Gelişmiş Arama
Ziyaret
7128
Güncellenme Tarihi: 2011/09/21
Soru Özeti
İmamların teşriî velayeti ile hatemiyet meselesi arasındaki çelişki nasıl çözülebilir?
Soru
Hatemiyetin mana ve gereklerinden birisi, Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından ilahi teşri ve kanun koyuculuğun sona erdirilmesidir. Peygamberliğin sona ermesiyle göğün kapıları kapanmış ve artık şeriat hakkında hiçbir hüküm veya hükümler kaldırılmayacak veya yeniden tesis edilmeyecektir. Kanun koyuculukta son dinin taşıdığı kuşatıcılık ve kemale binaen, peygamberliğin sonlanmasından sonra teşri ve kanun koyuculuğa inanırsak, böyle bir inanç hatemiyet ile bağdaşmayacak ve Peygamber asrında dinin kâmil olmadığı ve onun vefatından sonra kemale erdiği anlamı ortaya çıkacaktır. Bu teorinin sahibi şöyle demektedir: Peygamberden (s.a.a) sonra birilerinin gelip vahiy ve şuhuda dayanarak bir takım sözler söylemesi, bu sözlerin Kur’an ve nebevi sünnette bulunmaması, yanı sıra bu şahısların öğretileri, kanun koyuculuğu, emir ve yasaklarının nebevi vahiy mertebesine ermesi ve Peygamber buyruklarının masumiyet ve hüccetliğini kazanması ve bütün bunlarla birlikte hatemiyetin zedelenmemesi nasıl mümkün olabilir? Ve … Eleştiride bulunan şahsa göre, Şiiler kendi önderleri için göz önünde bulundurdukları makamlar esasınca (gök ile direkt irtibatta olmak, masumiyet ve sözlerin hüccet oluşu), teşri makamının imamlara (a.s) devredildiğine ve onların tıpkı Peygamber (s.a.a) gibi teşriî velayet sahibi olduklarına ve de kitap ve nebevi sünnette hiçbir geçmişi olmayan bazı dinsel hüküm ve öğretileri kanunlaştırabileceklerine inanmaktadırlar. Bu nedenle Şiiler imamların (a.s) velayetine inanmakla amelde hatemiyet ile çelişmektedirler.
Kısa Cevap
Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız.
Ayrıntılı Cevap

Eleştiride bulunan şahsın sözlerinden anlaşıldığı üzere kendisi, yüksek âlem ile bağlantı kurarak kitap ve nebevi sünnetin suskun kaldığı hususlarda yeni öğretiler getiren herkesin peygamber olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle, eğer önderler dinsel öğretileri açıklarsa ve bu öğreti ve hükümler vahiy buyrukları ve aziz İslam Peygamberinin sünnetinde bulunursa, bunun peygamberlik ile eşit olmayacağı ve hatemiyet ile çelişmeyeceği söz konusu şahsın sözlerinden anlaşılmaktadır. Özetle, bu tezi işleyen şahıs, hatemiyet döneminde dinî önderlerin yenilik getirmesini hatemiyet ile çelişik bilmektedir. Bu şüpheye yanıt verirken bir kez daha imamların ilimlerinin kaynağına işaret etmek zaruret addetmektedir. Söz konusu kaynaklardan birisi ilhamdır. İlham peygamberlere özgü değildir ve tarih boyunca Allah’ın ilham yoluyla âlemin sırlarını bildirdiği birçok insan bulunmaktadır. Kur’an Hz. Hızır hakkında şöyle buyuruyor: [1]" آتَیناهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنا وَ عَلَّمْناهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْماBiz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” Böyle fertler bilgilerini normal yoldan öğrenmemişlerdi; çünkü Kur’an “kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” diye buyurmaktadır. Bu nedenle, peygamber olmamak, bazı insanların ilhama muhatap olmasına engel teşkil etmez. İmam Kazım’dan (a.s) çok güzel bir rivayet nakledilmiştir ki şöyle buyurmaktadır:

"مَبْلَغُ عِلْمِنَا عَلَى ثَلَاثَةِ وُجُوهٍ مَاضٍ وَ غَابِرٍ وَ حَادِثٍ فَأَمَّا الْمَاضِی فَمُفَسَّرٌ وَ أَمَّا الْغَابِرُ فَمَزْبُورٌ وَ أَمَّا الْحَادِثُ فَقَذْفٌ فِی الْقُلُوبِ وَ نَقْرٌ فِی الْأَسْمَاعِ وَ هُوَ أَفْضَلُ عِلْمِنَا وَ لَا نَبِی بَعْدَ نَبِینَا"[2]

