiştir.[8]
Örneğin Yüce Allah ölüm zamanı hakkında diyor ki: “Ben ölen kişiye sizden daha yakınım.””[9]
Bazen insanın kendi uzuvlarından bile kendisine daha yakın olduğunu beyan etmektedir.[10]
Hatta yakınlığın en son aşamasına işaretle şöyle demektedir: “Bilin ki Allah kişiyle onun kalbi arasına girebilir”.[11]
Yani insanla onun öz benliği arasında Allah yer alabiliyor. Bunun anlamı şu ki insan içi dolu bir varlık değildir ve onun zatında samed olan Allah hazırdır.
Kur’an’da daha latif tabirler de yer almıştır. Örneğin şöyle buyurur: Allah için şu yetmez mi ki gerçekten O her şeye şahittir. Kuşkusuz onlar Rableriyle buluşmak konusunda kuşku içindedirler. Bilin ki gerçekten O her şeyi kuşatmıştır.[12]
Allame Tabatabi ayette geçen şahittir kelimesini meşhuttur anlamında tutmuş yani her şey ona tanıktır her yaratık kendi varlıklarının ihtiyacına şahitlik etmekteler.[13] O her şeyi kuşatmıştır. Öyle bir kuşatma ki hiçbir farzla onu yadsımak mümkün değildir. Çünkü onu inkar etmek farzı onun varlığına tanıklık etmektedir. Bu yüzden Kur’an onun hakkında şüphenin geçersiz olduğunu bildirmiştir.[14] O göklerin ve yerin nurudur.[15] Nur kendi zatında aşikar olan ve diğer şeyleri aydınlatan bir şeydir. Göklerin ve yerin nuru kendi zatı aydınlığı ve açıklığı sebebiyle gökler ve yer müşahede edilme imkanı bulmuşlar. Bu yüzden her şeyi görmeden önce mutlaka ilk önce Onu görmekteyiz. Hatta onun hakkında kuşku veya onu inkar etmek bile onu görmekten sonra gerçekleşir. Bu hadiste Allah’ı, zatı dışında bir şeyle tanımak yolu reddedilmiştir. Çünkü tevehhümler, fikri, hayali deliller ya da eklemeli olan vasıflar vesilesiyle hazır olan bir varlık tanınmaz.
Açıklama: Tanıma iki türlüdür.
1- Tanınan şey hazırda bulunur bur duruma insan ilk önce o şeyin kendisini bilir sonra vasıflarını öğrenir.
2- Tanıma konusu olan şey hazırda olmaz. Bu durumda ilk önce o vasıfları ile tanınır sonra onun zatı bilinir.
Allah hazır olduğu için insan ilk önce onun kendisini tanır sonra bizzat kendisini bile onun vasıtası ile tanır. Bütün bunlar şunu gösterir ki Allah’a ulaşmanın en yakın yolu Allah’ın kendisidir. Onun tanımak için hiçbir vasıtaya ihtiyaç yoktur. Allah’ın yüce zatı kendisi için en büyük şahittir.
Buna göre bu hadisin kısa şekilde açıklaması şöyledir, İmam şöyle diyor:
Kim Allah’In kendi hayalleri ve tevehhümleri ile tanırsa müşriktir, Kim de Allah’ı manasız isimle tanırsa Allah’ın varlığını eksik bilmiştir. Çünkü isimler sonradan meydana gelmedirler ve kullar bu isimleri bulmuşlardır. Oysa Allah’ın yüce zatı kadimdir. Kim de her isim ve hem manaya taparsa, ismi Allah’a ortak kılmıştır. Manayı idrak yoluyla değil de vasıf yoluyla tapan kimse gayıp bir şeye havale etmiştir. Kim de vasıf ve vasıf sahibine birlikte taparsa tevhidi çürütmüştür, çünkü vasıf mevsuftan ayrıdır. (Bu ikilem tevhitle uyuşmaz) Kim de mevsufu vasfa eklerse ve vasıfla mevsufu tanımaya yeltenirse büyük olanı küçültmüştür. (Hakkınca Allah’ı tanımamıştır.) Bunun üzerine Allah’a tapmanın yolu nedir? Diye sordular.
Şöyle buyurdu: Araştırma için yol açıktır. Ve Çareyi aramak mümkündür. Hazır’ı vasfından önce tanırlar. (Örneğin ilk önce bütün özellikleriyle insan görülür sonra onun ilim ve kemal gibi vasıflara sahip olduğu fark edilir). Ama gaibin sıfatları kendisinden önce öğrenilir. Allah hazır olduğu için ilk önce kendisi tanınmalı ve sonra diğer varlıkları hatta kendi varlığını da onun vasıtasıyla tanınmalıdır.)
Hazır olan bir şeyin kendisi vasıflarından önce nasıl tanınır diye sordular? Şöyle dedi: İlk önce senin bilgin onun kendisine taaluk eder. (Yani Allah hakkındaki bilgin her şeyden önce gelir çünkü o senin yanındadır.) Sonra kendini onun vasıtası ile tanırsın. Ve bilirsin ki senin varlığında olan her şey onundur. Ve ona bağlıdır. Nitekim Yusuf (a.s)’a dediler ki “Mutlaka sene Yusuf’sun” O da Evet, ben Yusuf’um, dedi ve bu da benim kardeşimdir.[16] İşte onlar kendi kardeşleri Yusuf’u onun kendisi ile tanıdılar başka bir şey aracılığı ile veya içteki tevehhüm ve hayallerle değil. [17]
[1] Taha: 110
[2] Terim olarak bir vasıfsız zatı veya zatsız vasfı bildiren kelimeye isim denir. Örneğin vasıfsız olarak zatı bildiren kadın ve erkek gibi sözcükler veya zatsız vasfı bildiren ilim ve kudret gibi kelimeler isimdirler.
