Gelişmiş Arama
Ziyaret
8767
Güncellenme Tarihi: 2010/03/13
Soru Özeti
Neden hikmet-i meşşa eşyayı birbirine zıt, ama hikmet-i mütealiye teşkik-ül vücud (varlığı dereceli) olarak kabul ediyor?
Soru
Neden hikmet-i meşşa eşyayı birbirine zıt, ama hikmet-i mütealiye teşkiki (dereceli) olarak kabul ediyor?
Kısa Cevap

Bu mesele filozofların bakış açılarına ve onların varlık felsefesi ekollerine bağlıdır. Meşşa filozoflarına ait olduğu söylenen ve ‘vücud ve mevcudun çokluğu’ diye bilinen görüşün özeti şudur: Varlıkların çokluğu inkar edebilecek bir şey değildir. Bu yüzden onların her biri kendilerine has varlıklar olacaklardır. Varlık gerçeği bileşik olmadığı için her varlık başka bir varlıkla tüm zatıyla zıttırlar.

Ama hikmet-i mütealiyeye göre bu ekol kabul edilemez. Onların ‘Çokluk olduğu halde vahdet’ görüşünü kabul ederek varlıkların gerçeğinin, hem birbirleriyle vahdet ve iştirakleri olduğuna hem de birbirlerinden farklı olduklarına inanırlar. Ama onların ‘iştirak yönü’yle ‘imtiyaz yönü’ varlığın zatında terkip oluşturmaya veya onu cins ve fasl (ayırım) diye analiz etmeye neden olacak şekilde değildir. Aksine onların farklılık yönleri şiddet ve zaafa göredir. Nitekim zayıf ışıkla kuvvetli ışığın farkı onların şiddet ve zayıflığına bağlıdır. Yani kuvvetlilik, kuvvetli ışıkta ışığın dışında bir şey veya zayıflık zayıf ışıkta ışığın dışında bir şeydir manasında değildir.

Ayrıntılı Cevap

Bu görüşün Meşşa filozoflarına ait olduğu şüphelidir. Üstad Mutahhari Şerh-i Manzume’de şöyle diyor: ‘Bu görüş Eşaire mütekellimlerinin arasında ortaya çıkmış ve muhtemelen bazı Meşşa hekimlerinin sözlerinde de görülmüş olabilir. Ama Farabi gibi Meşşa hekimleri, özellikle Meşşaların reisi olan İbn-i Sina böyle bir şeyden bahsetmemiştir; zira vahdet-i vücut konusu varlığın asil oluşu görüşünün bir kolu olduğu gibi varlıktaki çokluğun özdeki zıtlıktan kaynaklandığı konusu da varlığın asilliği meselesinin bir koludur; yani, önce o mesele onlar için söz konusu olmalı ve onu halletmeliler ki, bu meselede söz konusu olsun. Onlar için varlığın asilliği konusu söz konusu değildi. Bu mesele Farabi ve İbn-i Sina’dan sonra ortaya atılmıştır.’[1]       

 

Her halükarda Meşşa filozoflarına intisap edilen bu görüşe göre onlar, varlığı asıl olarak kabul ederler. Ama her varlık başka bir varlıktan tüm zatıyla ayrı ve zıttır derler. Yani, eşyanın mahiyetinin olmasının dışında bu mahiyet itibarı ile çeşitli kategorilere girerler ve bu kategoriler itibarıyla da birbirleriyle iştirak yönleri (eğer bir kategorinin içinde olsalar) ve imtiyaz yönleri (eğer birkaç kategorinin içinde olsalar) vardır. Varlık yönünden ise bütün eşya tüm zatlarıyla birbirleriyle zıttırılar; yani varlıkların hiçbir şekilde iştirak ve benzerlikleri yoktur. Varlıkların birbirlerine göre olan nispetleri, kategorilerin birbirleriyle olan nispetleri gibidir. Örneğin, nicelik kategorisi ile nitelik kategorisi hiçbir şekilde birbirleriyle iştirak yönleri yoksa (ve bu yüzden iki ayrı kategoridirler) bir varlık başka bir varlıkla aynı durumdadır.  

 

Meşşa filozofların açısından varlıkların gerçeği birkaç durumun dışında değildir. Ya onların tümü bir türün bireyleri gibi bir hakikatin bireyleridirler, ya bir cinste müşterek olmaları gibi çeşitli türleri vardır veya hiç iştirak yönleri yoktur ve tüm zatlarıyla birbirlerine zıttırlar. Bu üçüncü şık meşşa filozoflarının görüşüdür, diğer iki şık onlara göre batıldır.

