Please Wait
9340
Şianın akaid temelleri, Tevhid, Adalet, Mead, Nübüvvet ve İmamet’tir. Adalet, ilahi sıfatlardan biri olduğundan diğer sıfatlar gibi Tevhid’in içinde ele alınması gerekir, ancak sahip olduğu önemden dolayı ayrı olarak ele alınmıştır.
Adalet sıfatının önemli olmasının nedeni, Adliye (Şii ve Mutezili) kelamı ile Eş’ari kelamının birbirlerinden ayrılmasına sebep olduğu içindir. Bu öyle bir sıfattır ki, onu kabul veya reddetmek değişik ve çelişik sonuçlar doğurmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, Eş’ariler Allah’ın adaletini reddetmiyorlar; onlar diyorlar ki, Allah’ın yaptığı her şey akıla göre zulümde olsa adalettir.
Ehl-i Beyt mektebinin akaid temelleri Tevhid, Adalet, Mead, Nübüvvet ve İmamet’tir. Bütün Müslümanlar Tevhid, Adalet ve Mead’ı kabul etmekteler, ama adalet ve imamet meselesi Oniki İmam Şiası ile diğer mezhepler arasında (Şia ile adalet meselesinde aynı görüşe sahip olan Mutezili’nin dışında) ihtilafa yol açmıştır.
Adalet, her ne kadar Allah’ın sıfatlarından biri ise de, akait ilmi ıstılahında tevhid lafzı Allah’ın adalet ve diğer sıfatlarını içine almış olsa da, önemli meselelerden olduğu için Eşaire ile Adliye’nin (İmamiyye şiası ve ilahi adalete inanan Mutezilenin) birbirinden ayrılmasına neden olmuştur. Bu ayrılığın doğurduğu birçok sonuç olduğundan ayrıca ele alınmış ve akaidin temellerinden sayılmıştır. Şia ve Mutezile ilahi adalete inandığı için onlara ‘Adliye’ denmiştir.[1]
Adaletin Manası
Adalete inanmak, hüsn ve kubh-î akli’nin bölümlerindendir.[2] Adliye, fiillerin, Allah-u Teala’ya tekvini ve teşrii (yasama) olarak bağlantısının dışında hüsn (güzellik ve iyilik) ve kubhun (kötülük ve çirkinlik) olduğuna, insan aklının bir yere kadar fiillerin hüsn ve kubhunu anlayabildiğine inanmaktadır. Yani Allah, kabih iş yapmaz. Bunun manası Allah’a emir vermek veya Onu sakındırmak (bunlardan Allah’a sığınırız) demek değildir. Manası şudur: Allah’ın kabih iş yapması imkansızdır. Mutezile’nin bu konudaki görüşlerinin zaafı vardır ki, ayrıca incelenmesi gerekir. ‘Ancak Şia’nın inancı Masumlardan aldığı öğretilere göre böyledir.’[3] Bu açıklamaya göre adalet, Allah’ın subuti kemal sıfatlarındandır.[4] Yani Allah-u Teala, zulmetmez, kabih fiil ve akl-ı selime aykırı bir şey yapmaz.[5] Adliye, hüsn ve kubh kaidesinden yola çıkarak nimet verene şükretmek, lütuf kaidesi, cebir ve ihtiyar meselesi ve bu meselenin doğurduğu sonuçlar gibi bazı kelami kaideleri halletmiştir.[6]
Eşaire: Tarihi ve Akidesi
Basra’lı olan ‘Ebulhasan Eş’ari’nin taraftarlarına Eş’ari denmektedir. O yıllarca Ebu Ali Cubai’nin (Mutezile şeyhi) öğrencilerinden idi. Ancak daha sonra ondan ayrılmış ve kendisine yeni bir kelam ekolü kurmuştur. Onun Mutezile’den ayrılmasının en büyük nedeni adalet ve Kur’anın yaratılması konusundaki ihtilafları oldu. Bu ayrılık, h. 300 yılında gerçekleşti.[7] Eş’arilerin metodu, Mutezili metodu olan burhan ve kelam’ın dışında olup Ehl-i Sünnet’in yolunu teyit ve takviye eden bir metottur.[8]
Bu kelami mektebin ilerlemesi ve Ehl-i Sünnet’in diğer mezheplerini etkisi altına almasında siyasi maksatlar göz ardı edilemez. Abbasi’lerin döneminde h. 295’den 320’ye kadar yani Mütevekkilin zamanında başlayıp Muktedir’in zamanına kadar Mutezile ve akılcılara baskılar yapıldı. Bu süre (295-320) içinde Ebulhasan Eş’ari, Mutezile ekolünden tövbe etti ve Abbasi halifelerinin daha sonrada Selçuklu padişahlarının kabul edip sürdürdüğü Ehl-i Hadis ekolüne girdi.[9]
Eşaire’nin Akaidi
Ebulhasan Eş’ari, kelamını dört rükun ve her rüknü on asıl üzerine kurdu ki biz onlardan konumuzla ilgili olanlarına işaret edeceğiz:[10]
-Allah, kullarının fiillerini yaratandır.
-Allah, insanın gücünün üstünde görev verebilir (yani akli olarak kabih olan bir fiili yapabilir).
-Allah, günahsız kimselere azap edebilir.
-Şartlara uygun imam bulunmazsa, o andaki sultanın hükümlerine itaat gereklidir.
-Büyük günahı olan kimse tövbe etmeden ölürse, onun hükmü Allah’ın elindedir; isterse onu rahmetiyle bağışlar, isterse Peygamberinin şefaatine nail eder.
Yine diyorlar ki: Akıl’da eşyanın hüsn ve kubhuna delalet edecek her hangi birşey yoktur; şeriatın hüsn dediği şey o iyidir ve kubh dediği şey kötüdür. Yani Allah, itaatkar birini cehennem ateşine atabilir ve ebedi olarak onu orada tutabilir veya günahkar birini cennete götürebilir (ve bu yaptığıda kabih değildir). Akli hüsn ve kubhu nefyeden ve bunun sonucu olarak ilahi adaleti nefyeden bütün bu batıl görüşlerden, bireysel ve toplumsal yaşamı etkileyen gerekliliklerden dolayı, mezhebin alimleri, bu konuya tekit etmek için adl-i ilahi’yi akaidin temellerinden biri olarak zikrettiler.
Ancak belirtmek gerekir ki Eşaire, Allah’ın adaletini nefyetmiyor, ama onların kelamına göre adalet Allah’ın yaptığı şeydir ve aklın onu anlaması için her hangi bir yol yoktur.
İlgili dizin: Adaletin Usul-i Din’de ki Mefhumu, 147. Soru (Site:2950)
[1] -Ayetullah Misbah Yezdi, Amuzeş-i Akaid, s.161.
[2] -Ayetullah Subhani, Milel ve Nihel, c.2, s.332.
[3] -Ayetullah Misbah Yezdi, a.g.e, s.162.
[4] -Bidayet-ul Maarif (Farsça tercüme), c.1, s.112.
[5] -Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşif-il Ğita, Asl-uş Şia ve Usuluha, s.74
[6] -a.g.e. s.75.
[7] -Muhammed Cevad Meşkur, Ferheng-i Fırak-I İslami, s.54
[8] -a.g.e. s.56.
[9] -a.g.e. s.56; Ayetullah Subhani, a.g.e. c.2, s.32.
[10] -Muhammed Cevad Meşkur, a.g.e. s.56,57,58.