Gelişmiş Arama
Ziyaret
10375
Güncellenme Tarihi: 2012/11/04
Soru Özeti
Yer küre balık ve balıkta dişi bir ineğin üzerine mi kurulmuştur? Bu konunun beyan edildiği ve balık hadisi olarak meşhur olan hadisin senet ve şerhi nasıldır?
Soru
Aban b. Taklib şöyle demektedir: “İmam Sadık’tan (a.s) yeryüzü ne üzerine kurulmuştur diye sordum. İmam Sadık (a.s) balık üzerine diye buyurdu. Ben balık ne üzerine kurulmuştur diye sordum, İmam su üzerine diye cevap verdi. Ben suyun neyin üzerine kurulduğunu sorunca, İmam sarp bir taşın üzerine diye buyurdu. Ben sarp taş neyin üzerine kuruludur diye soruverince, İmam bir ineğin boynuzları üzerine diye söyledi. Ben inek neyin üzerindedir diye sordum ve İmam (a.s) nemli toprak üzerinde diye cevap verdi. Ben nemli toprak neyin üzerindedir deyiverince de İmam heyhat burada bilginlerin bilgisi kaybolmuştur diye cevap verdi.” Bu hadisin senedi doğru mudur? Nitekim Allame Meclisi (r.a) bu hadisi sahih bilmiştir. Bu hadisin şerhiyle ilgili olarak büyük Şia âlimlerinin görüşü nedir?
Kısa Cevap

Bahse konu olan hadis senet açısından sahihtir. Bazı âlimler belirtilen hadisi şerh etmiş, hadisin değişik boyutlarına değinmiş ve bu ilmi diyalogun bilimsel, fiziksel konularla ilgili olup yeryüzünün düzeninin sırlarını ve yeryüzündeki kimyasal maddeleri anlamaya dönük olduğunu belirtmişlerdir. Lakin genel olarak bu hadis varlık âlemi hakkındaki hakikatleri açıklamak hakkındadır; bu nedenle bazı âlimler hadisi açıklamak ve şerh etmekten kaçınmış ve onu ehline bırakmıştır.

Ayrıntılı Cevap

Aban b. Taklib şöyle demektedir: “İmam Sadık’tan (a.s) yeryüzü ne üzerine kurulmuştur diye sordum. İmam Sadık (a.s) balık üzerine diye buyurdu. Ben balık ne üzerine kurulmuştur diye sordum, İmam su üzerine diye cevap verdi. Ben suyun neyin üzerine kurulduğunu sorunca, İmam sarp bir taşın üzerine diye buyurdu. Ben sarp taş neyin üzerine kuruludur diye soruverince İmam bir ineğin boynuzları üzerine diye söyledi. Ben inek neyin üzerindedir diye sordum ve İmam (a.s) nemli toprak üzerinde diye cevap verdi. Ben nemli toprak neyin üzerindedir deyiverince de İmam heyhat burada bilginlerin bilgisi kaybolmuştur diye cevap verdi.”[1]

Hadisin orijinali hakkında birkaç nokta:

1. Bahse konu olan hadis senet açısından sahihtir.[2]

2. Bu hadisin bir benzeri İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen ve “ıtır satan Zeynep” hadisi olarak meşhur olan uzun bir rivayettir. Itır satan Zeynep Hz. Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) yüce Allah’ın azamet ve celali hakkında sorar ve Hz. Peygamber de (s.a.a) sözlerinin bir bölümünde göklerin ve yerin tabakalarına işaret eder. Bu hadis delalet açısından bahse konu olan hadise çok benzemektedir.[3]  Aynı şekilde bazı Ehlisünnet kaynaklarında da bu hadisin bir benzeri az bir farklılıkla Muhammed b. Ka’ab, Sedi ve Cabir b. Abdullah Ensari’den nakledilmiştir.[4]