“Bizim ilmimiz geçmiş, gelecek ve hal diye üç kısımdan müteşekkildir. Geçmiş açıklanmıştır. Gelecek yazılmıştır. Hal ise kalplere kavratma ve kulaklara duyurma şeklindedir. Bu, bizim en yüksek ilmimizdir ve bizim peygamberimizden sonra bir peygamber gelmeyecektir.” Bu rivayetin zahirinden anlaşıldığı üzere imamlar geçmişi açıklamayla ve geleceği yazılmış olandan elde etmekle birlikte, vuku bulan mesele ve olaylar hakkında da gök ve gayb ile iletişim kurarak cevap almaktadırlar. Onların aldığı cevap asla Peygambere nazil olmamış ve ulaşmamış bir şey midir yahut kendisine ulaşmış olan ama bazı nedenlerden ötürü ilan etmediği ve mesuliyetini imamın yetkisine bıraktığı bir şey midir? Bu rivayetin sonunda çok önemli bir nokta mevcuttur: İmam “bizim peygamberimizden sonra bir peygamber gelmeyecektir” diye buyurmaktadır. İmam (a.s) sanki bu cümleyle bir yanlış anlamayı gidermek istemektedir. Nitekim Dr. Suruş da böyle bir yanlış anlamaya kapılmıştır. (İmam sanki şöyle buyurmak istemektedir) Şunu biliniz ki eğer biz ilham yoluyla bazı sırlara yönelik bilgi sahibi oluyorsak, bu bizim peygamber olduğumuzu ve yeni kanunlar oluşturduğumuzu göstermez ve peygamberlik sona ermiştir. Bu nedenle belirtilen şüpheye cevap vermeden önce teşrinin ıstılahı manası anlaşılmalıdır. Teşri, kanun yapma ve kanun koyuculuk anlamına gelmektedir. Böyle bir hak zati olarak sadece Yüce Allah’a özgüdür. Çünkü insanların tüm cismanî ve ruhanî sırlarını kamilen bilen yalnız O’dur. Bu nedenle bağımsız olarak kanun koyma Yüce Allah’ın yetkisindedir. Hatta Hz. Peygamberin (s.a.a) bile böyle bir hakkı yoktur. Eğer Peygamberin kanun koyucu olduğu söyleniyorsa, bunun manası halka ulaştırması için melekler tarafından Peygambere gelen hüküm ve öğretilerdir. İmamlar hakkında onların kanun koyma hakkının olduğu söylendiğinde şu soru sorulmaktadır: İmamlar bağımsız olarak hükümleri Allah’tan mı almaktadır yoksa imamlar sadece Peygamberin sözlerini açıklama hakkına mı sahiptir? Burada İslamî düşünürlerin çoğu masum imamların (a.s) bağımsız olarak kanun koyma hakkının olmadığına ve onların sadece Peygambere nazil olmuş hükümlerin açıklayıcısı olduklarına inanmaktadır. Aşağıda bunların bazılarına işaret edilecektir:

1. Allame Tabatabai şöyle demektedir: “Bu konuda üzerinde durulması gereken dikkate şayan şey, Peygamberin (s.a.a) vefatından önce dinin kemale erdiğine dönük birçok delilin mevcut olmasıdır. Kitap ve sünnetin tüm şerî hükümleri içermesi bu kemale ermenin gereğidir… Öte taraftan yerinde ispatlandığı üzere imamın (a.s) vazifesi sadece hükümleri beyan etmektir, teşri değildir.”[3] Allame Tabatabai, imamlar neden kanun koyucu olarak lanse edilmektedir, diye sorulan zihnî bir soruya şöyle cevap vermektedir: Bu, sadece imamın (a.s) naklettiği şeyin Peygamberin (s.a.a) buyurduğu şey olduğuna ve resulün getirdiği şeyin tefsiri olduğuna delalet eder ve bundan fazlasına delalet etmez.”[4]

2. Şehid Sadr (r.a) bu konuda şöyle söylemektedir: “Bu çelişki ve açık hükümler Peygamberden (s.a.a) gelen açık hükümleri kapsar ve imamlardan gelen açık hükümleri kapsamaz; zira yerinde ispatlandığı üzere teşri devri Peygamberin vefatıyla sona ermiştir ve imamlardan gelen hadisler sadece peygamberin teşri ettiği hükümlerin beyan ve açıklamasıdır. Başka bir şey değildir.”[5]

Bu iki İslamî düşünürün açıklamalarından teşriin peygamberliğin sona ermesiyle son bulduğu, masum imamların Peygamberin (s.a.a) sözlerinin açıklayıcısı oldukları ve kanun koyuculuk anlamında teşri hakkına sahip olmadıkları neticesine ulaşılabilir. Eğer imamlar (a.s) yeni kanunlar almıyorlarsa, bu durumda ilhamın faydası nedir, diye bir soru sorulacak olursa, şöyle yanıt verilebilir: Peygamber tüm ilimleri bir defada İmama (a.s) verdi ve imamlar o ilimler vesilesiyle Peygamberin dilinden beyan edilmemiş hüküm ve öğretileri halka öğretmektedir ve ilham da İmama verilen ilimlerin tekrar söylenmesi olabilir. Aynı şekilde kanun koyuculuk ile irtibatı olmayan bir takım haber ve sırlar da mevcut olabilir ve imam taşıdığı batıni velayetle bu ilahi nimetlere sahip bulunabilir. Belirtilen noktalar dikkate alındığında böyle bir velayet ne hatemiyet ve ne de dinin kuşatıcılığı ve kemale ermesiyle bir çelişki arz eder.



