Gelişmiş Arama
Ziyaret
15512
Güncellenme Tarihi: 2009/07/23
Soru Özeti
Salâvat getirirken Al-i Muhammed’i demezsek niçin savat eksik sayılır?
Soru
Salâvat getirirken al-i Muahmmed denilmediğinde günah işlenmiş olduğu söylenir. Şunu biliyoruz ki Suyuti kendi tefsirinde, Buhari, Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace şöyle naklederler: Resulullah’a, Ey Allah’ın Resulu! Sana selam verme yolunu biliyoruz, nasıl sana salavat getirelim diye sorduklarında Peygamber: “Şöyle deyin dedi: Allahumme sallı ala Muhammed ve al-ı Muhammed kema sallayte ala İbraihe ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid. Allahumme Barik Ala Muhammedin ve al-i Muhammed kema barekte ala İbrahime ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid.” Suyuti bu hadisten başka aynı manayı ifade eden 18 hadis nakletmektedir ve bu hadislerin tümü salâvat getirirken al-i Muhammedin de eklenmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. İbn-i Hacer es-Savaık kitabında Peygamber’in, eksik salâvat getirilmesini ve sadece “Allahumme sallı ala Muhammed” denilmesini yasakladığını ve salavat getirirken Allahumme sallı ala Muhammedin ve Al-i Muhammed denilmesini emrettiğini nakletmiştir. Bu konuda Şia kaynaklarında gelen hadisler ise daha fazladır.
Ancak benim sorum şu ki: Kur’an ayeti Peygambere yalnız başına salâvat getirmeyi emretmiyor mu? Buna rağmen nasıl al-i Muhammed’in de salâvata eklenmesinin farz olduğunu söyleyebiliriz? Bu dinde bir bidat sayılmaz mı? Alimler Eşhedu anne aliyyen veliyullah’ı ezanda mustahap olarak söylemenin sakıncası olmadığını ancak ezanın bir parçası olarak söylemenin dinde bidat sayıldığını ve haram olduğunu açıkça vurgulamışlardır. Buna göre al-i Muhammed’i söylemenin salavatın bir parçası olduğunu söylemek neye dayanır oysa Kur’an açıkça şöyle diyor: “Allah ve melekleri Peyamber’e salat eder ey iman edenler siz de ona salat edin.” Oysa Peygamber kelimesi Ehl-i Beyt’i içine almaz. Buna göre al-i Muhammed salavatın bir parçası nasıl sayılır.
Lütfen bu soruyu kelami ve felsefi açıdan cevaplandırın. Al-i Muhammed’i salavatta getirmenin hakkındaki şia ve Sünni kaynaklarında var olan hadisleri zikretmekle yetinmeyin.
Kısa Cevap

Al-i Muhammed’e salâvat getirmek bidat olmadığı gibi Kur’an ve hadis ve akıl ve irfanla da uyumludur, çünkü:

Bidatin manası dinde olmayan bir şeyi dine dahil etmektir. Biz Al-i Muhammede salâvat getirmenin bidat olmadığını söylüyoruz çünkü bu konu Peygamber ve Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde yer almıştır.

2- Allah Kur’an-i Kerim’de birçok hükmü genel olarak açıklamıştır ve onun bütün özelliklerini açıklamamıştır. Bu hükümlerin ayrıntılarını ve özelliklerini açıklamak için Kur’an’ın gerçek müfessirleri olan Peygember’e ve Ehl-i Beyt’e bırakmıştır.

Buna göre Peygember ayetin tefsirinde al-i Muahmmed’i salavatta getirilmesini emrediyorsa bunun Kur’an’ın gerçek tefsiri olduğu anlaşılır.

3- Kur’an, zahiri anlamından başka derin batini anlamı da içerir. Bu anlamları Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bize bildirmeleri gerekir. En-Nebi kelimesi zahiri anlamı gereği Al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği bunu içerir.

4- Kur’an-i Kerim, Peygember’i ve Ehl-i Beyt’i bir gerçek olarak nazara alır. Bundan başka insanların örfü de aynı fikir ve akide olan kimselere aynı gözle bakarlar. Dini kaynaklar Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nurdan olduklarını vurgular. Bu yüzden irfan ilminde Peygamber ve Ehl-i Beyt bir nur olarak bilinmekte ve hakıkat-i muhammediye olarak ifade edilmektedir.