3. Bazı müfessirler “göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur”[5] ayet-i şerifesinin altında bahse konu olan hadisi ve de ıtır satan Zeynep hadisini zikretmiş ve bir ölçüye dek bu iki hadisten birine istinatta bulunmuşlardır.[6]

Hadisin Şerhi Ve İncelenmesi

Bazı âlimler belirtilen hadisi şerh etmiş ve onun değişik boyutlarına değinmişlerdir. Aşağıda bunun bir özetini aktarıyoruz. Bu hadisin anahtar kelimeleri şunlardan ibarettir: 1. Yeryüzü, 2. Balık, 3. Su, 4. Sarp taş, 5. İnek boynuzu, 6. Nemli toprak, 7. Bilginlerin anlamaktan aciz kaldığı şey. 

Aban b. Taklib’in İmam Sadık’tan (a.s) sorduğu sorular ve İmam Sadık’ın (a.s) verdiği yanıtlar, birkaç açıdan bakılabilecek ilmi ve inançsal bir diyalogdur:

Birinci Açı: Yapı ve inşa boyutu: Yeryüzünün ve temellerinin yapısı ve inşası her nerede olursa olsun yedi tabaka olarak tanzim edilmiş ve sınıflandırılmıştır.

İkinci Açı: Burada bayındırlık ve yeryüzünde insanın tarihi yaşam devreleri kastedilmiş olabilir.  Başka bir ifadeyle yeryüzünün bayındırlığı yaratılışın ve insanlık toplumunun ilk gününde hangi esas üzerine kurulduğu ve hangi etkenlere dayandığı hususu işlenmiş olabilir. Böyle bir durumda balık beşerin haysiyetli yaşamının açıklayıcısıdır; zira yaratılışın başlangıcında toplulukların kurulması ve yeryüzünün bayındır edilmesi nehir ve denizlerin kenarında gerçekleşmiştir ve insanın ilk normal yiyeceği balık avlayarak elde edilmekteydi. O halde balık insan hayatının ilkel dönemleri için bir simge olabilir. Aban b. Taklib’in kastettiği şey, insanın hayatının bu şekilde nasıl başladığı konusu olabilir ve İmam Sadık da (a.s) ilkel yaşam dönemlerinde insan hayatının balık yiyeceği ile sürdüğünü, deniz ve nehirden avlanma suretiyle bunun elde edildiğini ve bu durumun binlerce yıl sürdüğünü söylemek istemiş olabilir. Sonra insanın ilkel yaşam dönemi evrimleşme sürecinde çiftçiliğe ve ekim dönemine girmiştir. Bu da sığır ve demir ile gerçekleştirilmiştir. Bundan dolayı yeryüzünün ve insan hayatının bayındır kılınması ekim ve ziraata dayalıdır ve bu da eski dönemden bu güne dek bazı bölgelerde de görüldüğü üzere ineğin boynuz gücüne dayalıdır. Elbette bugün ekim ve ziraat daha çok mekanik araçlar ve traktör ile gerçekleştirilmektedir. Ziraat işini yapan inek nemli toprak üzerinde bunu yapmaktadır. Bundan kastedilen şey, erkek ineğin boynuzu vesilesi ile gerçekleştirilen ziraat hayatının toprak ve yeterli suya ihtiyaç duymasıdır. İnek ancak nemli toprak üzerinde ziraat işini gerçekleştiren bir vesiledir. Nemli toprak neye dayanmaktadır? Burada sorunun kastettiği şey yeryüzünün ve insan hayatının sonu olabilir. Aynı şekilde soru yeni sanayi araçları ile ziraat işlerinin yapılması gibi inek ile ziraat işlerinin yapılmasının yerine geçen yeni ziraat işinin nasıl yapıldığına dair de olabilir. İmam Sadık’ın (a.s) bu soruya verdiği yanıt her iki manaya da matuf olabilir; yani İmam Sadık (a.s) kıyametle sona eren yeryüzü hayatının son dönemlerini veya dönemin bilimi esasınca sığır ile ziraat işlerinin yürütülmesinin makine ile ziraat işlerinin yürütülmesine dönüşeceğini, insanların henüz buna ulaşmadıklarını ve bunun kendi dönemindeki bilginlerin kavrayış alanı dışında olduğunu belirtmiş olması muhtemeldir. Bu yüzden İmam Sadık (a.s) sorunun sorulduğu dönemde bundan başka bir yanıt verme imkânına sahip değildi.