[1] Kehf, 65.

[2] El-Kuleyni, Usul-i Kafi, c. 1, s. 264, çap-ı çarom, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.

[3] Tabatabai, Haşiyetü’l-Kifaye, s. 97, Naşir: Bonyad-ı İlmî Fikri Allame Tabatabai.

[4] a.g.e.

[5] Sadr, Seyid Muhammed Bakır, Buhusun Fi İlmi’l-Usul, s. 30, Naşir: Müessese-i Dairetü’l-Maarif-ı Fıkh-ı İslamî, 1417 h.k..

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    17011 Pratik İrfan 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    5973 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Hangi ameller insanı güzel ve nuranî kılar?
    11448 Pratik Ahlak 2011/07/21
    İslam’ın bakışında güzellik zahirî güzellik ve batınî güzellik diye iki kısma ayrılır. Muteber ve mütevatir rivayetler açısından insanın batınî güzelliğini sağlayan bazı etkenler sabır, tahammül, vakar, sükûnet, takva ve sakınmadan ibarettir. Aynı şekilde rivayetlerde insan yüzünün nuraniyet ve güzelliğini sağlayan birçok amil zikredilmiştir. Abdest, az ...
  • İnsan olağan üstü işler yapabilir mi? Bu tür işleri yapmanın faydası nedir?
    10290 Teorik İrfan 2009/09/07
    Sizin işaret ettiğiniz şey, insanın ruhi güç kazanmasının sayesinde gerçekleşir; bu ruhi güç bazen dinin emirlerine uyarak ve şer’i riyazetler çekerek kazanılır; yani insan Allah’a yakınlaşarak İsm-i A’zama sahip olur. Bu güç sayesinde maddi alem üzerinde etkili olabilir ve iradesiyle bir takım işler yapar. Ancak bazen de ...
  • Musa (a.s.) Kısasının Kuranda Tekrar Edilmesinin hikmeti nedir?
    10556 Tefsir 2015/05/20
    Hazreti Musa’nın (a.s.) kur’anı kerimde tekrar edilmesinin hikmeti için hatırlatmalıyız; evvelen; Anlamsız ve lağviyete (boş) neden olacak kâmilen bir tekrar söz konusu değildir. Belki her surede, o surede zikir edilenin muhteva ve içeriğe uygun olan kıssanın kısmına işaret edilmiştir. Saniyen; kuranı kerimde hazreti Musa’nın (a.s.) hayatının diğer ...
  • Acaba humsu ve seyitlere ait olan hakkı taklit merciinin izni olmadan ödemek caiz mi?
    8976 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/10/18
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Tabiatı doğru bir şekilde kullanmanın yolu nedir?
    6091 Pratik Ahlak 2012/02/04
    İslam, başka mektepler gibi insanın ihtiyaçlarına tek bir açıdan bakmamış, tek maddi yönüne veya tek manevi yönüne odaklanmamış, aksine orta yolu tutmuştur. İlahi nimetleri doğru bir şekilde kullanmak, maneviyatla ve ahiretle çelişmediği gibi insanın saadet yolunda ilerlemesini de sağlar. ...
  • Ziyaret-i Aşura’da ki ‘Beri’tu ilellah ve ileykum minhum’ (Önce Allah’a sonra size onlardan dolayı beri oluyorum) cümlesinde Allah’a ve masumlara beri olmak ne demektir?
    6433 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/03
    Beraet lügatte birinden veya bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak manasına gelmektedir. Bu manalar eğer ‘İla’ ile birlikte olmazsa beraet için kullanılır. Ama ‘İla’ ile birlikte olursa bizarlık manasının yanı sıra sığınma manası da vermektedir. Buna göre ziyaretteki sığınma cümlesinin manası şöyle olur: Hak Teala’ya ve siz Ehl-i Beyt’e (a.s) ...
  • Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) cariye ve kölelere sahip olmaları kölelik sistemini benimsemek değil midir?
    19729 Eski Kelam İlmi 2009/07/04
    Kölelerle evlenme, onlarla mahrem olma, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) vs. hükümlerin Kur’an’da gelmesi Peygamber (s.a.a)’in zamanında köleliğin olduğunu ispat etmektedir, ama belirtmek gerekir ki, İslam’ın köleleri azat etmek için çok kapsamlı projeleri vardır. Bu projenin neticesinde bütün köleler zamanla özgürlüklerine kavuşmuşlardırlar. ...
  • Derslerimin Cuma namazına denk gelmesi nedeniyle Cuma namazını kılamamaktayım. Bunu telafi etmek için ne yapmalıyım?
    9607 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/11/17
    Değerli kullanıcı! İmam Zaman’ın (a.c.f) gıyabı döneminde Cuma namazı taklit mercilerinin çoğunluğunun fetvasına göre seçimli bir farzdır; yani yükümlü Cuma gününde şartlar mevcut ise Cuma namazını veya öğle namazını kılmada özgürdür. O halde eğer bir kimse Cuma namazını kılarsa, öğle namazını kılmasına gerek kalmaz. Elbette ...

En Çok Okunanlar