Gelişmiş Arama
Ziyaret
6901
Güncellenme Tarihi: 2011/10/20
Soru Özeti
Akil ve me’kul (yiyen ve yenilen) şüphesini, cevabıyla birlikte açıklar mısınız?
Soru
Akil ve me’kul (yiyen ve yenilen) şüphesini, cevabıyla birlikte açıklar mısınız?
Kısa Cevap

Akil ve me’kul şüphesi cismani me’ad ile ilişkin yapılan en eski işkâllardan birisidir. Özetle işkâl şöyledir: Kıtlık döneminde bir insan başka bir insanın etini içinde bulunduğu kıtlık ve şiddetli açlıktan ötürü yediğini farz ediniz. Öyle ki yenilen insanın bedeninin bütünü veya bir kısmı yiyen insanın bedeninin bir parçası haline geldi. Acaba kıyamet gününde yenilen insanın bedeninin parçaları yiyen insanın bedeninden ayrılacak mı yoksa ayrılmayacak mı? Eğer ayrılacağını kabul edersek yiyen insanın bedeni eksik kalacak. Ayrılmayacağını söylersek yenilen insanın bedeni eksik kalacaktır. Farz ediniz ki bu iki kişiden birisi kâfir diğeri mümin olursa, bu durumda mümin olan kimsenin bedeninin eksik olduğunu kabul edersek mümin olan kimsenin bedeninin bir kısmı kâfirle birlikte cehenneme gittiğine neden olmuş olur. Eğer kâfir olan kimsenin bedeninin parçacıkları tevhit anlayışına sahip olan bir kimsenin bedeninin parçaları konumuna gelmişse kâfir olan kimsenin bedeninin zerrecikleri mümin olan kimsenin hatırası için cennete girmiş olur. Her iki durumda Allah’ın adaletine tersdir. Dolayısıyla cisimsel me’adin tahakkuku imkânsızdır.

Bu bağlamdaki şüphe başka bir beyan şöyle tasvir edilmiştir: Eğer birisi sahralardaki yırtıcı havyaların veya denizlerdeki balıkların yemi konumuna gelir veya yabanda kurtların veya yırtıcı hayvanların yiyeceği ve neticede onların bedenlerinin bir parçası haline gelir ve bu şekilde dağılırsa bu dağılmış olan zerreler nasıl tekrar eksiksiz bir şekilde toplanıp önceki bedenin şekline dönmeleri mümkündür?

Bu şüphenin kısa cevabı şöyledir: Her insanın zahiri ve görünen boyutu onun cismani bedenine bağlı değil bilakis onun ruhani boyutuna bağlıdır. Zira insanın bedeni sürekli değişim halindedir. Bu nedenle belli bir beden insanın hakikatini belirtmede muteber değildir. İnsanın cismani şahsiyetini şekillendiren belirsiz ve müphem bir bedendir. Çünkü cisim akan bir madde gibi akıcı ve dolayısıyla farklı formları kabulleniyor. Bu nedenlerden dolayı maddi olan insanın cismi için her hangi bir sebat ve beka tasavvur edilemez. İnsanın bedeni insanın ruhunun sayesinde kişiliğini buluyor ve bunun sayesinde bedenin zerrecikleri asıl sahibine isnat edilir ve şöyle deniliyor: Falan kesin elini ve ayağını veya şu organını onun bedeninden kestiler ve buna benzer isnatlar.

Oysaki eğer insan toprak olur meyveye dönüşürse yukarıdaki isnatlar aradan gider.

Ayrıntılı Cevap

Eskiden beri “cisimsel meadı” inkâr edenlerin dayandığı delil “akil ve me’kul” şüphesidir. Geçen zaman süresi içinde ve gerçekleşen ilmi değişikliklerle bu şüphe farklı formlara ve kalıplara sokulmuştur. Günümüzde artık daha fazla kandırmacık yapısını ve şeklini almıştır. Zikredilen işkâlın büründüğü değişik şekilleri üç konuda özetleniliyor:

1-   Bedenin dağılmış zerrecikleri nasıl toplanılıyor?