 

Birinci şıkkın batıl olmasının nedeni şudur: Böyle bir şeye inanırsak o zaman  varlık tümel nitelik olur ki, belirleyici arazların eklenmesiyle çeşitli bireyler haline gelir. Ama burada yine arazlar hakkında, ‘onlarda varlıktırlar’ diye aynı soru karşımıza çıkmaktadır ve faraza bütün varlıklar birer hakikat iseler öyleyse nasıl bir taraftan arazla ma’ruz arasında, diğer taraftan arazların kendi arasında farklılıklar olur ve onların farklılıklarıyla varlığın farklı bireyleri meydana gelir?

 

Başka bir deyişle onlar şuna inanmaktalar: Gerçek varlıklar arasında iştirak varsa bu iştirak ya bütün zattadır, o zaman bu varlık, çeşitli bireyleri olan bir tür sayılır veya iştirak zatın cüzündedir, o zamanda varlık, çeşitli türleri olan bir cins sayılır ki, her iki durumda da batıldır.

 

İkinci şıkkın batıllığı ise şöyledir: Bu görüşe göre varlığın gerçeği iştirak ve imtiyaz yönünden terkip olmuştur, yani, cins ve fasıldan oluşmuşturlar. Böyle bir şey ise varlığın bileşimsizliği ile bağdaşmaz.

 

Demek ki, meşşa filozoflarına göre varlıklar (objeler) tüm zatlarıyla birbirlerine zıttırlar.

 

Hikmet-i Mütealiye’de Varlık

 

Hikmet-i mütealiye filozoflarına göre, bütün objektif gerçeklerden varlık mefhumu olan tek bir mefhum çıkar. Birçok gerçekten çıkarılan bu tek bir mefhum, bu tek mefhumun çıkarılmasının kaynağı olan varlıklar arasında gerçek bir iştirak noktasının olduğuna delildir. Eğer dış varlıklar arasında vahdet ciheti olmasaydı böyle tek bir mefhum onlardan çıkarılamazdı. Öte yandan onlara göre varlığın gerçekleri arasında illi ve maluli bir ilişki vardır. Hiçbir varlık illetler ve malullar silsilesinin dışında değildir. Binaenaleyh, bütün malullar var edici illetlere ve sonunda kendisinin dışında her şeye varlık veren Allah-u Teala’ya göre bağlıdırlar hatta bizzat bağlılıkla özdeştirler. Ve bütün varlıklar ilahi varlığın cilveleri olup kendi mertebelerine göre şiddet, zaaf, öncelik vs. vardır.

 

Buna göre varlık aleminin tümünü gerçek varlıklar silsilesi teşkil etmektedir ki, her halka bir üst halkaya bağlı olup, aşağı mertebe bir yukarı mertebeden varlık mertebesine göre daha sınırlı ve zayıftır. Allah’ın varlığının dışında bütün varlıkların istiklalini reddeden bu varlık bağı, gerçek varlıkta ve tabii olarak varlığın asıllığı esasına göre açıklanması mümkün olan özel bir birliği ifade eder.

 

Kısacası, ‘çokluk olduğu halde vahdet’ diye bilinen teze göre, varlıkların hem birbirleriyle vahdet ve iştirakleri vardır, hem de ihtilaf ve imtiyazları. Fakat onların iştirak ve imtiyaz yönleri varlığın zatında terkip oluşturmaya neden olacak veya cins ve fasıl manalarına tahlil edilebilecek türden değildir; aksine onların imtiyazları şiddet ve zaaflarına dönmektedir. Nitekim güçlü ışığın zayıf ışıktan farkı onların şiddet ve zayıflığına göredir. Yoksa güçlü ışığın gücü ışıktan başka bir şey veya zayıf ışıktaki zayıflık ışıktan başka bir şeydir demek değildir. Aksine güçlü ve zayıf ışıklar ışıktan başka bir şey değildirler. Ama şiddet ve zaaf yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Ama farklılıklar onların arasında müşterek olan ışık gerçeğinin terkipsiz olduğuna zarar vermez. Başka bir deyişle gerçek varlıkların farklılıkları derecelerindedir ve farklı yönleri müşterek yönlerine dönmektedir.[2]  



[1] - Murteza Mutahhari, Mecmuay-ı Asar, c.9, s.193

[2] - a.g.e. s.190 ve 205; Muhammed Taki Misbah Yezdi, Amuzeş-i Felsefe, c.1, s.338-344

