Please Wait
8150
Allah hem göklerde ve hem de yerdedir, arşa da yerleşmiştir ve ayrıca kalbimizde de yer edinmiştir. Diğer bir tabirle; Allah’ın bir zaman veya mekâna ihtiyacı olmamasına rağmen her yerde ve her zamanda Onun varlığı hissedilebilir. Aynı zamanda bu söylenenlerin hiçbiri boş ve manasız değil aksine biraz dikkatle birçok konuda doğru şekilde idrak, mümkündür ve sadece sınırlı bazı konularda üst düzey bir düşünce ve tefekkür gerekmektedir. Buna da sadece Allah’ın özel kulları erişebilir.
Elbette gerçek bir Müslüman olup Allah’ın yarattıkları ve nişaneleri vasıtasıyla kâmil bir yakin ile Onun varlığını derk edebiliriz. Bu bizler için her zaman geçerlidir. Bunu, Onun vücudunun nasıllığı ve keyfiyeti hakkında etraflıca düşünmeden, hayret vadisine düşmeden normal yaşantımızı açmaza sürüklemen yapabiliriz. Bu yöntem, insanoğlunun birçok bilim dalında kullandığı metot ve yöntemdir.
“…Göklerin ve yerin mülkü onundur. Diriltir ve öldürür ve O, her şeye kadirdir. O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır ve O, her şeyi bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra hâkim olandır… Nerede olursanız olun mutlaka O, sizinledir.”[1]
Yukarıdaki ayetlerin bir kısmının tercümesinden sonra sorumuza cevap olarak ilk önce bir rivayeti nakledip kısaca tahlil ettikten sonra sorumuzu yanıtlayacağız:
İmam Sadık’ın (a.s) öğrencilerinden olan Hişam b. Hakem, şöyle nakleder: Ebu Şakir Diysani adında iki tanrılı inanca sahip bir şahıs bana hitaben şöyle dedi: “Sizin Kuran’ınızda öyle bir ayet var ki ikiliğe inancımızı güçlendiriyor.” Dedim ki: Hangi ayet? Dedi ki: “ Gökteki ilah da, yerdeki ilah da Odur.”[2] Ayeti. Ben o anda, Ona bir cevap bulamadım. Hac döneminde İmam Sadık’ı (a.s) bu söyleşiden haberdar ettim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “… Geri döndüğünde Ona de ki senin Küfe’de ki ismin nedir? Sana bir isim söyleyecek. O zaman Ondan Basra’da ki adını sor. Kesinlikle bir önceki adını tekrarlayacaktır. O an Ona bir bak ve de ki “Bizim Allah’ımız da böyledir! Göklerde de Allah’tır. Yerde de Allah’tır. Denizde de Allah’tır, çölde de Allah’tır. O her yerde ve her mekânda Allah’tır.”[3]
Şimdi zikrettiğimiz rivayete dayanarak iki nükteye dikkat etmenizi istiyoruz:
Birinci nükte: Sorumuzun bir bölümüyle ilgili olan bir başka kutsi hadiste Allah şöyle buyuruyor: “Ben göklere de yere de sığmam ancak mümin bir kulumun kalbinde yer edinirim.”[4]
Bu hadisin doğruluğu varsayımıyla[5] sorumuz şöyle olacaktır ki acaba siz bir dostunuza onun kalbinizde olduğunu veya kalbinizin onun için çarptığını söylerseniz bu sevgi yüklü sözlerin manası, onun fiziksel anlamda sizin kalbinizde yer edindiği veya sizin kalbinizin onun bedeninde olduğumudur? Kesinlikle böyle değildir. Bu tür söylemler sizin dostunuza karşı olan sevginizin nişanesidir. Bu bağlamda eğer Allah, ben mümin kulumun kalbinde yer edinirim gibi bir beyanda bulunmuşsa bunun anlamı Allah’ın bir cisim olup bir kalbi mekân etmesi değil, kulun Allah ile arasında samimi ve dostça bir irtibatın olduğudur. Şunu bilmeliyiz ki O, madde âleminin iki özelliği olan zaman ve mekânın yaratıcısıdır ve Onu bu tür özelliklerle (cisim vermek) vasıflandırmak doğru değildir.
