Gelişmiş Arama
Ziyaret
8962
Güncellenme Tarihi: 2011/07/14
Soru Özeti
Allah tarafından müteaddit Peygamberlerin gönderilmesindeki hikmet nedir?
Soru
Neden Allah u Teâlâ göndermiş olduğu bir önceki Peygamberin sözlerini tahrif olunmaktan korumadı ve Onun getirmiş olduğu şeraiti daha kâmil etmek için bir sonraki Peygamberi göndermeye gerek duydu?
Kısa Cevap

Allah u Teâlâ’nın lütfünün tecelli ettiği yerlerden birisi hiçbir ümmeti hiçbir zaman kılavuzsuz (hidayetçi) bırakmaması ve daima peygamberleri göndermiş olması ve yeryüzünü hüccetsiz bırakmamasıdır. Ama müteaddit dinlerin var olması ve daha sonraki dinlerin tekâmül bulması farklı dönemlerde beşer fikrinin tekâmül bulması nedeniyledir. Başka bir beyanla ilkel insanların sahip oldukları yetenek kâmil bir dinin tüm düsturlarını alabilecek seviyede ve durumda değildi. Bu nedenle kâmil olan İslam dini daha önceki insanlar (ümmetlere) için gönderilmedi. Bilakis ardı ardına peygamberler ve Resuller gönderildi. Gönderilen her Resulün insanlara sunmuş olduğu şeraitle insanlar eğitildi. Böylelikle yavaş yavaş ve tedrici olarak insanların algılama ve alabilme yetenekleri yükselerek son ve kâmil olan dinin gönderilmesi için zemine hazırlandı. Peygamberimiz hz. Muhammed dönemine gelinceye kadar bu durum böyle devam etti. Bu döneme gelindiğinde insanlar fikirsel ve algılama gücü bakımından nispi bir tekâmüle vardılar. Bu nedenle Allah u Teâlâ en kâmil ve en kapsamlı dinini yani İslam dinini gönderdi ve bu dini koruma görevini ve tefsir etme vazifesini Masum İmamların (a.s.) uhdesine verdi. Her halükarda bu dinin baki kalabilmesi, korunması ve savunulmasının zeminesi toplumun kendisi arasında var olan bazı kişiler vasıtasıyla mümkün duruma geldi. Zira toplum içinde dinin cevheriyle irtibat kurup hakikatini alıp diğer insanların ihtiyarine sunabilen kimseler vücuda gelmişlerdi.  

Bu açıklamayla daha önceki dinlerin tahrif oluşlarını düzeltmek için yeni Peygamberlerin gönderilmesine neden olan tam delil değil, bilakis söz konusu delillerden birisidir. Bu bir taraftan, diğer taraftan bir dinin tahriften korunması insanların sahip oldukları potansiyellerden kopuk bir şekilde değerlendirilmesi imkânsızdır.

Ayrıntılı Cevap

Allah u Teâlâ’nın lütfünün kulları için tecelli ettiği yerlerden birisi hiçbir ümmeti hiçbir zaman kılavuzsuz bırakmamış olmasıdır. Zira insan birkaç âlemi geride bırakan ve önünde var olan birkaç âlemi de geçmesi gereken bir varlıktır. Bu dünyada ilahi bir kılavuz ve vahiyle irtibatı olan bir yol gösterici olmadan hangi âlemlerden geldiğini ve hangi âlemlerden ve nasıl geçmesi gerektiğini bilemiyor. Bu soruyu cevaplandırmak ve bu ihtiyacı gidermek için Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ve le kad beasna fi kulli ummetir rasulen[1]  Gerçekten biz her ümmet içinde Resul günderdik[2] ve im min ümmetin illa hala fiha nezîr”.[3] Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. “Summe erselna rusulena tetra[4] insanlar için kılavuz ve hidayetçi olsun diye “Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik”.[5]

