Please Wait
10014
Ziyaret-i aşurada Yezidin oğlu olmak üzere bütün ümmeye oğullarına lanet edilimiş. Bu arada bazı tarihçiler Yezidin oğlu ve ümmeye oğullarından birkaç tanesini yapmış oldukları hizmetlerden dolayı iyi insanlar şeklinde tanıtmışlardır. Bu ise lanet edilmelerine terstir. Zahiri olarak bir çelişkinin var olduğu görünmektedir oysa gerçekte bu ikisinin arasında her hangi bir tezat ve çelişki bulunmamaktadır. Zira ümmeye oğullarından maksat fikir ve ameli olarak ümmeye oğullarıyla aynı düşünenler ve aynı şekilde amel edenlerdir. Yani imamların (a.s.) imametinin gasp edilmesine ve şehit olmalarına karşı hoşnut, seyirci kalıp aksülamel göstermeyen, dolaysız bir şekilde bu işi yapan ve buna sebebiyet veren kimselerdir. Bu konu ziyaret-i aşurada lanet içeren ibareden önce ve sonraki ibarelerde dikkatli bir şekilde tefekkür ve teemmül edilirse çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Zira ziyaret’e hâkim olan atmosfer zorla ve gasp ile hilafet tahtına oturup Allahın nurunu söndürmeye çalışan ve Ehlibeyte (a.s.) karşı düşmanlık yapıp ve bu düşmanlığı toplum içinde yerleştirmek için her çeşit vesilelerden yararlanan ve hakeza bunlara destek veren, seyirci kalan, bunların yapmış olduğu bu işlerine rıza gösteren ve bunu yapanları savunan kimselere lanet etmek ve onlara beddua etmektir. Buna binaen usulu’l - fıkıhta var olan kaideye göre ümmeye oğullarının salih olan kimseleri tahsisi değil, belki tahassusen “ümmeye oğulları” kavramının dışında kalırlar. Yani “ümmeye oğulları (beni ümmeye)” kavramı ilk baştan beri onların iyilerini kapsamıyor ve onlara şamil gelmiyor ta tahsise (yani istisna edilmesine) gerek duyulsun.
Yukarıdaki soru iki yönlüdür. Birisi Yezidin oğlunun akide ve ameli durumunu incelenmesine, diğeri ziyareti aşurada beni ümmeye (ümmeye oğullarına) yapılan lanetten maksadın ne oluğunu anlamaktır:
Yezidin oğul hakkında şunu söylemek gerekir: Tereddütsüz Yezidin oğlu Muaviyenin hilafet makamının gasp edildiğinden dolayı o makamdan kanara çekilmesi olumlu bir iştir. Ama onun bu girişimi onun kesinlikle Allaha karşı şartlarına riayet ederek kesin tövbe edip Allahın rahmetine nail olmuş artık Allahın lanetini hak etmez konuma geldiği bizim için kesin bir belli değildir. Zira hilafet makamını az bir müddet de olsa gasp edilmesi çok büyük bir günahtır. Kesinlikle onun bağışlanması için bazı şartlar gerekir. Ömer bin Abdulaziz hakkında da imam Seccaddan (a.s.) bir rivayet nakledilmiş ki İmam Seccad Abdullah bin Ata’ya şöyle buyurmuştur:”…o (Ömer b. Abdulaziz) ölecektir. Yeryüzündekiler onun için ağlayacaklar ama gökyüzündekiler ona lanet edecekler”.[1] Zira o bir makamda oturmuştu ki onun ona karşı hiçbir hakkı yoktu. Her ne kadar o diğer halifelere oranla insan yakışır iyi işler yapmış ve güzel girişimlerde bulunmuş ve çok şeyler yapmış ise de. Elbette kesin bir şekilde Yezidin oğlu veya Ömer b. Abdulaziz Allahın rahmetine nail olmadığını söyleyemeyiz.[2] Her halükarda sadece Allah u Teâlâ onların durumundan haberdardır. Ama şu nokta inkâr edilmeyecektir ki ümmeye oğullarından bir kısmı az olsalar bile has Şialardan idiler. Halit b. Sait b. As, Ebul-As b. Rabii, Sadul-hayr ve buna benzer başka şahsiyetler bunlardan bir kısımdır. Buna binaen ümme oğullarından bazı kimseler vardır ki ilahi lanete müstahak olmadığını kabul edersek ki anlatılanlara göre kabul ediyoruz sorunun diğer yönünü incelememiz gerekir.