[3] Ali (a.s) Mezhar-i Elma-i İlahi, s. 17 Ayetullah Cevadi Amuli, İsra Yay. 2. Bas.
[4] Hadis olmak yani bir şey yokluktan sonra var olursa ona hadis denir. Bkz Elmuhazirat fililahiyat. Ayetullah Subhani, Hazırlayan Şeyh Ali Rebbani. S. 30 İmam-i Sadık Muessesi, 7. Bas.
[5] Nehcu’l-Belağa, Seyyid Rezi, Feyzu’l-İslam Tercümesi, s. 24 Fakih Yay. Tahran, 2. Bas.
[6] هُوَ الْأَوَّلُ وَ الْآخِرُ وَ الظَّاهِرُ وَ الْباطِن؛ O ilktir ve sondur, aşikardır ve gizlidir. Hadid: 3.
[7] هُوَ مَعَکُمْ أَیْنَ ما کُنْتُم؛ Nerede olsanız O sizinledir, Hadid: 4
[8] وَ إِذا سَأَلَکَ عِبادی عَنِّی فَإِنِّی قَریبٌ؛ Kullarım benim hakkında senden sorsalar de ki ben yakınım, Bakara: 186
[9] وَ نَحْنُ أَقْرَبُ إِلَیْهِ مِنْکُمْ وَ لکِنْ لا تُبْصِرُونَ؛ Biz ona sizden daha yakınız ama siz görmüyorsunuz. Vakia: 85
[10] نَحْنُ أَقْرَبُ إِلَیْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرید؛ Biz ona kalbinin damarından daha yakınız. Kaf: 16
[11] Ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasında bir perde olur. Enfal: 24
[12] Fussilet: 53-54
[13] Bk El_Mizan c. 17 s. 405
[14] أَ فِی اللَّهِ شَکٌّ فاطِرِ السَّماواتِ وَ الْأَرْض Gökleri ve yeri bir örnek olmadan yaratan Allah’ta şüphe mi var? İbrahim: 10
[15] اللَّهُ نُورُ السَّماواتِ وَ الْأَرْض؛ Allah göklerin ve yerin nurudur. Nur: 35
[16] Yusuf: 90
[17] مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یَعْرِفُ اللَّهَ بِتَوَهُّمِ الْقُلُوبِ فَهُوَ مُشْرِکٌ وَ مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یَعْرِفُ اللَّهَ بِالاسْمِ دُونَ الْمَعْنَى فَقَدْ أَقَرَّ بِالطَّعْنِ لِأَنَّ الِاسْمَ مُحْدَثٌ وَ مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یَعْبُدُ الِاسْمَ وَ الْمَعْنَى فَقَدْ جَعَلَ مَعَ اللَّهِ شَرِیکاً وَ مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یَعْبُدُ الْمَعْنَى بِالصِّفَةِ لَا بِالْإِدْرَاکِ فَقَدْ أَحَالَ عَلَى غَائِبٍ وَ مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یَعْبُدُ الصِّفَةَ وَ الْمَوْصُوفَ فَقَدْ أَبْطَلَ التَّوْحِیدَ لِأَنَّ الصِّفَةَ غَیْرُ الْمَوْصُوفِ وَ مَنْ زَعَمَ أَنَّهُ یُضِیفُ الْمَوْصُوفَ إِلَى الصِّفَةِ فَقَدْ صَغَّرَ بِالْکَبِیرِ وَ ما قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِه، قِیلَ لَهُ فَکَیْفَ سَبِیلُ التَّوْحِیدِ قَالَ ع بَابُ الْبَحْثِ مُمْکِنٌ وَ طَلَبُ الْمَخْرَجِ مَوْجُودٌ إِنَّ مَعْرِفَةَ عَیْنِ الشَّاهِدِ قَبْلَ صِفَتِهِ وَ مَعْرِفَةَ صِفَةِ الْغَائِبِ قَبْلَ عَیْنِهِ قِیلَ وَ کَیْفَ نَعْرِفُ عَیْنَ الشَّاهِدِ قَبْلَ صِفَتِهِ قَالَ ع تَعْرِفُهُ وَ تَعْلَمُ عِلْمَهُ وَ تَعْرِفُ نَفْسَکَ بِهِ وَ لَا تَعْرِفُ نَفْسَکَ بِنَفْسِکَ مِنْ نَفْسِکَ وَ تَعْلَمُ أَنَّ مَا فِیهِ لَهُ وَ بِهِ کَمَا قَالُوا لِیُوسُفَ إِنَّکَ لَأَنْتَ یُوسُفُ قالَ أَنَا یُوسُفُ وَ هذا أَخِی فَعَرَفُوهُ بِهِ وَ لَمْ یَعْرِفُوهُ بِغَیْرِهِ وَ لَا أَثْبَتُوهُ مِنْ أَنْفُسِهِمْ بِتَوَهُّمِ الْقُلُوب؛ Tuhefu’l-Ukul s. 326-329