Please Wait
12156
İslam, insan fıtratına uygun sevgi dolu bir din olup bütün insanlığın hidayet ve saadeti için gelmiştir. Din seçmek isteğe bağlı olduğu için her zaman bütün islam toplumlarında az çok gayrimüslim bulunur. İster İslam toplumunda ve İslam devletinin himayesinde yaşayanlar olsun (ehl-i zimme), ister gayr-i İslami toplumlarda olsun İslam, bütün insanların özellikle diğer dinlerin mensuplarının haklarına riayet etmeyi, onlara iyi davranmayı ve barış içinde yaşamayı emretmiştir. Ehl-i Zimme kafirler ise buna karşılık olarak ‘Zimmi’ şartlarını kabul etmeliler. ‘Zımmi’ şartlarına riayet etmezlerse veya ihanet etseler İslam kanunlarına göre cezalandırılırlar.
İslam, insan fıtratına uygun sevgi dolu bir din olup bütün insanlığın hidayet ve saadeti için gelmiştir. Gayrimüslimlerle barış içinde yaşamaya ve insani haklarına riayet etmeye rivayetlerde tekit edilmiş, Masum İmamlar (a.s) devamlı olarak Müslümanları onlara karşı insaflı olmaya, haklarını eda etmeye, diğer dinlerin mensuplarına eziyet etmemeye hep tavsiyede bulunmuşlardır. Aşağıda buna birkaç örnek getiryoruz:
Resul-u Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: ‘Kim, İslam muahidlerine (anlaşma/sözleşme yapanlara) zulmederse ve gücünün yetmediği bir yük yüklerse kıyamette onun düşmanı ben olacağım.’[1]
Yine şöyle buyurmaktadır: ‘Kim ehl-i zimme’ye (İslam’a sığınmış Yahudi, Hıristiyan ve Zerdüşt’e) eziyet ederse bana eziyet etmiştir.’[2]
İmam Ali (a.s) buyuruyor: ‘Kim ehl-i zimme’ye eziyet ederse, adeta bana eziyet etmiştir.’[3]
İbn-i Abbas, Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘Bütün ilahi dinlerin fakirlerine sadaka verin.’[4]
İmam Ali (a.s), Malik Eşter’e yazdığı mektubunun bir bölümünde şöyle buyuruyor: ‘Halka merhametle muâmeleyi kendine âdet et; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü halk iki sınıftır: Bir kısmı dinde kardeştir sana, öbür kısmı yaratılışta eştir sana.’[5]
Belirtmek gerekir ki, Emir-ul Müminin’in (a.s) bu fermanı Malik Eşter’e, Mısır’da Müslümanların az olduğu bir dönemde yazmış ve Mısır’ın fethinin üzerinden henüz uzun bir süre geçmemişti. Doğal olarak bu birkaç yıl içinde Müslümanlar azınlıkta, Hıristiyanlar ise çoğunlukta idiler.[6]
İmam Sadık (a.s) ehl-i zimme’nin hakları konusunda şöyle buyuruyor: ‘Müslümanların himayesinde yaşayanların hakkı şudur: Allah’ın (c.c) onlardan kabul ettiğini kabul etmen ve Allah’ın (c.c) ahdine vefa ettikleri sürece onlara zulüm etmemendir.’[7]
Yine Resul-ü Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamlar (a.s), Müslümanların başka şehir ve ülkelerde (İslami olmayan devletlerde) yaşayan diğer dinlerin mensuplarıyla barış içinde yaşamaları konusunda önemle durmuşlardır ki, gerçekte bu Kur’an’ın tavsiye ettiği barış içinde yaşama ruhudur. Ve bu da İslamın gayrimüslimlerle savaş ve mücadele amacında olmadığının açık bir göstergesidir.
İmam Ali (a.s), Malik Eşter’e yazdığı mektubunun diğer bölümünde yine şöyle buyurmaktadır: ‘Seninle düşmanının arasını bir bağla bağladın, onunla bir muâhedeye vardın, yahutda ona aman elbisesini giydirdin mi ahdine vefâ et; verdiğin amana riâyet et; nefsini, ona verdiğin söze, ahde kalkan yap. Çünkü dilekleri birbirine aykırı, reyleri darmadağın ve çeşit çeşit olduğu hâlde insanların Allah'ın farz ettiği şeylerde hepsi de ahde vefâ etmeyi ululadıkları gibi ululadıkları bir farz yoktur. Hattâ Müslümanlar şöyle dursun, müşrikler bile bunu gerekli saymışlar, buna riâyet etmişler, ahitte, amanda durmamanın ne zararlar vereceğini bilmişlerdir. Verdiğin amana gadretme; ahdini bozma, hıyânette bulunarak düşmanını aldatma, çünkü Allah'a karşı böyle bir cür'ette bulunan, çok kötü, çok ziyankâr bir bilgisizdir ancak. Allah, ahdini, amanını kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır ki o, bir emniyettir, herkes orda esenleşir; bir haremdir, herkes ona sığınır...’[8]
Sonuç şu ki, Masumlar (a.s), gayrimüslimlerle ilişkilerin adalet, insaf, hakların eda edilmesi ve eziyet edilmemek üzerine olmasını tavsiye etmişlerdir. Eğer ahdlerini bozar veya ihanet ederlerse bu durumda İslam, fitneyi yoketmek ve ona karşı koymak için kesin hükmünü vermiş ve şöyle buyurmuştur: ‘De ki: Ey kitap ehli, kendiniz de tanıksınız, öyle olduğu halde gene zor zoruna ne diye bir eğrilik bulmaya yeltenir de inananları, Allah yolundan döndürmeye çalışırsınız? Allah'sa yaptıklarınızdan gafil değildir ki.’[9]
[1] -Sadruddin Belaği, Adalet ve Kaza Der İslam, s.57; Zeyn-ul Abidin Kurbani, İslam ve Hukuk-u Beşer, s.397.
[2] -Sadruddin Belaği, a.g.e.
[3] -İbn-i Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehc-ul Belağa, c.20, s.253, hadis: 578.
[4] -Afif Abdulfettah Tabbare, Ruh-ud Din-il İslami, s.276.
[5] -Nehc-ul Belağa, 53. Mektup.
[6] -Mecelle-i Mekteb-i İslam, Yıl:8, No:5, s.49.
[7] -Vesail-uş Şia, c.15, s.177, 3. Bab
[8] -Nehc-ul Belağa, 53. Mektup.
[9] -Al-i İmran/99