Please Wait
9389
Ruhun cismaniyet-ul hüdus olduğuna (bedenle varolduğuna) inanmakla Allame Tabatabai’nin bahsettiği şekilde alem-i zer’e inanma arasında çelişki yoktur. Zira cismaniyet-ul hüdus demek, maddi oluşumla gerçekleşen teklik ve belirgin bir şekilde meydana gelmek demektir. Alem-i Zer’de ki varlıklar, aralarında herhangi bir belirginlik olmadan toplu halde olan varlıklardır.
Soruya geçmeden önce ruhun cismaniyet-ul hüdus olmasıyla (bedenle varolması) Allame Tabatabi’nin alem-i zer hakkındaki görüşünün ne anlama geldiğini bilmek gerekir:
1- Hikmet-i Mütealiye’ye göre varlıklar başlangıçta toplu halde, yani belirgin olmayan bir haldeydiler. Sonra maddi oluşumla ayırıştılar ve bu aşamadan sonra ferdi hale gelerek öylece kaldılar. Başka bir ifadeyle ruh, cismaniyet-ul hüdus, ruhaniyet-ul beka’dır.[1]
2- ‘Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından (sülbünden) zürriyetlerini izhar etmişti de kendilerini kendilerine tanık tutarak ‘Ben Rabbiniz değil miyim.’ demişti; onlar da evet, tanığız, Rabbimizsin demişlerdi. Bu da ‘kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz içindir.’[2] ayetinde geçen alem-i zer’in mahiyeti konusunda çeşitli ihtimaller verilmiştir. Örneğin Tefsir-i Nümune’de iki önemli ihtimal vardır:
a) Allah, Adem’in sülbünden ve Onun sülbünde olan insanların zerrelerinden misak almıştır.
Bu ihtimalin eleştirilen yönleri vardır.
b) Alem-i zer’den maksat fıtrat alemidir. Yani, insanlar hal diliyle diyorlar ki... Kısacası Allah’a yönelmek ve Allah’ı tanımak bütün insanların fıtratında vardır ve herkes tevhid ruhuna sahiptir. Allah’ın onlardan sorduğu soru tekvini sorudur. Verilen cevapta aynı dildendir.[3]
Allame, el-Mizan tefsirinde alem-i zer’le ilgili rivayetleri kabul etmenin yanı sıra iki ihtimale de eleştirileri var. O şöyle buyuruyor: Ayette geçen ‘İz’ edatı (Hani/o zamanı ki) önceden bir olay olduğunu göstermektedir. Bunun da fıtrat ve zeban-ı hal ile söylenmesi uygundur. Burada mülk aleminden önce melekut aleminde insanların varlığı ve varlıkların toplu halde olmaları kastedilmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki burada zaman önceliği söz konusu değildir. Zira önce bulunmak meselesi şu anda bile vardır. Mülk aleminden önce berzah alemi ve akıl alemi vardır.’[4]
Yukarıdaki açıklamalardan ruhun cismaniyet-ul hüdus olduğuna inanmakla Allame Tabatabai’nin alem-i zer’le ilgili görüşü arasında çelişki olmadığı anlaşılmaktadır. Zira cismaniyet-ul hüdus demek, maddi yaratılışla gerçekleşen ferdi ve müşahhas bir hale gelmek demektir. Ama alem-i zer‘de ki varlıklar, aralarında herhangi bir belirginlik olmadan toplu halde olan varlıklardır.
[1]- Esfar, c.8, s.347. Ancak bazıları bu görüşü kabul etmeyip şöyle diyorlar: Ruh yaratılışının başlagıcından itibaren mücerret cevherdir. Tecerrüt onun zatında var. Mücerret ruhun başka bir şeyle zaman bağlantısı yoktur. Bu yüzden onun için zaman yönünden önce ve sonra olmak diye bir şey söz konusu değildir. Buna göre, ‘ruh belli bir zamanda bedene gelir’ denildiğinde aslında bu ‘belli bir zamanla sınırlanmak’ gerçekte bedenden dolayıdır. Çünkü maddi varlık cismanidir ve zamana bağlıdır. Başka bir ifadeyle, belli ahkama göre bu alem maddi ve cismani olduğundan ‘ruh, bedenden önce vardı’ denmektedir. Yoksa ruh, başlangıçtan itibaren mücerrettir ve mücerret aleme aittir. Öyle bir alem ki, dehr (sürekli devam eden zaman) önceliğine göre tabiat ve madde alemine önceliği vardır. Ama onun onlara olan nispeti eşit değildir. Mücerret olan ruh, tecerrüdünden dolayı maddi bedeni ihata etmiştir. Bedende belli bir kabiliyet edindikten sonra gerçekte ruhla belli bir zamanda özel bir irtibata geçen bedenin kendisidir. Yani ona ait oluyorr. Rivayetlerde gelen ‘ruhların yaratılışı bedenlerin yaratılışından iki bin yıl önceydi’ ibaresinden kasıt belki de zaman önceliği değildir. Rivayet iki önceliğin şu iki merhalesine işaret etmiş olabilir: Biri akıl aleminin berzah ve misal alemine önceliği, diğeri berzah aleminin tabiat alemine önceliği. Kur’an-ı Kerim’de geçen ‘Rabbinin katında bir gün, sizin sayıp durduğunuz bin yıl gibidir’ (Hac/47) ayeti bunu teyit etmektedir. Galiba ayetteki ‘gün’ kelimesi alemlerin birbirlerine olan zincirleme önceliği merhalesidir.
Dolayısıyla ruh, beden yaratılmadan önce (ancak buradaki öncelik zaman önceliği değildir) vardı ve bedeni ihata etmişti. Onun bedene olan önceliği tecerrüt aleminin tabiata olan önceliğidir. Bu durumda rivayetlerin delaletini, herhangi bir zorlama ve tevil yapmadan idrak edebilir, aynı zamanda ruhun kıdem ve hüdusunu bir tür birlikte düşünebiliriz. Ruhun kıdemi, tecerrüt aleminde olan dehr varlığının mertebesinden dolayıdır. Ancak bu Eflatuni meselle aklani toplu olmaktan farklıdır. Zira bu görüşe göre ruhlar tecerrüt aleminde tek ve vahid olarak değil çoklu olarak vardırlar. Ama burada yazarında değindiği gibi mücerretlerin çokluğunun yasak olması sorunu çıkabilir. Fakat bize göre bu meselenin delilinde şüphe vardır. Mücerretlerin içinde ferdi çokluk ve bir tür vahdet olabilir. (Bkz: Muhammed Taki Misbah Yezdi, Şerh-i Cild-i Heştom-i Esfar, c.2, s.229-230)
[2]- A’raf/172.
[3]- Nasır Mekarim Şirazi, Tefsir-i Nümune, c.7, s.7, Dar-ul Kütüb-ül İslamiyye, Tahran, h.ş.1374.
[4]- Bkz: el-Mizan, (Seyyid Muhammed Bakır Musavi Hemedani’in Farsça çevirisi, c.8, s.400-432, Defter-i İntişarat-ı İslam-i Camia, Kum, h.ş.1374.