Ümmeye oğullarının tümüne lanet ve bu lanetin anlamı:
Her şeyden önce şu noktayı hatırlatmak gerekir ki kuranın çok açık ve net (mühkem) usullerinden birisi şudur: Hiç kimse başka birisinin günahından dolayı kınamaz, dünya ve ahiret azabına maruz kalmaz.[3] Eğer bir kimsenin işlenmiş olan günahın tahakkuk bulması için etkisi olmamış veya işlenen günaha rıza göstermemiş ya ona engel olduğu halde o günah tahakkuk bulmuş ise işlenen bu günahın cezası kesinlikle hiçbir şekilde ona yönelmez. Ama eğer işlenen günahın tahakkuk bulmasında bu durumlar söz konusu ise yani günahın tahakkuk bulmasında etkisi olmuş, seyirci kalmış, rıza göstermiş, hoşnut olmuş ise buların kendisi günahtır, dolayısıyla eğer azap ve kınama insana yöneliyorsa bunlardan ötürüdür. Başkasının günahından ötürü değildir. Hz. Salıh’ın (a.s.) Devesini Semut kavminden birisi boğazladı[4] ama kuranı kerim işlenmiş olan bu günahı ve cinayeti hepsine nispetlendiriyor.[5] Onların bütünü cinayet işlediklerini ve ilahi azaba müstahak olduğunu söylüyor.[6] Zira onlar bu işlenmiş olan günaha ve cinayete rıza gösterdiler. Hz. Ali’nin (a.s.) tabiriyle Semut kavminin müşterek ve ortak hoşnutlukları ve kızgınlıkları onları müşterek ve kötü akıbete maruz bıraktı.[7]
Başka bir beyanla; Kur’an ve rivayetler literatüründe bir gruptan ve kabileden sayılıp ve sayılmamanın ölçüsü ve miyarı fikri ve ameli bakımından o gurupla uyum içinde olup olmamaktır. Bilindiği gibi Allah u Teâlâ hz. Nuh’un (s.a.) oğlunu onun ailesinden ve ehlinden saymıyor. Onun delilini ameli ve pratikte Hz. Nuh ile uyum içinde olmayışıdır.[8] Diğer taraftan bizim Peygamberimiz (s.a.a.) fiziki olarak peygamberle hiçbir bağı olmayan Salman-i Farisi’yi Ehlibeytinden sayıyor.[9] Bu nedenle İmamlar (a.s.) ümmeye oğullarından iyi olan kimselerini ümmeye oğullarından saymıyorlar. Örnek olarak Sadul-Hayr’a işaret edebiliriz: Ümmeye oğulları hatırlatıldığında Sadu’l-Hayr gibi bir şahıs kadınlar gibi yüksek sesle ağlıyordu. İmam Bakır (a.s.) bu kadar şiddetli şekilde seni ağlatan şey nedir diye sorunca, o ben kuranı kerimde melun olarak belirtilen ağaçtanım o halde nasıl ağlamayayım? Diyor. İmam Bakır (a.s.) Ona şöyle dedi: “Sen onlardan değilsin. Sen biz Ehlibeytten olan Emevi’sin”, sen Allahın söylemiş olduğun şu sözü duymadın mı? Ki şöyle buyuruyor: Bana tabi olan herkes bendendir”.[10] Netice itibariyle ümmeye oğullarından maksat fikirsel ve ameli olarak gerçekten ümmeye oğullarıyla uyum içinde olan kimselerdir. Yani imametin gasp edilmesine sebebiyet verenler, bu işi bilfiil gerçekleştirenler, bu işe seyirci kalanlar, bu işe razı olanlar ve… İmamların (a.s.) ve Şiaların şahadetine sebebiyet veren ve buna seyirci kalan kimselerdir.
Bu konu dakik bir şekilde ziyareti aşurada zikredilen lanetten önce ve sonraki ibarelerde temmül ve tefekkür edilirse açık bir şekilde anlaşılıyor. Zira ziyarete hâkim olan atmosfer zorla ve gasp ile hilafet tahtına oturup Allahın nurunu söndürmeye çalışan ve Ehlibeyte (a.s.) karşı düşmanlık yapıp ve toplum içinde bu düşmanlığı yerleştirmek için her çeşit vesilelerden yararlanan ve hakeza bunlara destek veren ve bunların yapmış olduğu işe rıza gösteren ve bunları savunan kimselere lanet etmek ve onlara beddua etmektir. Buna binaen usulu’l - fıkıtaki kuralla göre ümmeye oğullarının salih ve iyi olan kimseleri tahsisi değil, belki tahassusen “ümmeye oğulları” kavramının haricindedirler. Yani ümmeye oğulları kavramı ilk baştan beri onların iyilerini kapsamıyor ve onlara şamil gelmiyor ta tahsisen çıkartılmarına (yani istisna edilmesine) gerek duyulsun.