Diğer nokta şu ki Peygambere salavat getirmek hadd-i zatında farz değildir sadece namazın teşehhüdün de farzdır elbette. Hz. Muhammed’e salavata getirmek farz olduğu yerlerde Al-i Muhammed’e salavat getirmek farz olur müstehap olan yerlerde al-i Muhammed’i söylemek de müstehaptır.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın açıklık kazanması için aşağıdaki noktaları dikkatte almak gerekir:

1- Bidat,  dinde olmayan bir şeyi dine ekleyip dini bir parçası bilmeye denir. Bu ilke kendi yerinde ispatlanmıştır ki Peygamber ve Ehl-i Beyt’in söz ve tutumları dinin öğelerini belirler. Buna göre Al-i Muhammed Kur’an’da olmadığına göre bu bir bidattir demeniz yanlıştır. Çünkü bunun hadislerde yer alması onun dinin bir öğesi sayılması için yeterli delil oluşturur ve Kur’an’da geçmediği için bidat sayılması doğru değildir.

2- Taheret, namaz, oruç, hac, cihat, humus, zekât vb. hükümler Kur’an’da yer almalarına rağmen bunların ayrıntıları ve şartları Kur’an’da açıklanmış değildir. Örneğin namazın farz olduğu Kur’an’da açıklanmış ve bazı cüz ve şartlarına da özet bir şekilde işaret edilmiştir. Ancak bunların ayrıntılarına gelince örneğin namazda okunacak zikirler, kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı gibi hüküm ve şartlar açıklanmamıştır. Müslümanların yöntemi bu hükümlerin ayrıntılarını Peygamber’den öğrenmekti. Onlar bir hükmün nasıl yerine getirilmesini öğrenmek için Peygamber’in huzuruna varıp o hükümle ilgili bilmedikleri hususları soruyor ve Peygamber’de açıklıyordu. Müslümanlar da bu emirler doğrultusunda o farizayı yerine getiriyorlardı.

Salâvat hakkında da aynı yöntem uygulanmıştır. Salâvat ayeti olan “İnnellahe ve melaiketehu yusallune alennebi ya ayyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima[1] ayeti inince Müslümanlar Peygamber’in huzuruna varıp Peygambere nasıl salavat getirileceğini sordular. Ehl-i Sünnet ve şia’nın çeşitli kaynaklarında yer alan bir hadis uyarınca bunun üzerine Peygamber şöyle deyin dedi: “Allahumme salli ala Muhammed ve al-i Muhammed…”[2] Böylece Müslümanlar salavatla ilgili kendi görevlerini öğrenmiş oldular.[3]

Başka bir ifade ile Allah Teala Peygamber’i Kur’an’ın açıklayıcı ve müfessiri olarak tanıttığına göre[4] Peygamber de yukarıdaki ayeti yani “Ya eyyehullezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslime’yi[5] Allahume salli ala Muhammed ve al-i Muhammed olarak tefsir ettiğine göre al-i Muhammed’e salavat getirmenin de Kur’an’dan anlaşılacağını söyleyebiliriz.

3- Kur’an zahiri anlamının yanı sıra derin batini anlama da sahiptir. Bu batini anlamı Peygamber ve Ehl-i Beyt bize bildirmelidir.[6] Buna göre salâvat getirirken al-i Muhammed’i de söylemenin gerektiğini emreden hadisler işte Kur’an’ın bu batını anlamına işarettir sayılabilir. Yani En-Nebi kelimesi zahirde al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği al-i Muhammed’i de içerir.

4- Kur’an ayetlerinden anlaşıldığı üzere Allah Teala Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nur saymaktadır. Örneğin Allah Teala tathir ayetinde şöyle buyurmaktadır. Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istemektedir.”[7] Bu ayette Allah Peygamber ve ailesini bir gerçek olarak değerlendirmektedir.