Üçüncü Açı: Soru, bilimsel ve fiziksel açıdan ve de yerin düzeninin sırlarını anlamak ve onun kimyasal maddelerini öğrenmek için sorulmuş olabilir. Başka bir ifadeyle yerküre hangi vesileyle kendi bulunduğu yerde sabit bir feza bölümünde yer almakta ve bulunduğu yerde sağa ve sola hareket etmemektedir? İmam cevap olarak şöyle buyurmaktadır: Balığa dayalıdır; yani yer soğuk ve nemli bir doğaya dayalıdır. Bu mana, soğuma neticesinde yerin içinde meydana gelen ve onu güneş merkezinden ve diğer yıldızlardan belirli bir fasıla ile sabit kılan ve stabile eden itici gücün gizemidir. Bu itici güç, balık sözcüğüyle sembolik olarak beyan edilmiştir. Balık olarak tabir edilen bu itici güç, soğumanın sebebi olan suya dayalıdır. Su da soğumuş ve dağ ve denizdeki çıkıntılar halini almış yerin katılaşmış ve ağır maddelerine dayanmaktadır. Bu anlam, dağları yerkürenin sabiteleri bilen Kur’an-ı Kerim ayetleriyle de uyuşmaktadır. “Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.”[7] Aynı şekilde şöyle okumaktayız: “Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.”[8] Sarplık da sıvı halinde olan boynuz kıvılcımlarına dayalıdır. Bunun açıklaması şudur: Gerçekte yeryüzündeki bu katı sarplıklar, içte bulunan ve tıpkı inek boynuzu gibi başkaldırıp harekete geçmek isteyen sıvı kıvılcımlar üzerinde bir kapak gibi durmaktadır. Eğer sönmüş yanardağları ve volkan patlamasında onların ağzından nasıl alevler fışkırdığını göz önünde bulundurursak, bu maddelerin katılaştıktan sonra bu boynuzlar üzerinde nasıl kapak işlevi gördüğünü ve onları nasıl kontrol ettiğini kavrarız. Arapçadaki “emles” kavramı da bu manayı teyit etmektedir; çünkü bu kelime yumuşaklık ve katılık karşıtı bir anlam taşır.[9] Bu durumda katı ve sert tabakanın kuşatmış olduğu yeryüzünün iç sıvı kısmı Arapçada “sur-i emles” olarak adlandırılmıştır. Eğer “sur-i emles” tabirini yumuşak bir müteharrik olarak yorumlarsak, bundan kastedilen yeryüzünün iç sıvısıdır ve kinaye olarak “karn” kelimesi ona eklenmiştir. Yahut “sur-i emles” eril inek şekli ve arka düzgünlüğü anlamında olup kinaye ve teşbih açısından belirtilen manada kullanılmıştır. Yeryüzünün bu iç sıvısı nemli bir toprağa sahiptir; yani suyu oluşturan maddeler oksijen ve hidrojenden ibarettir. Yahut İmam Sadık’ın (a.s) kastettiği şey, dinamizm yeti ve gücüne sahip olan ve tabii olarak tüm maddi varlıkların var oluşlarının kaynağı addedilen maddenin asıl atomlarıdır. Maddi bir varlığın meydana gelmesi için zorunlu olarak bir hareketin elementi ve gücü olması gerekir. Bu ilk madde/element ve yeti bugün doğa bilimlerinin en zor konularındandır. En büyük bilginler bile onun hakikatinin resmini çizmede şaşkın ve aciz kalmış ve onun iki şey mi yoksa bir şey mi ve de madde mi yoksa yeti mi olduğunu henüz anlayamamışlardır. İmamın yanıtında bulunan “es-seri” kelimesi “eser” manasında olup günümüz Arap doğa bilimcilerinin literatüründe maddenin batını veya maddenin derin eseridir. Lakin ilk madde[10] veya yerin içinde bulunan gazdan ibaret olan “seri” hangi şeye bölünüp dönüşmektedir? Bilginlerin bilgisinin ulaşmadığı ve kavramaktan aciz kaldığı yer işte burasıdır. Bundan dolayı, eğer soru ilk yöne (ilk madde) yöneltilirse, İmam Sadık’ın kasti, ilk maddenin içeriğini anlamak olacaktır. Bu maddenin hakikati, bilginlerin kavrayışından çok uzaktır. Eğer soru ikinci cihet (yer içindeki gaz) olarak yorumlanacak olursa, İmam Sadık’ın (a.s) sözü şudur: Beşerin bilgisinin belirli bir dereceye gelip gazın hakikati ve iç cüzlerini tespit edebilmesi ve analize tabi tutabilmesi için Aban b. Taklib’in zamanından asırlar geçmesi gerekmektedir. Şimdi bu diyalogu yerin tabakaları ve yapı temellerinin sorulmasına matuf birinci bakış çerçevesinde değerlendirmenin makul gözükmediği hatırlatılmalıdır. Ne soru açısından ve ne de yanıt açısından bu İmam Sadık’ın (a.s) bilge sahabelerine isnat edilemez. Kendi döneminin meşhur bilgelerinden olan Aban b. Taklib gibi bir şahsiyete ise asla isnat edilemez.