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Cemaat namazında saf nasıl tutulur? Hareket etmek namazı batıl eder mi?
    12279 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/03/07
    Karşılaştığınız olay (cemaat namazında saf oluşturmak) fıkıh kitaplarındaşöyle anlatılır:  1- Me’mum imamdan önde olmamalıdır.[1]2- Me’mum bir erkek ise imamın ...
  • Beyin ölümünden sonra organ bağışı hakkında taklit mercilerinin görüşünün ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
    5981 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/12
    Aşağıdaki cevaplar taklit mercilerinin bürolarından alınmıştır: Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (Ömrü uzun olsun) Bürosu:Eğer diğer hastaları tedavi etmek için söz konusu hastaların beden organlarından istifade etmek kendilerinin ölümlerini çabuklaştırır ve hayatlarının noktalanmasına neden olursa, caiz değildir. Bu ...
  • Allah bir işi yapamayacak kadar güçsüz müdür ve bir başkasının O’nun işini yapması gerekir mi?
    7555 Eski Kelam İlmi 2012/06/23
    Bu soruda dile getirilen iddia ve varsayım şudur: Her nerede Allah’ın zatı bir işi yapmaya güç yetirebiliyorsa O’nun kendisi bu işi yapar ve eğer buna güç yetiremezse sebeplerden istifade eder. Allah’ın her işe güç yetirebildiğini bildiğimizden dolayı O’nun fillinin nedenler kanalıyla gerçekleşmesi muhaldir ve her kim bir ...
  • Öldürmenin çeşitlerini ayrıntılarıyla anlatınız.
    6619 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/03
    Öldürme, çeşitli yönlerden kısımlara ayrılabilir. Aşağıda kısaca onlara değiniyoruz:1- Haklı ve haksız olarak öldürme.2- Öldürmenin ne zaman yapıldığı3- Öldürmenin idamla, silahla veya sopayla olması, yine taşlanmak ve diğer şekillerde cezaları yönünden gerçekleşmesi. 4- Öldürmenin kasıtlı, kasıtlıya ...
  • İnsanın üstünlüğünü tehdit eden amiller nelerdir?
    7493 Pratik Ahlak 2012/01/23
    Kur’an-ı Kerim’in bakışında gerçekte insanın insanî makam ve üstünlükten düşmesine neden olan ahlakî düşüş, değişik etkenlere bağlıdır: Bir grup Kur’an ayeti, insanların gaflet, akıl ve düşünceyi kullanmama ve bunların gerekleriyle amel etmeme nedeniyle insanî üstünlüklerini yitirdiğini beyan etmektedir. Başka Kur’an ayetleri ise nefis hevesi ve dünya sevgisini ...
  • Kur’an’da Hz. Muhammed’in (s.a.a) adı kaç defa zikredilmiştir?
    17590 Kur’anî İlimler 2011/05/21
    Yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) adı Kur’an’da dört defa gelmiş ve aşağıdaki surelerde zikredilmiştir:1. Ali İmran, 144. Ayet: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar ...
  • Hazreti Muhsin Kimdir ve nasıl şehit edildi, onun katili kimdir?
    33885 تاريخ بزرگان 2012/09/20
    Şia ve ehlisünnetin rivayet ve tarihi kaynaklara göre hazreti Muhsin (a.s.) Hz. Ali ve hazreti Fatma’nın çocuklarındandır. Ömer veya Kunfüz hazreti Fatma’yı (a.s.) duvar ile kapı arasına sıkıştırdı ve onun bu işi o kadar şiddetli ve baskısı o denli bastırıcı idi ki o hazretin kaburgalarının kırılmasına ve ...
  • Şüphesine itina etmemesi gereken kesirü’ş-şekk, şüphelerinin hiç birisine mi itina etmemelidir?
    7487 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/02/15
    ‘Kesirü’ş-Şekk’in (Çok Şüphe Edenin) şüphesi yoktur.’ kaidesine göre çok şüphe eden kimse şüphesine itina etmemelidir. Fakihlerin çoğuna göre bu kaide sadece namaza özgü olmayıp, abdest, gusül ve teyemmüm gibi namazın mukeddamatını da kapsarken hac, muameleler, itikatlar gibi terkipli ibadetleri de içine almaktadır. Bu görüşte olanlar ‘Kesirü’ş-Şekkin şüphesi ...
  • Bidat ve onun İslam’daki ölçüsü nedir?
    9155 Eski Kelam İlmi 2010/11/08
    “Bidat” sözlükte yeni ve geçmişi olmayan iş manasındadır. Istılahta ise “dinde olmayan bir şeyi dine sokmak” anlamındadır; yani din ve şeraitin bir cüzü olmayan ve de hiçbir İslam kanun ve buyruklarıyla uyuşmayan bir şeyi dine isnat etmektir. Bu yüzden İslam’ın tümel buyruklarını yeni ve modern hususlara ...
  • Peygamberden (s.a.a) gelen kırk hadis ezberleme hakkındaki rivayetler sahih midir? Bu kırk hadisin ölçütlerini söyleyiniz.
    12558 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/02/15
    Şii[1] ve bazı sünni[2] kaynaklarda çeşitli ibarelerle İslam Peygamberinden (s.a.a) ‘Erbain’ diye meşhur olan hadiste, kırk hadis ezberlemeye önemle tavsiye edilmiştir. Örneğin: ‘Ümmetimdem kim, halkın ihtiyaç duyduğu hadislerimden kırkını ezberlerse Allah ...

En Çok Okunanlar