2-   Haşır olunacak beden hangisidir?

3-   Ruhlardan eksik olan bedenlerin noksanlıkları nasıl giderilir? Bedenin dağınık zerrecik parçaları nasıl bir araya getirilir?

İlkin şüphe şöyle ortaya atılırdi: Mümin olan bir kimsenin bedeninin parçaları kafir olan bir kimsenin bedeninin paçalarına dönüşürse “çözülmüşün tebdil olunması” (bedel’u ma yetehellel) veya “hücrelerin tevlid-i misl” yapma kaidesince mümin olan kimsenin bedeninin zerrecik parçası kafir olan kimsenin bedeninin parçası konumuna gelir konusunda hiç şüphe yok. Buna binaen eğer kıyamet gününden herkesin bedeninin parçaları geri dönerse bu iki bedenden birisi eksik olacaktır. Bu durumda eksik ve nakıs olan beden ya mümin olan kimsenin bedenidir ya kâfir olan kimsenin bedeni olacaktır. Eğer mümin olan kimsenin bedeni eksik olursa o zaman onun bedeninin bir kısmı kâfir olan kimsenin bedeniyle birlikte cehenneme gidip azap görmesi lazım gelir. Ama eğer müşrik olan kimsenin bedeninin parçaları mümin olan kimsenin bedeninin parçaları haline gelmiş olduğunu kabul edersek kafir olan kimsenin bedeninin parçaları müminle birlikte cennete gitmesi lazım gelir. Bu her iki halet de ilahi adalete tersdir. Bu nedenledir ki cisimsel me’adin tahakkuk bulması imkânsızdır denilmektedir.

Şüphenin ikinci şekli: Bu bakış açısına göre bu şüphe daha geniş bir boyuta sahiptir. Şöyle deniliyor: Eğer kişi sahradaki yırtıcı hayvanlara veya denizlerdeki balıklara yem ya yabandaki yırtıcı hayvanların yiyeceği konumuna gelir ve yiyen hayvanların bedeninin parçaları haline dönüşürse yenilen insan yiyen hayvanların bedenlerinde yayılmış ve hayvanların bedenlerine dağılmış olan yenilen insanın bedeni bu dağınık ve eksilmiş haliyle haşir olunması nasıl gerçekleşebilir?

Mütekellimlerin Cevabı:

Müslüman mütekellimler bu şüpheye iki cevap vermişlerdir. Cevaplarını özet bir şekilde aktarmaya çalışacağız:

1-   Kelam ve akaid ilminin alimlerinin çoğunluğu bu şüpheye şöyle cevap vermişlerdir: Allah u Teala mümin olanın bedeninin asıl zerreciklerini bütün olaylardan koruyor. Kâfir olan kimsenin bedeninin parçalarına dönüşmesini engeller. Asıl itibariyle hiçbir insanın zerrecikleri başka bir kimsenin bedenine dönüşmez. Başka bir insan veya hayvanın bedenine dönüşen zerreler yenilen kişinin bedeninin fazlalıklarıdır. Ama asıl zerreler her çeşit değişikliklerden korunuyor.

Bu cevap eski zamanlarda kani edici olabilirdi ama günümüzde hiçbir şekilde kani edici değil ve kabul görülmüyor. Zira fizyolojik olarak insanın bedenindeki hücreler değişken ve değişim halindedirler. Bu nedenle eğer insanın bedeni bir hayvanın yemi konumuna gelirse onu yiyen hayvanın bedenine dönüşmesi kesindir. Ama hücrelerin daimi değişkenliği nedeniyle bir müddet sonra ya enerji veya pislikler şeklinde bedenin dışına atılacaktır. Sinirsel ve kassal hücreler ve beyin değişmiyor ve ömrün sonuna kadar baki kalır. Sonra topraksal maddelere dönüşür ve başka bedenleri şekillendiren maddelere dönüşecektir. Bu nedenle kelamcıların iddia ettikleri sabit kalan asli zerreler diye bir şey bedende söz konusu değildir.[1]