Aban b. Taklib’i onaylayan veya kendisine karşı olan İslam rical otoritelerinin onun hakkında yaptıkları övgüler ve bilgeliğine dair sarf ettikleri sözler göz önünde bulundurulduğunda onun kesin olan böyle bir meseleye dönük bir bilgisi olmadığı ve cahil olduğu söylenemez; çünkü yer küreseldir, atmosferde ve tüm taraflarda havayla temas içindedir ve bir temel üzerine kurulmamıştır.  Bu mesele, Aban b. Taklib’den binlerce yıl önce kesinleşmiştir. En sıradan bilginler dahi bunu biliyordu. Artı İmam Sadık (a.s) zamanında İslam tüm dünyada yayılmış ve Yunan, İran, Mısır ve diğer ülkeler İslam kültürünün bir parçası haline gelmiş idi. Aban’ın gelişip rüşt ettiği yer Kufe ortamıydı. Cendi Şapur üniversitesine yakın olan ve Sasani devletinin ilmi ve felsefi başkenti olan Medain’in kenarında yer alan Kufe şehrinde Aban’ın yerin altyapı tabakalarından haberdar olmadığı, İmam Sadık’tan bunu sorduğu ve İmamın da ona bu bakış açısıyla cevap verdiği asla söylenemez. İmam Sadık’ın (a.s) bu tür bir soruyu normal karşılaması, yer ve tabakaları hakkında bu bilgileri Aban b. Taklib’e vermesi ise daha düşündürücüdür. Nitekim böyle bir muhtevayı Aban b. Taklib ve İmam Sadık arasında gerçekleşmiş bir diyalog olarak herhangi birinin uydurmuş olması da tasavvur edilemez; zira yerin yapısı hakkında böyle bir düşünce hurafe üretenlerden bile hiçbir yerde duyulmamıştır. Dolayısıyla böyle bir hurafenin İmam Sadık (a.s) hakkında uydurulması hiç düşünülemez. Çünkü belirttiğimiz gibi yerin küresel oluşu ve Yunan felsefesinin bir esası olarak maddi dünyanın ağırlık merkezi sıfatıyla atmosferde bulunması, bu dönemde bilinmekte ve kesinlik addetmekteydi. Tam bilimsel olamayan ortamlar da bile böyle sözler dile getirilmiyordu. Dolayısıyla İmam Sadık (a.s) ile Aban b. Taklib gibi bir bilge arasındaki hakikatleri keşfetmeye matuf ilmi bir oturumda bunun gerçekleşmesi imkânsızdır. Her haliyle, bu rivayetin senedinin sahih olması nedeniyle onu görmezlikten gelemeyiz.[11] Lakin genel olarak bahse konu olan hadis varlık âleminin hakikatlerini açıklamaya matuftur; bu nedenle bazı âlimler hadisi açıklamak ve şerh etmekten kaçınmış ve bu işi ehline bırakmıştır.[12] Bazıları da belirtilen hususlar dışında, bu hadis hakkında başka tefsirler de yapmışlardır.[13]