Mirza ebul-Fazli Tahrani (Allah kendisine rahmet etsin) ziyareti aşuraya yazmış olduğu şerh’de bu tevcihi kabul ederek bunun için iki delilde zikrediyor:
1- Beni (oğulları) ümmeye izafe edilmiş (yani ümmeye oğulları denilmiş), izafe ise ahitte olan hakikattir. Yani ümmeye oğullarından ahdin içine girmiş olan ümmeyenin oğullarıdır. Bunlardan maksatta ehlibeyt ile düşman ve onlardan nefret eden kimselerdir.
2- Bir rivayette Masum imam (a.s.) beni ümmeye (ümmeye oğulları) kelimesini kollanmış. Devamında onu ebu Süfyana, Muaviyeye ve Mervana tatbik etmiştir.[11]
Netice itibariyle şu farziyeyi kabul etsek ki Yezidin oğlu Muaviye ilahi lanetin kapsamına girmiyor ama bu buradaki makam karinesine dayanarak lanet edilen beni ümmeyeden maksat onlardan has bir topluluktur. Yezidin oğlu Muaviye onlardan sayılmamaktadır.[12]
Konu ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki adrese müracaat edebilirsiniz:
854 (sayt: 928) ve 2796 (sayt: 3372).
[1] Saffar, Muhammed b. Hasan, “Besairud-Deracat”, Kitaphanei Ayetullan Meraşi, Kum, baskı 2, 1404 k. s. 170.
[2] Bu nedenle Mirza Abdullah Efendi gibi bazı değerli ve saygın âlimlerimiz “Riyazul Ulema” adlı eserinde şöyle buyurmuş: “Ömer b. Abdul-Aziz’e lanet edilmesinin caiz olduğu belli değildir. Seyit Rezi kendi divanında Ömer b. Abdul Aziz hakkında olan mersiyesinde bir mısra zikrediyor ki bu mısrada onu övüyor ve ondan güzelliklerle konuşuyor.
[3] Necm, 38 ve 41; “la teziru vaziretun vizre uhra; yani kimse kimsenin günahını taşımıyor” cümlesi An’am suresinin 164., İsra suresinin 15., Fatır suresinin 18. Ve zümer suresinin 7. Ayetinde zikr edilmiştir.
[4] Kamer 4; Hz. Ali de (a.s.) şöyle buyurmuş: Gerçekten Samutlarının devesini bir kişi öldürdü”. (Nehcül-Balaga”, Subhi Salıh, hutbe no: 201, s. 319).
[5] Araf, 77; Hud, 65; Şuara, 157; Şems, 14.
[6] “Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları helâk etti ve kendilerini yerle bir etti”. (şems 14).
[7] “Ey insanlar, insanları bir araya getiren tek şey (aralarında) olan hoşnutluk ve nefrettir. Samutluların devesini yalanız tek bir kişi boğazladı. Ama Allah u Teâlâ azabını hepsine nazil etti. Zir hepsi onun yapmış olduğu bu işten hoşnut ve razı idiler”. (“Nehcül-Belaga”, hutbe no: 201, s. 319.
[8] “Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi”. (Hud, 46).
[9] “Selman minna ehlelbeyti; yani Selman biz ehlibeyttendir”. (Meclisi, MUHAMMED BAKIR, “Biharul-Envar”, Müessesei el-Vefa, Beyrut, 1404, k. c, 65, s. 55.
[10] “Biharul-Envar”, c. 46, s. 337; Şeyhi Müfit, “el-ihtisas”, Kongrei Cihani Hizarei Şeyh Müfit, Kum, baskı 1, s. 85.
[11] Tahrani, Mirza Ebul-Fazl, “Şifau’s-Sudur fi Şarh-i Ziyareti’l-Aşura”, intş. Murtazevi, baski, 1, 1376, ş. c. 1, s. 255-263.
[12] Daha fazla bilgi edinmek için bkz. Turhan, KASIM “Nıgeriş-i İrfan-i, Felsef-i Ve Kelam-i bı Şahsiyet Ve Kıyam-i İmam Hüseyin (a.s.)” s. 279,291.