Yine meveddet ayetinde şöyle demektedir: “De ki sizden yakınlarımı sevmekten başka hiçbir karşılık istemem.”[8] Peygamber’in elçiliğinin karşılığı olarak yakınlarını sevmek olduğu bildiriliyorsa bunun anlamı Ehl-i Beyt ile peygamberin birbirinden ayrılmazlığıdır. Mubahele ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Deyin ki gelin kendi çocuklarımızı ve çocuklarınızı kendi kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve kendimizi ve kendimizi çağıralım…[9] bu ayette Hz. Ali, Peygamber’in nefsi olarak ifade edilmiştir. Bu ayette Peygamber, duasının kabulü için Ehl-i Beyt’ini de yanında bulundurmakla görevlendirilmiştir.

5- Birçok hadiste Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bir nur olduğu belirtilmiştir. Örneğin şu hadise dikkat edin. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ın nurundan yaranmışım Ehl-i Beyt’im de benim nurumdan yaranmışlardır.[10]

6- Arifler de Peygamber ve Ehl-i Beyt’in nurlarından Hakıkat-i Muhammediye ve sadır-i evvel olarak söz etmektedirler. Onlara göre bunlar değişik tecelli ve belirtileri olan bir gerçeğin ifadeleridirler.

7- Halk ve örfün nazarında bir görüş ve fikri paylaşan kimseler bir gerçek olarak görülür ve bir gözle onlara bakılır.

Sonuç şu ki: Ehl-i Beyt’e salâvat getirmeyi de Peygamber’e salâvat getirmekle birlikte zikretmek bid’at olmadığı gibi hem Kur’an, hem hadisler, hemde akıl ve örfle uyumludur. Gerçekte Ehl-i Beyt’e salâvat Peygamber’e salavatla aynı gerçeği ifade etmektedir.

Son noktada şu ki: Peygamber’e salâvat her yerde ve mutlak şekilde farz değildir. Elbette önemle vurgulanan müstehap amellerdendir. Sadece namazın teşehhüdü gibi özel durumlarda farz olur.[11] Elbette Peygameber’e salavat farz olduğu durumlarda al-i Muhammed’e de salavat getirmek de farz olur. Müstehap olduğu yerlerde de müstehap olur.