 


[1] Kuleyni, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, c. 15, s. 221, Daru’l-Hadis, Kum, çapı evvel, 1429 h.k.

[2] Meclisi, Muhammed Bakır, Mir’atu’l-Ukul fi şerhi AhbarıA’lir- Resul, Muhakkık ve Musahhıh: ResuliMahallati, Haşim, c. 25, s. 201, Daru’l-Kutubu’l-İslamiye, Tahran, çapı dovvum, 1404 h.k; Kuleyni, Muhammed b. Yakup, er-Rovzemine’l-Kâfi (GulistanıA’li Muhammed), Tercüme ve şerhi Kemere-i, Muhammed Bakır, c. 1, s. 172, Kitapfuruşiyiİslamiyye, Tahran, çapı evvel, 1382 h.k; İbn. Karyagdı, Muhammed Hüseyin, el-Bezaeti’l-Mezace (Şerhi kitabı er-Rovzeminel-Kafi), Muhakkık ve Musahhıh: AhmediCulfai, Hamid, c. 2, s. 87, Daru’l-Hadis, Kum, çapı evvel, 1429 h.k.

[3] el-Kafi, c. 15, s. 367 – 370; Şeyh Saduk, et-Tevhid, s. 275 – 277, Müessesei en-Neşri’l-İslami, Kum, çapı evvel, 1398 h.k.

[4] İbn. Kesir Demeşki, İsmail b. Amr, Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim, Tahkik: Şemsuddin, Muhammed Hüseyin, c. 5, s. 242, Daru’l-kutubu’l-İlmiye, Menşuratı Muhammed Ali Beyzun, Beyrut, çapı evvel, 1419 h.k; Suyuti, Celaluddin, ed-Durru’l-Mensur fi Tefsiri’l-Me’sur, c. 4, s. 289 ve 290, Kitaphane-i Ayetullah Mer’aşi Necefi, Kum, 1404 h.k; Alusi, Seyit Mahmut, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim,  Tahkik: Atiyye, Ali Abdulbari, c. 8, s. 477, Daru’l-Kutubu’l-İlmiye, Beyrut, çapı evvel, 1415 h.k.

[5] Taha Suresi, 6. ayet.

[6] Kumi, Ali b. İbrahim, Tefsiri’l-Kummi, Muhakkık ve Musahhıh: Musevi Cezairi, Tayyib, c. 2, s. 58 ve 59, Daru’l-Kitap, Kum, çapı sevvum, 1404 h.k; el-Arusi, el-Huveyzi, Adbu Ali b. Cuma, Tefsiri Nuru’s-Sakaleyn, Muhakkık ve Musahhıh: ResuliMahallati, Haşim, c. 5, s. 364 ve 365, İsmailiyan, Kum, çapı çaharum, 1415 h.k; Feyzi Kaşani, Molla Muhsin, Tefsiri’s-Safi, Tahkik: A’lami, Hüseyin, c. 3, s. 300, İntişaratı es-Sadra, Tahran, çapı dovvum, 1415 h.k.