2-   Kelamcı ve mühaddislerin vermiş oldukları ikinci cevap şöyledir: İnsanın bedeni ölümün kavuşmasıyla dağılıp gider. Ama her insanın tüm niteliklerini taşıyan asıl maya ve tineti (hakikati) cisimsel bedenin asıl çekirdeği unvanıyla kabirde baki kalır ve kendi yörüngesinde hareket halindedir. Başka hiçbir insanın bedeninin parçasına dönüşmez. Hatta eğer başkasının bedenine gireceğini farz etsek bile yine o bedenden çıkacaktır. Kıyamet gerçekleştiği an bu asıl maya ve tinet harekete geçer ve dünyevi bedeninin sahip olduğu tüm niteliklerine haiz olan uhrevi bedeni şekillendirir. Buna binaen insan cisminin asıl mayasında “ak’il” ve “me’kul” diye bir şey şekillenmiyor. Tabii ve doğal ilimler tarafından bu tinetin keşif edilmemesi onun yokluğuna delil olamaz.

İnsan tineti (bedeninin hakikati) nedir noktasında ise farklı düşünceler var olmaktadırlar: Bazıları nefs-i natıka (düşünen nefis), bazıları insanın saadeti ve şekavetinin bağlı olduğu şeydir demişlerdir. Bir diğer grupta asıl zerrecikler ve başka bir grupta misali ve barzahi cisim olduğunu söylemiştir.[2]

Filozofların Cevabı:

İlahi filozoflar daha dakik cevap vermişlerdir: Şöyle diyorlar: Her insanın zahiri boyutu onun cismani boyutuna değil, ruhani ve manevi boyutuna bağlıdır, Zira bedenimiz olarak sürekli değişim halindedir. Bu nedenle insanı belirginleştirmede belli bir beden ölçü değildir. Müphem ve belirsiz bir beden insanın cisimsel kişiliğini şekillendirebilir. Zira cisim hareket halinde olan bir maddedir ki değişik şekil ve formlara girebilir. Değişik ve çok farklı formları kabullenmesi mümkündür. Bu bakımdan maddi olan cismimiz için sebat ve beka diye bir şey söz konusu değildir. Belki ruh güdümündedir ki beden belirginleşiyor ve bedenin zerreciklerinin asıl sahibine nisbetlendirip şöyle denilmesi mümkündür: Falan kesin elini veya ayağını ya şu organını kestiler. Ama eğer beden topraktan sonra meyveye dönüşürse yukarıdaki intisap aradan yok olup gider.

Bu cevaba göre ak’il ve me’kul şüphesi kökten yok olur ve ortadan kalkar. Zira bu açıklamaya göre ahiret hayatında bu dünyada muayyen olan beden ki falan tarihte sahradaki hayvanlara veya denizdeki balıklara yem olan bedenin zerreleri tüm nitelikleriyle tekrar haşır olunması gerekli değildir. Zira bedeninden ister irin ve artıklar ister enerji şeklinde bedeninden ayıran zerrelerden bir bedenin şekillenmesi ve ruhun ona taalluk etmesi mümkündür. Tereddütsüz ruh şekillenmiş olan bu bedene taalluk eder etmez insan kendi ilk formunu ve suretini alacaktır.

İslam’da zaruri olan şey insanların başlangıcındaki tanımışlıklarıdır. Şöyle ki; mahşer sahrasında dünyada bir birini tanıyan bireyler birbirini görür görmez onların geçmişte geçirmiş oldukları hatıraları hatırlayıp birbirlerini tanımalarıdır. Dünyada insanların taşıdıkları zerrelerin aynısı kıyamet gününde haşır olmaları gerekli değildir.