İlahi ayetler, Masumlardan nakledilen hadisler ve akli deliller esasınca hiçbir zaman yeryüzü ilahi hüccetten, ilahi bekçilerinden ve dini tebliğ eden kimselerden boş kalmamıştır. “Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi”.[6] Aslında bu ayeti kerime kelam ilminde konu olan lütuf kaidesine işaret etmektedir. Allah u Teâlâ hücceti tamamlamak için her ümmet ve her kavim için apaçık deliller gönderecektir. [7] İlahi dinler kemal dereceleri bakımından bir konumda değildiler. Ama ihtiva ettikleri asıl davet bakımından ve ilahi Peygamberlerin insanları davet ettikleri hakikat (zamansal, mekânsal, sosyal ve kavimsel şartların farklı olmasına rağmen) tek bir çeşitti. Bütün peygamberler insanları Allaha kul olmaya ve tağuttan sakınmaya davet ediyorlardı. “Ve le kad beasna fi kulli ummetir rasulen eni'budullahe vectenibut tağut”. “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik”.[8] Zira eğer tevhit anlayışının temeli sağlam olmazsa, zihniyetlerden ve insani toplumlardan tağuttanlar uzaklaştırılmazsa reformsal içerikli programların hiçbirisinin uygulanması mümkün olamayacak.[9]  

Ama buradaki soru şu: Neden Allah u Teâlâ ilk baştan beri kâmil bir din gönderip ve onu peygamberler vasıtasıyla korumadı, bilakis ardı ardına birçok peygamber gönderdi?

Bu sorunun cevabında söylenmesi gereken şey şu: Bir anne ve babayı düşününüz. Kendi küçücük çocuğunu terbiye etme noktasında tüm ahlaki meseleleri ve amel etmesi gereken tüm düsturları ilk merhalede söylemiyor. Bu merhalede bütün bu düsturlara amel etmesini de onlardan beklemiyor. Belki çocuğuna bu talimatları verirken birkaç merhale takip ediyorlar. Her merhaleye has bazı düsturları kendisine söylüyor ve o merhalede çocuğundan olan beklentisi de o merhaleye uygundur. Bu durum devam ediyor ta çocuk erginlik ve buluğ çağına varıp aklı kâmil olununcaya kadar. Çocuk bu merhaleye geldiği durumda artık kendisine verilmesi gereken talimatlar bir bütün olarak kendisine veriyor ve verilen talimatlara uygun vazifesini yerine getirmesini de kendisinden bekliyorlar.[10]

İnsan konusunda da durum bundan farklı değildir. İlki olarak gönderilen Peygamber (hz. Âdem (a.s.)) döneminde kâmil bir dinin bu merhaledeki insanlara sunulmasının istidadı ve potansiyeli yoktu. Zira insan fikirsel bazda farklı dönemlere sahiptir. Fikirsel bağlamda ilerledikçe fikirsel ve psikolojik ihtiyaçları da daha fazlalaşır ve karmaşıklaşıyor. Diğer taraftan da alabilme ve daha zor düsturları uygulayabilme kabiliyeti de yükseliyor. İnsan denen varlık ilk baştan beri bu kabiliyetlere sahip değildi. Bu esas gereğince ilk başta, öğretileri kolayca anlaşılır ve düsturları kolayca uygulanabilir niteliklere sahip şeri’atlerin gönderilmesi lazım geliyordu. Bu seyir böylece devam ederek istidatları gelişmiş ve İslam dininin içermiş olduğu muhtevayı taşıyabilecek insanlar vücuda gelinceye kadar devam etmiş.

Bu nedenle ilk Peygamber unvanıyla gönderilen hz. Âdem (a.s) birinci nesil insanların seviyesini (zarfiyetine) göz önünde bulundurmuş ve onların taşıyabilecekleri niteliğe sahip düsturları sunmuştu. Daha sonraki peygamberler dönemindeki nesillerin seviyesi ilerlemiş ve her peygamber kendi dönemindeki neslin gelişimine ve gerçekleşen tekâmüle tekabül edecek düsturlar getirişlerdir. Peygamberimiz hz. Muhammedin (s.a.a.) dönemine kadar bu durum devam etti. Hz. Muhammed artık en kâmil ve son dini getirdi ve insanların ihtiyarine sundu. Artık ondan sonra bir din gelmeyecektir.