[7] Enbiya Suresi, 31. ayet.

[8] NaziatSuresi, 30 - 32. ayet.

[9] Tureyhi, Fahruddin b. Muhammed, Mecmeu’l-Bahreyn, Muhakkık ve Musahhıh: Hüseyni Eşkuri, Seyit Ahmet, c. 4, s. 108, vajei “el-Melase”, KitapfuruşiyiMurtezevi, Tahran, çapı sevvum, 1375 h.ş; İbn. Menzur, Muhammed b. Mukrim, Lisanu’l-Arap, c. 6, s. 221, vajehayi “el-Meles, el-melaseve’l-muluse”  Daru Sadır, Beyrut, çapı sevvum, 1414 h.k; Bestani, FuadEfram, Mehyar, Rıza, FerhengiEbcediyi Arabi – Farsi, s. 134, Vajei “el-Emles” ve s. 860, vajei “Melase”, İntişaratı İslami, Tahran, çapı dovvum, 1375 h.ş.

[10] Madde-i Evveliyeyi Cihan, pasuh 272.

[11] Kuleyni, Muhammed b. Yakup; er-Rovzemine’l-Kafi(GulistanıA’li Muhammed), Tercüme ve şerhi Kemere-i, Muhammed Bakır, c. 1, s. 167 - 172, Kitapfuruşiyi İslamiyye, Tahran, çapı evvel, 1382 h.k; Muvelli Salih Mazenderani, Şerhi Usulu el-Kafi, Ta’likat: MuhakkıkŞe’rani, Tashih: Gaffari, Ali Ekber, c. 11, s. 440 ve 441, Daru’l-Kutubu’l-İslamiye, Tahran, 1388 h.k.

[12] Feyzi Kaşani, Muhammed Muhsin b. Şah Murtaza, el-Vafi, c. 26, s. 472, Kitaphane-i İmam Emiri’l-Müminin Ali (a.s), İsfahan, çapı evvel, 1406 h.k.