Bir çok rivayetlerde nakledilmiştir: A’ama ve bedenen sakat olan kimseler kıyamet gününde salim ve sağlam haşır olunacaktır. Oysa eğer insanın bedenini şekillendiren zerrelerin tümü olduğu şekilde haşır olunmaları gerekli olmuş olsaydı o zerreler olduğu şekilde (yani kör olanlar kör olarak ve organları nakıs olanlar nakıs olarak) haşır olmaları gerekirdi. Diğer taraftan itiraf etmeliyiz ki uhrevi bedende göze çarpacak ve dikkatleri üzerine çekecek şekilde değişiklik gerçekleşecektir. Aynı zamanda kişisel nitelikler korunmuş bir şekilde kalmış ve insanlar birbiriyle karıştırılmayacaktır. Belki bedenin maddesinden belli bir kısmıyla beden şekillenip ruh sahip olduğu yaratıcı hususiyeti sabit olan cisimle topraklaşmış bedeni uygun bir hale getirir olması mümkündür. Rivayetlerde insanlığın kaynağı olarak zikredilen tinet ile karıştırırsa insanın bütün nitelikleri, geçmişteki hatıralar, gönderdikleri ve geride bıraktıkları tüm davranışları tekrar yenilenecektir. Kendisi hem kendini hem başkalarını tanıyor. Diğerleri de onu tanıyacaklardır.[3]

Hikmet-i Mutaliye’nin Cevabı:

Hikmeti mutealiye’nin kuruyucusu Molla Sadra bu şüpheye vermiş olduğu cevap şöyledir: Her insanın şahsiyeti ve hakikati insanın maddi bedeniyle değil nefsi ve ruhuyla belirginleşiyor. İnsanın hüviyetini belirginleşmede rol sahibi olan beden müphem ve belirsiz bir bedendir. Zira sürekli değişim ve tebeddül halinde olan cisim insanın hüviyetini ve şahsiyetini belirginleştiremez. Oysaki bedenin bütün organları aralıksız değişim halindedir. Hatta bedendeki kemiklerin hücreleri senede bir defa olsa bile bütünüyle değişiyor. Bu cihetledir ki değişken cisim ve beden hiçbir şekilde sebata ve bekaya sahip olamaz. Buna binaen değişken cisim ve aralıksız tebeddül halinde olan beden belirginliği olamaz. Bu nedenledir ki örniğin Zeydin bedenini hayvan yediği için haşır olunmaz, zira bu beden ya yiyen (ak’il) ya yenilen (me’kul) dur diye bir şey söylenemez. Her insanın bedenini belirginleştiren insanın ruhudur.

Zeyd’in ruhu bir bedene taalluk ettiği vakit o beden Zeyd’in bedenidir. Belki ruhun taalluk ettiği her şey o ruhun bedeni o şeyin kendisidir. Sanki dünyada bu bedenle yaşamış ve bu bedenle soğuğu ve sıcağı tatmıştır. Bizim itikadımızca bedenlerin haşır olunmasında gerekli olan şey bedenlerin kabirlerden kalmaları ve tanıdıkların birbirlerini tanımalarıdır. Öyle ki birbirlerini gördüklerinde bu falan kes ve şu falan kestir diyebilmektir. Her insanın bedeni her insanın ruhunun taalluk ettiği bedenidir. Aksine bu bedenler bir avuç topraktır. Bu inanç esasınca Zeyd’in vücudu ve hüviyetinin değişmesi gerekmez. Bir insanın çehresi çirkinleşir ve kerih duruma döner veya eli ve ayağı kesilirse onun belirginliğinin değişmesine sebep olmadığı gibi. Acaba sağır, a’ama, felç olunmuş, yaşlı ve genç oldukları şekilde haşır olunmaları mı gerekir? Kesinlikle bunun cevabı menfidir. Aksine insan ahirette en kamil şekliyle haşır olunur. Masumlardan nakledilen rivayetler de bu gerçeğe tasrih etmişlerdir.[4]  Bu bağlamda daha fazla bilgi edinmek için aşağıda bir kısmının ismi zikredilen kelamsal, felsefi ve tefsirsel kitaplara müracaat edebilirsiniz:

1-   Şeriati Sebzavari, MUAHMMED BAKIR. “me’ad der nigah akl ve din”.