Gerçi Allah tarafından gönderilen bütün ilahi peygamberler insanları tek bir Allaha davet etmiş ama her peygamberin getirmiş olduğu şeriat bir sonraki peygamberin gelmesine kadar geçerliydi ki daha önceki peygamber bu peygamberin geleceğinden de haber vermiştir. Daha önceki dinlere tabi olan bütün insanlar, Allah tarafından mucizeleriyle gönderilen yeni peygamber ve yeni dine tabi olmakla yükümlü kılınmuşlardı.

Buna binaen İslam dininin gelmesiyle daha önceki dinlerin tümü nesh (ibtal) edildi ve takipçileri bu kâmil ve son dine tabi olmakla ve ona itaatle yükümlü idiler.

Bu açıklamayla daha önceki dinlerin tahrif oluşlarını düzeltmek için yeni Peygamberlerin gönderilmesine neden olan tam delil değil, bilakis onlardan birisidir. Bu bir taraftan, diğer taraftan da bir dinin tahriften korunması insanların sahip oldukları potansiyellerden kopuk bir şekilde değerlendirilmesi doğru olmadığı gibi ve imkânsızdır da.

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki adreslere müracaat edebilirsiniz:

1-   Nemaye: delayil hakkaniyet-i İslam, sual no: 275 (sayt: 73).

2-   Nemaye: hakkaniyet-i Şia, sual no: 1523 (sayt: 2011).

3-   Hadevi Tahrani, Mehdi, kitab-i mebani kelami içtihdi, s. 61, ve…

4-   Hadevi Tahrani, Mehdi, kitab-i fhverha ve porsışha, sırrı hatemiyet, s. 33.  



[1] Nahl, 36.

[2]Tefsiri nümüne”, c. 11, s. 222.

[3] Fatır, 24.

[4] Müminün, 44.

[5]Tefsiri nümüne”, c. 14, s. 245.

[6] Beyine, 1.

[7] CEVADİ AMULİ, “tefsiri mevzu”i kuran”, C. 6 (sirei peygamberen der kuran); “Tefsiri nümüne”, c. 27, s. 202.

[8] Nahl, 36.

[9]Tefsiri nümüne”, c. 11, s. 221.

[10]Şehid MUTAHARİ, “İslam ve muktaziyat-i zaman”, c. 1, s. 563.

Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • İslam dini niçin var?
    13395 Eski Kelam İlmi 2011/07/14
    Din, akaid ve Peygamberlerin insanların hidayet ve saadeti için Allah’tan getirdikleri bir dizi ameli ve ahlaki hükümlerdir.Dini öğretilerde dinin gerekliliği insan fıtratıyla ilişkilendirilmiş, Kur’an-ı Kerim’de de insan fıtratı ilahi fıtrat olarak tanımlanmış ve bütün ilahi kanunların Allah’a inanma ve tapınma hissi üzerine kurulduğu ...
  • Rivayette müminlerin birbirleriyle ilişkilerinde sevinçli ve güler yüzle davrandıkları gelmiştir. Acaba bu mesele, yaşamda karı-koca arasında da geçerli midir?
    6096 Pratik Ahlak 2012/09/09
    Müminin sıfatlarının birisi hakkında zikredilen rivayetlerde, onun başkalarına karşı sevinçli ve güler yüzlü davrandığı ve hüzün ve gamını kalbinde gizlediği; bu sıfatın dostluk eğilimini çektiği buyrulmuştur. Bu konunun müşterek yaşamda ve aile içinde başka bir şekilde olduğunu; evli çiftlerin birbirlerinin gam ve hüznüne ortak olduğunu; eşlerin birbirine ...
  • Acaba kadın yargıç olabilir mi?
    11168 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/05/06
    Fakihler ve din uzmanları kadının yargıç olması gibi bazı konular hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bu gibi konular, dinin zaruri ve zorunlu konularından sayılmamaktadır.Kadının yargıç olamayacağını söyleyenler, bu hususta nakledilen rivayetlere ve icma delililine dayanmışladır.
  • Sonucun öznesel nedene muhtaç oluşunun ölçüsü sadece varlıksal yoksulluk mudur? Yoksa tam neden için de yeterli midir? Felsefî kavramların neden tür ve ayrımı bulunmamaktadır? Ve…
    5633 İslam Felsefesi 2011/09/21
     Aşağıdaki noktalara dikkat etmek, yanıtı kavramada size yardımcı olacaktır.      1. Tüm nedenler öznesel nedene döndüğünden bu konuda tam neden ile öznesel neden arsında bir fark bulunmamaktadır.2. Felsefî kavramlar varlıktan alınmıştır ve varlığın mahiyeti yoktur. Tür ve ayrım mahiyetin kısımlarıdır ve mahiyetten yoksun bir şey mahiyetin kısımlarından da ...
  • Raksetmenin haram olduğunu söyleyen hadisleri senetleriyle beraber zikrediniz.
    7034 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/06/16
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Velayet-i fakihi dile getiren rivayetler veliyy-i fakihin bir olmasını da yansıtmakta mıdır?
    6332 Düzenler 2012/06/16
    Rivayetler ve velayet-i fakihin kelam eksenli diğer referanslarından veliyy-i fakihin bir veya çok oluşu anlaşılmamaktadır. Düzenin korunması ve kaosun engellenmesi durumunda birkaç fakihin ayrı bir şekilde veya şura şeklinde velayetlerini icra etmesi mümkündür. Şura türü İslam cumhuriyetinin ilk anayasasında (1980) mevcut idi, lakin bir takım sorunların önüne ...
  • Vesilelerin Allah'a Yakınlaşmakta ki Önemi Nedir?
    12727 Eski Kelam İlmi 2009/12/20
    Vesilenin çok geniş manası vardır. Allah'a yakınlaşmaya neden olan her şey ve her işe şamil olmaktadır. Dünya yaşayışı, insanların hidayeti ve ilerlemesi için sebep ve sonuç düzeni üzerine kurulduğu, yine insanların doğal ihtiyaçları maddi sebeplerle karşılandığı için Allah'ın, hidayet, mağfiret, bağışlanma, yakınlaşma ve ...
  • Bedensel esenlik sırrını nasıl araştırabiliriz?
    7133 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Allah tarafından konulan tabiat kanunları bu dünyada hiçbir insanın baki kalmamasını ve değişik nedenlerle ve bu cümleden olmak üzere bedensel esenliği kaybederek dünyayı terk edip ebedi âleme geçmesini muayyen kılmıştır. Öte taraftan her ne kadar peygamberler ve imamlar (a.s) bir takım özel durumlarda Allah’ın izniyle hastalara (sadece Allah’ın evliyalarının ...
  • Humus yılının başlangıcından birgün önce alınan yiyeceklerin humusunun verilmesi neden gereklidir?
    5580 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Herkes humus yılı boyunca şanına uygun şekilde ve israf etmeden gelirinden yaptığı -ailesine yiyecek almak gibi- harcamalarına humus gelmez. Ancak humus yılının sonunda humus yılından birkaç gün önce alınmış olsa bile bu yiyeceklerden fazla kalan kısmının humusunu vermesi gerekir. Zira sonuçta elindeki sermayeyle onları almıştır. Almasaydı ve ...
  • Kendimden nasıl şehvani düşünce ve hayalleri uzaklaştırmalıyım?
    46781 Pratik İrfan 2011/10/29
    Şeytansal fikirler ve düşünceler herkesin zihnine hutur ediyor. Ama insan bu fikir ve düşüncelerin yerini dolduracak ve insanı iyiliklere sevk eden başka düşünce ve fikirler bulmalıdır. Böylece insanı pislik ve kötülüklere duçar etmeden bu şeytansal fikirlerin önünü kesip onlardan fasıla almalıdır. ...

En Çok Okunanlar