İkinci nükte: Bu doğrultuda arşın da, Allah’ın orada oturduğu özel bir mekân olduğu düşünülmemelidir. Allah, kendisi ile arş arasındaki irtibat hakkında çeşitli tabirler kullanmıştır.[6]
Bir defa kendisini “Arşın rabbi”[7] olarak, başka bir yerde “Arşın Sahibi”[8] olarak tanımlıyor ve bazen de arşta yer edindiğini beyan ediyor.[9]
Tüm bu yerlerde “Arş”ın tek bir manada tutulmaması tabiidir. Allame Meclisi’nin deyimiyle: “Arş” kelimesi hangi söylemde kullanıldığı göz önüne alındığında her birinde kendine has bir mana taşır ve sadece ilahi ilim sahibi kimseler bunların dakik manasına ulaşabilirler.[10]
Bu esasa göre ve Kuran-ı Kerim’in Arapça nazil olmasından dolayı ki, bu dilde de diğer dillerde olduğu gibi her bir kelimenin ilk ve hakiki manasının yanında mecazi ve kinaye içeren manaları vardır, Kuran’da bulunan ve sizin için belirsizlik taşıyan “Arşta yer edindi” tabiri için birkaç mana düşünülebilir:
Arapça sözlüklerde "استوی" ibaresi için birkaç mana zikredilmiştir. Örneğin: Oturdu, yöneldi, yükseldi ve kapladı ve…[11] Şu çok açıktır: tüm bu manalar Allah’ın bir yeri ve mekânı olduğu ve bu mekânın adının Arş olduğu konusunda delil teşkil etmez!
"استوی" kelimesinin bir manasının tefsiri olan şu şiire dikkat ediniz:
قد استوی بشر علی العراق من غیر سیف و دم مهراق
Yani Beşer adında bir kişi, kılıç kullanmadan ve kan dökmeden Irak’a musallat oldu!
Acaba bu şiirde "استوی" kelimesi, o savaş komutanının çok büyük bir cüssesinin olduğuna ve bununla tüm Irak topraklarını kapladığına mı işarettir?
Arap edebiyatından anlayan hiçbir kimse böyle bir tefsiri kabul etmez. Bu nedenle ve edebi ve tefsir kuralları çerçevesinde, ayetlerde işaret edilen ve Allah’ın bir mekânda oturması anlamına gelen arşta yer edinme şeklindeki tefsir kabul edilemezdir.
Şimdi ise zihinde oluşan sorunuzun diğer kısmını ki Allah’ı diğer maddi varlıklar gibi kabul edip Onun için kalp ve arştan başka bir yer ve mekân tayin etme yolunu seçiyoruz. Öyleyse sorumuz şudur ki O, nerededir?
Sorunun sade ve kısaca cevabı, Allah’ın madde cinsinden olmayışı ve bu nedenle de bir mekâna ihtiyaç duymamasıdır. Ayrıca tarih boyunca bu konunun dakik idrakinde belirsizliklerle karşılaşılmış, hatta Allah inancını taşıyan ve Ona ibadet edenler dahi Allah ile ilişkili konularda dakik bilgiye ulaşamadıklarından kendilerini kınamaktadırlar. Bu hususunda bazı noktalara değinmemiz gerekiyor:
Eğer Kuran ve rivayetleri incelemiş iseniz şu noktaya ulaşırsınız: bu kaynaklar, Allah’ın nasıllığını ve keyfiyetini halka ispat etmeden önce, Allah’ı yarattıkları üzerinde tefekkür ve düşünmeye ve varlık düzeninin nasıl idare edilişini cihan ehline tanıtma peşindedirler.[12]
Bir gün Allah Resulü (s.a.a), tefekkür halinde olan bir gurupla karşılaşır ve onlara sorar: “Ne hakkında düşünüyorsunuz?” Onlar Allah’ın yarattıkları hakkında düşünüyoruz. Peygamber (s.a.a), onların bu hareketlerini destekleyerek Allah’ı tanımak için aynı yolu devem ettirmelerini ve Allah’ın zatı hakkında ise tefekkür ve düşünceye kapılmamalarını tavsiye etti.[13]
İmam Hasan Askeri (a.s), kendisinden Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu soran yaranlarından birinin cevabında ilk olarak, Allah’ın bu konunun incelenmesini onlardan istemediğini söylemiş ve daha sonra Allah ile ilgili kısa açıklamalarda sunmuşlardır.[14]
Her halükarda bu metot, bu meseleye özel değildir bazı beşeri ilimleri de kapsamaktadır: Bizim milyarlarca galaksinin olduğuna ve her birinin milyonlarca yıldız barındırdığına yakinimiz var ve onda hiçbir şüphe de yok. Ama gök bilimleri hakkında genel bir bilgi sahibi olmadan ve hatta olsa dahi zihnimiz her birinin nasıl yaratıldığına odaklansa da hayretlerle dolu bir dünyayla karşılaşırız ki ondan öteye de geçemeyiz. Hâlbuki bunların tamamı Allah’ın yarattıklarıdır ve hiç kimse Onun vücudu hakkında kâmil bir ilme ulaşamaz.[15]
Ama bununla birlikte şunu da unutmamalıyız: tüm bu söylenenlerin anlamı Allah hakkında hiçbir fikir, düşüncenin ve araştırmanın olmaması ve men edilmesi değildir.