[1] Ahzab: 56

[2] Numune Tefsiri: c. 17 s. 419

[3] Bkz. s. 428

[4] Haşr: 7

[5] Ahzab: 56

[6] Biharu’l-Anvar, c. 89 s. 90-95

[7] Ahzab: 33

[8] Şura: 23

[9] Al-i İmran: 61

[10] Biharu’l-Anvar: c. 15 s. 20

[11] Tehrirul’Vesile c. 1 s. 143 Mesele 1

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Eğer Ehlibeyt (a.s) «خُزّان العلم» ilmin madeni iseler neden kumeyl duasını Hz. Hızır İmam Ali (a.s)’a öğretmiştir?
    6102 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2019/04/07
    Kumeyl duası Şeyh Tusi’nin “Misbah’ul-Muteheccid”[1] ve Seyit ibn. Tavus’un “İkbal’ul-Emal” adlı eserlerinde nakledilmiştir. Seyit ibn. Tavus bu duayı eserinde naklederken şöyle açıklama yapmaktadır: Şeyh Tusi’nin naklettiği rivayetten başka bir rivayette gördüm ki Kumeyl ibn. Ziyad Neğei diyor ki: Basra mescidinde İmam Ali (a.s)’ın yanında ...
  • Şia neden abdeste ayaların yıkanmasını terk ederek farzı terk ediyor?
    20362 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Her fırka ve gurubun kendisini fırka-i Naciye (kurtuluşa eren fırka) bilmeleri gayet doğaldır ama biz, sizin aksinize kendi teklifimize boyun eğdiğimizi, farzı yerine getirdiğimizi ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin farzdan uzaklaştıklarını kabul ediyoruz ve bu iddiamızın delillerini Kur'an ve rivayetlerle ortaya koyacağız. Şia; ...
  • Mehdiliği tehdit eden şeyler nelerdir?
    7147 Eski Kelam İlmi 2012/08/22
    Mehdiliği tehdit eden hususlar çoktur. Biz burada sadece üç önemli şeye işaret edeceğiz: 1. Eğer en üstün kanunlar ehil olmayan uygulayıcıları eline düşerse veya eğer en pahalı şeyler ehil olmayan insanların elinde bulunursa, ne kanundan ve ne de belirtilen değerli şeyden bir sonuç alınamaz. Mehdilik ...
  • Müslümanlar neden biribirleriyle musafaha ederler?
    9443 Pratik Ahlak 2011/07/14
    Müfaala kipinden olup iki kişi arasında gerçekleşen musafaha, el vermek manasına gelmektedir. Birisi ‘Safehtuhu’ derse bu ‘Elimin içi onun elinin içine değdi’ anlamına gelir. Musafahatun, birbirine el vermek, ellerin içini biribirine değdirmek, demektir. Selam vermek ve tokalaşmak güzel davranışın örneğidir. İslam Peygamberi (s.a.a) ve Masum ...
  • Niçin bazıları ölülerin kabirlerini yarıp araştırma yapıyorlar? Acaba bu iş haram mıdır?
    5503 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2012/04/09
    Büyük taklit mercilerinin bu soruya cevapları şöyledir: Müminin kabrinin açılması haramdır. Ama aşağıda zikredilen konularda kabrin açılmasının sakıncası yoktur: 1. Cenaze gasbi yere defnedilmiş olursa ve yerin sahibi, cenazenin orada kalmasına razı olmazsa. 2. Cenazeyle birlikte defnedilen kefen veya başka bir ...
  • Alkol kullanmaktan nasıl uzak kalınabilir ve bundan tövbe etmenin yolu nedir?
    22117 Teorik Ahlak 2011/10/23
    Her günahtan tövbe etmenin dayanağı, şahsın gerçekten kabul ettiği inanç ve değerlerdir. Eğer insan Allah’a ve diriliş gününe iman ederse, diğer bir dünyada amellerinin neticesini göreceğini bilirse ve kendisini gafletten kurtarmak gerektiğine kanaat getirirse, rahatlıkla günahlardan el çekebilir. Eğer insan haram işlerin kendisini nasıl bir bedbahtlığa ve ...
  • Türkiye bankalarında yatan paramla devlete ait borç bonosu satın alıp karından yararlanabilir miyim?
    5422 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/02
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (Ömrü uzun olsun) Bürosu:Orası İslam ülkesi olması nedeniyle onlardan kar almak sakıncalıdır. Elbette orada şubesi olan İslamî olmayan bankalar veya gerçekten katılım bonosu olması müstesnadır.  Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin (Ömrü uzun olsun) Bürosu:
  • Namazda âmin söylemenin yasaklanmasının felsefesi nedir?
    9495 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/16
    Ehlibeyt rivayetleri esasınca namazda âmin sözünü söylemek caiz değildir ve bunu söylemek namazın geçersiz olmasına neden olur. Artı, caiz olmaması delile ihtiyaç duymaz; yani namaz ibadetsel bir fiil olduğundan ve insanın kendi tarafından namaza bir şey eklenemeyeceğinden, eğer şeriat tarafından bir şeyin caiz oluşu ispatlanmazsa, bunun kendi ...
  • Bahaîlerin düşüncelerinin yanlış oluşu, necis olmalarının nedeni ve onların inançlarını saflıkla kabul edenlerin durumu hakkında açıklamada bulununuz.
    11426 Eski Kelam İlmi 2008/02/17
    Bab adıyla tanınan Alimuhammed, ilk olarak 1847 yıllarında çok farklı inanç ve kurallar ortaya çıkarmaya başlamıştır. Sonraları onun düşüncelerini kabul eden ve daha da genişleterek Bahaîliği kuran Mirza Hüseyinali Baha'dır. Bu şahıs kitaplarında; kendisinin ve Alimuhammed Bab'ın gelmesiyle İslam dinin geçerliliğini yitirdiğini, İslami hükümlerin yürürlükten kalktığını ve Hz. Muhammed'in risaletinin ...
  • Raksetmenin haram olduğunu söyleyen hadisleri senetleriyle beraber zikrediniz.
    7033 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/06/16
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...

En Çok Okunanlar