2-   Molla Sadra, “esfari arbaa”.

3-   Mekarimi Şirazi, NASIR, “tefsiri nümüne”.

4-   Mekarimi Şirazi, NASIR, “mead ve cihan bade ez merg”.

5-   Subhani, CAFER, “akaidi İslami der pertuyi kuran ve hadis”.



[1] Şeriati Sebzavari, MUAHMMED BAKIR. “me’ad der nigah akl ve din”, baskı 4, Kum: Bustani Kitap, 1382, s. 250.

[2] A.g.e., s. 251. Bu kısa makalede kelamcıların sözünü nakletme gayesini gütmekteyiz. Gayemiz onların görüşlerini eleştirmek değildir. Dolayısıyla verdikleri ikinci cevaplarını eleştirmiyoruz.

[3] Subhani, CAFER, “akaidi İslami der pertuyi kuran ve hadis”, Kum: Butsan-İ Kitap, 1386, ş. s. 588-589; Şeriati Sebzavari, MUAHMMED BAKIR. “meada der nigah akl ve din”, s, 250; Mekarım Şirazi, NASIR, “me’ad ve cihan bade ez merg”, Kum: Metbuat-i Hedef, 1336 ş, s. 330-331.

[4] Molla Sadra, “esfari arba’a”, Kum: Mektebetu’l-Mustafa, c. 9,1379, s, 190-191.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Allah tarafından müteaddit Peygamberlerin gönderilmesindeki hikmet nedir?
    8982 Eski Kelam İlmi 2011/07/14
    Allah u Teâlâ’nın lütfünün tecelli ettiği yerlerden birisi hiçbir ümmeti hiçbir zaman kılavuzsuz (hidayetçi) bırakmaması ve daima peygamberleri göndermiş olması ve yeryüzünü hüccetsiz bırakmamasıdır. Ama müteaddit dinlerin var olması ve daha sonraki dinlerin tekâmül bulması farklı dönemlerde beşer fikrinin tekâmül bulması nedeniyledir. Başka bir beyanla ilkel ...
  • İmam Hüseyin’in (a.s) kırkı hakkında açıklamada bulunabilir misiniz?
    13901 تاريخ بزرگان 2012/03/12
    Kırkıncı gün merasimi hakkında kültürümüzde yer alan şey, Sefer ayının yirmisine denk gelen Şehitlerin Efendisinin (a.s) şahadetin kırkıncı gününü anmaktır. İmam Hasan Askeri (a.s) bir hadiste müminin alametlerinin altı tane olduğunu buyurmuştur: Elli bir rekât namaz, kırk duası, sağ ele yüzük takmak, toprağa secde etmek ve namazda ...
  • Niçin Hz. Âdem’in (a.s) hatası yüzünden yer küresinde kalmaya mecbur olup sonuçta günaha bulaşıp cezalandırılmalıyız?
    14755 Eski Kelam İlmi 2010/06/02
    Hz. Âdem başta olmak üzere bütün Enbiyalar (a.s) her çeşit günah ve hatalardan masum ve beridirler. Hz. Âdemin yaptığı şey ise irşad-i bir emre muhalefetti. Dolaysıyla yapılan bu muhalefete günah denilmez. Aslında insanın ve Hz. Âdemin yeryüzüne gelişi ilahi bir takdir olup ...
  • Bid'at nedir ve onunla ilgili İslam'ın hükümleri nelerden ibarettir?
    8276 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/01/13
    Bid'at, sözlük manası olarak yeni yapılan ve geçmişi olmayan iş demektir ve ıstılahta ise; "Dinde olmayan bir şeyi dine sokmak demektir" yani aslında dinde ve şeriatta olmayan bir şeyi dine ve şeriata mal etmektir. Bid'at koymak dinde büyük günahlardan sayılmıştır. Onlara ait mekânları ...
  • “Vebtelül yetama hatta iza beleğun nikahe” şeklinde olan ayetin anlamı nedir?