Aksine manevi ve ilahi ilimle donanmış kimseler belirlenmiş şartlar dâhilinde bu yola adım atabilirler. Aşağıdaki rivayete dikkat ediniz:
İmam Seccat (a.s)’dan, Allah’ı tanıma hakkında soru soruldu. İmam (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah biliyordu. Ahir Uz-zaman da, derin düşünceli insanların olacağını ve Tevhit suresinin ve Allah’ın bazı hususiyetlerine işaret edilen Hadid suresinin bazı ayetlerini güzel bir şekilde tefsir edeceklerini.”[16] Başka bir tabirle, eğer onlar olmasaydı bu ayetler nazil olmazdı ve Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s) dönemi Müslümanları bu ayetlerin gerçek manasına ulaşamamışlardır.
Bu esasa göre, Allah’ın zatı ve vücudunun nasıllığı hususunda dakik düşünce ve dakik incelemeleri her ne kadar men etmesek de böyle bir dikkat ve incelemenin genel anlamda ilahi dinlere mensup insanlardan istenmediğini ve hatta onların kudreti dâhilinde olmadığını sadece has insanların bu yolda ilerleyebileceklerini de söylememiz gerekir. Bu tür özel insanlar önceleri çok zor ve meşakkatli yolları aşarak ve güçlü bir manevi irtibatla Allah’a ulaşırlar. Aksi taktirde diğer insanların bu yola girmeleri daha çok hayret ve sapıklıktan başka bir şey olmayacak ve onlara bir faydası da olmayacaktır.
[1] Hadid suresi, 1-6
[2] Zuhruf suresi, 84
[3] Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kâfi, C.1, S. 128, H.10, Dar’ul-Kutubil-İslamiye, Tahran, 1986
[4] Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul-Envar, C.55, S.39, Muessesei El-Vefa, Beyrut, 1404 h.k.
[5] Çünkü bu rivayet istinat edilebilecek muteber rivayetlerden değildir.
[6] Arş ve Kursi kavramları hakkında 254 ve 60 nolu cevaplara müracaat edebilirsiniz.
[7] Tövbe: 129, Enbiya: 22, Müminun: 86 ve 116, Neml: 26, Zuhruf: 82, "رب العرش عما یصفون
[8] Gafir: 15, Buruc: 15, İsra: 42, Tekvin: 20
[9] Araf: 54, Yunus: 3, Ra’d: 2, Taha: 5, Furkan: 59, Secde: 4, Hadid:4
[10] Bihar’ul-Envar, C.55, S.31
[11] İbni Menzur, Lisanul-Arap, C.14, S.414
[12] Âli İmran, 191; Yunus: 24, Ra’d:3, Nahl: 11 ve 69, Rum: 21, Zümer: 42, Mülk: 3-4 ve onlarca başka ayet
[13] Veram b. Ebu Ferraş, Mecmua’yı Veram, C.1, S.250, İntişarat-i Mektebetul-Fakih, Kum, Biyta
[14] Bihar’ul-Envar, C.3, S.260, H.10
[15] Kâfi, C.1, S.103, H.12
[16] Kâfi, S.91, H.3