[13] SüleymaniAştiyani, Mehdi, Dirayeti, Muhammed Hüseyin, Mecmuayı Resail der şerhi ehadisi ez Kafi, c. 2, s. 467 – 472, Daru’l-Hadis, Kum, çapı evvel, 1387 h.ş.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zifaf gecesinin adabı nasıldır?
    23925 Pratik Ahlak 2011/07/18
    Zifaf gecesi gelinle güveyin (damat) şer’i yolla karı koca olama akdini yaptıktan sonra birlikte kalacakları ilk gecedir. Bu gece her fert için kendi hayatında çok önemli ve çok mübarek bir gecedir. Bu nedenle İslami kaynaklarda bu gece için birçok adap zikredilmiştir. Mübarek oluşuna kaynaklık yapan evlilik hakkında ...
  • Niçin Hz. Âdem’in (a.s) hatası yüzünden yer küresinde kalmaya mecbur olup sonuçta günaha bulaşıp cezalandırılmalıyız?
    15204 Eski Kelam İlmi 2010/06/02
    Hz. Âdem başta olmak üzere bütün Enbiyalar (a.s) her çeşit günah ve hatalardan masum ve beridirler. Hz. Âdemin yaptığı şey ise irşad-i bir emre muhalefetti. Dolaysıyla yapılan bu muhalefete günah denilmez. Aslında insanın ve Hz. Âdemin yeryüzüne gelişi ilahi bir takdir olup ...
  • “Dinde zorlama yoktur, olgunluk sapıklıktan ayrılmış belli olmuştur” ayetinin anlamının çeşitli tefsirleri dikkate alarak açıklayınız.
    12521 Tefsir 2007/10/25
    Farklı tefsirleri nazara aldığımızda ayetin anlamı ile ilgili beş ana görüş ortaya konulmuştur. Bu görüşler arasında doğru olan görüş şudur ki, ayet genel, kapsamalı ve insani bir anlam taşımaktadır. O da şudur: Din bir inançla ilgili kalbi bir konudur. Bu konuyla ilgili zorlama gerçekleşmesi mümkün değildir. Kul ...
  • Ahbaricileri nasıl cevaplandırmalıyız?
    6636 Eski Kelam İlmi 2012/08/01
    Ahbariciliğin mebnasını iki kısma ayırabiliriz: Birincisi epistemolojiktir. Diğeri dini öğretileri elde etmek için takip edilen yöntem problemidir. Epistemolojik bağlamda ahbariler dini öğretileri elde etmek için kabul gördükleri tek bilgi kaynağı rivayetlerdir. Ahbariler “kütübi arb’ada”; dört kitapta (Şianın rivayetler bazında kabul gördükleri dört kaynak kitap) zikredilen tüm rivayetler ...
  • İlahi meşiyyet ile insanın iradesinin ilişkisi nasıldır?
    10850 Eski Kelam İlmi 2007/11/24
    İnsan, varlığını ve varlığıyla ilgili bütün özelliklerini yüce Allah'tan alan mümkün bir varlıktır. Allah, kendi tekvini iradesi ile onu seçme özgürlüğü ve iradesi olan bir varlık olarak yarattı. Bu ayrıcalığı ile ona diğer varlıklar karşısında üstünlük bağışladı. O halde insan, Allah'ın teşrii iradesine (kanun koyma iradesine) muhatap olan en üstün ...
  • Ehlisünnet arasında değişik şekillerde yaygın olan teravih namazının Ehlibeyt mezhebindeki yeri nedir?
    8227 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/27
    Teravih, Ramazan ayı gecelerinde yatsı namazında sonra kılınan nafile namazlara denir.[1] Ehlisünnet bu namazlara ikinci halifelerinin emriyle başlamış ve onu cemaatle kıla gelmişlerdir.[2] Belirttiğiniz gibi onun rekât sayısı farklıdır.[3] Ama Ehlibeytten gelen rivayetler esasınca, aziz İslam Peygamberi (s.a.a) ...
  • Neden Şia geçici evliliği (muta) caiz bilmektedir?
    27933 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2013/04/23
    Başlangıçta bu meselenin fıkhi konulardan olduğuna ve özel bir alan ve ortamda ilgili uzmanlar tarafından incelenmesi gerektiğine dikkat etmeliyiz. Burada kısaca konuları beyan edecek ve konunun detaylarını ayrıntılı cevaba bırakacağız. 1. Geçici evlilik, hiçbir evlilik engeli taşımayan, iki tarafın rızasıyla ve belirli bir zamana kadar belirlenmiş bir ...
  • Şia’nın bakışında sihir nedir? Nasıl iptal edilebilir?
    12586 Tefsir 2011/01/20
     Sihir olağanüstü bir fiil olup bazen bir tür hipnotizma ve hokkabazlıktır ve bazen de sadece ruhsal, hayali ve telkinsel yöne sahiptir. Bazen tanınmamış fiziksel ve kimyasal özelliklerden yararlanarak, bazen bir takım cisim ve unsurlardan istifade ederek ve bazen de şeytanlardan yardım alma yoluyla gerçekleşir. Sihirbazlar sapık ...
  • Neden baldızla evlenmenin haram oluşu zamanın değişmesiyle birlikte değişmemektedir?
    14073 فلسفه غرب 2009/12/20
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Bir annenin çocuğuna süt verme süresi ne kadardır?
    8528 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/08
    Bu konuda fakihlerin bazı görüşlerine yer veriyoruz: Fakihlerin çoğuna göre çocuğa süt vermenin en az süresi yirmi bir aydır.[1] Bazılarına göre ise iki yıla kadar süt vermek caiz ve müstehaptır. Bu açıdan baktığımızda fakihlerin çoğunun bu konudaki görüşlerinin arasında fazla bir fark ...

En Çok Okunanlar