    7375 Tefsir 2012/05/12
    Allah u Teâlâ bu ayeti kerimede yetimlerden sorumlu olan kimselere düstur veriyor ki yetimlerin mallarına karşı dikkatli olmalarını istiyor. Yani onların sermayesini korusunlar, sorumlulukları döneminde buluğ ve rüşt çağına erinceye kadar onları denemeye tabi tutsunlar. Sorumlular, sorumluluklarının altında olan yetimlerin buluğ ve rüşt çağına erdiklerini fark ettiklerinde ...
  • İslam dininde hatemiyetin hakikati nedir ve Sayın Suruş’un görüşünün eleştirileri nelerdir?
    10338 Yeni Kelam İlmi 2010/06/02
    Birkaç noktaya dikkat etmek faydalı olabilir:1. Peygamberliğin son bulması ve buna tabi olarak İslam dinin son din olması, Ahzab Suresinin 40. ayetinde belirtilmiştir ve bu ayet mana itibariyle, İslam dininin son din olması vesilesiyle peygamberlikte sona ermiş ve artık peygamberin gelmesi mümkün değildir.2. Bir açıdan hatemiyetin sırrı şunlara ...
  • Müslüman ülkelerin kadınları başkalarının yanında yüzlerini kapamaktalar. Bu durumda gençler nasıl birbirlerini görüp beğenecekler?
    6385 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/15
    Din alimlerinin çoğu kadının yüzünü örtmesini gerekli görmemelerine rağmen, birçok Müslüman kadın kendi isteğiyle yüzünü örtüyor ve daha fazla hicaplı olmayı tercih ediyorlar. Biz inanıyoruz ki ilgi duymak yalnızca dış güzelliği dayalı olsa ve daha önemli ölçüler göz ardı edilse böyle bir ilgi genel olarak fazla uzun ...
  • Hz Yusuf’un (a.s) bedeni babasına saygısızlık etmesi nedeniyle mi çürümüştür?
    27521 Tefsir 2012/06/16
    Hz Yusuf’un (a.s) babası Hz Yakup’a (a.s) yönelik saygısı hakkında yer alan ayetlere bakıldığında onun attan geç inme nedeniyle babasına saygısızlık ettiği gözlemlenmemektedir. Bu hususta iki rivayet aktarılmıştır ve her ikisi de senet zayıflığından güvenilir sayılmamaktadır. Müfessirler de böyle bir şeyi kabul etmemişlerdir. Bu nedenle Hz Yusuf’un ...
  • Ahzap suresinin 37. ayetinin nüzul sebebi nedir?
    28084 تاريخ بزرگان 2011/04/13
    Ahzap suresinin 37. ayeti Peygamber’le (s.a.a) Cahş’ın kızı Zeynep’in evliliği hakkında olup şöyle buyuruyor: ‘An o zamanı ki Allah'ın, kendisine nimet verdiği ve senin de nimetler verdiğin kişiye ‘eşini bırakma ve çekin Allah'tan’ diyordun.’Zeyd bin. Harise azad edilmiş bir köle olup, Peygamber (s.a.a) onu kendisine ...
  • Peygamberlerin ve İmamların diğer kulların arasından seçilmelerinin delili nedir?
    7896 Eski Kelam İlmi 2010/08/14
    Nübüvvetin genel delilleri gereği Allah-u Teala, insanların hidayeti için, onlara kendi cinslerinden örnek, halife ve hidayetçi olacak kimseler seçmiştir. Bu seçim delilsiz değildir. Şöyleki, Allah’ın halifesi olma yeteneği bütün insanlara verilmiş, ama bu yetenek herkeste fiiliyata geçmemiştir; sadece bir kısım insan tam bir teslimiyetle ilahi ...

En Çok Okunanlar