Gelişmiş Arama
Ziyaret
8946
Güncellenme Tarihi: 2011/04/13
Soru Özeti
gadir-i hum'da peygamber (s.a.a.) tarafından ilan edilen) velayet, velayet türünden hangisi peygamberin (s.a.a.) maksadı idi?
Soru
gadir-i hum olayında peygamber tarafından hz. Ali için ilan edilen velayet türlerinden hangisi peygamberin (s.a.a.) maksadı idi; irfansal mıydı, dinsel miydi yoksa siyasal mıydı?
Kısa Cevap

Gadir-i hum hadisi ve diğer rivayetlere dikkatle peygamber (s.a.a.) Hz. Ali'yi mutlak bir şekilde kendi yerine seçiyor, dolayısıyla peygamberin (s.a.a.) siyasal ve irfansal olmak üzere tüm velayet türleri maksat ve Hz. Ali için sabit kılınıyor.

Ayrıntılı Cevap

Şia görüşüne göre peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.a.) tarafından birçok münasebetlerde dile getirilen, gadirden önce ve gadirden sora da tekitle vurgu yapılan[1] ve nihayet gadir-i hum'da resmi bir şekilde ilan edilen Hz. Ali'nin (a.s.) velayeti peygamberin (s.a.a.) sahip olduğu tüm velayet türlerini kapsıyor. Peygamber (s.a.a.) tarafından hükümet teşkil edildi ve bunda hiç kimsenin kuşkusu da yoktur. Dolayısıyla peygamberin sahip olduğu velayet türlerinden birsinin siyasal velayet olduğunda da hiç kimsenin kuşkusu yoktur.

Ama sorduğunuz soruyu köklü bir şekilde inceleyip cevaplamak gerekirse şunu söylemek lazım: peygamberden (s.a.a.) sonra gelişen ve gerçekleşen olaylara dikkat ettiğimizde, yani hilafetin kendi asıl mecrasında kaydırılarak daha farklı mecraya sevk edildiği durum daha sonraki nesillerdeki toplumun geneli nezdinde hiçbir tevcihi yoktur. Nasıl oluyor da peygamberden sonra müminlerin emiri olan Hz. Ali'nin (a.s.) velayetini, peygamberden hemen sonra ispatlayan bunca peygamberin açık ve gayri açık (kinayi) sözlerine rağmen böyleli bir durum yaşanıyor ve hükümet başkaların ihtiyarına sunuluyor. Bu nedenledir ki, hâkim olan düşünce tarzını benimsemiş ve ona temayül eden yazarlar bile kendi kitaplarında mümkün olduğu derecede Hz Ali'ye (a.s.) ait olan özelliklerini yazmak veya seçilmiş parçaları açıklamak zorunda kalmışlardır. Ama mütevatir ve herkes tarafından kabul görülmüş meşhur rivayetleri kendi kitaplarında zikir etmemesi yazarın ilmi kariyerine zarar verir diye kendi kitaplarında getirmek zorunda kalmışlar. Ancak bu tür rivayetleri kendi akide ve inançlarıyla çelişiyor diye bu rivayetleri kendi akidelerine uyacak şekilde tevcih, tevil ve yorumlayarak söz konusu çelişkiyi göze çarpacak durumdan çıkarı vermeye çalışmışlardır. Gadir-i hum hadisi de tamamen sansür edilebilir türden bir rivayet olmadığından dolayı bu rivayetin tamamını değil bir kısmının ehlisünnetin kaynak kitaplarında zikredildiğini görüyorsunuz.[2] Ve peygamber (s.a.a.) tarafından tasrih edilmiş Hz. Ali'nin (a.s.) velayeti de bu cümledendir ki bu kitapların birçoğunda sahih olduğuna vurgu yapılmaktadır. Hz. Ali'nin (a.s.) velayetine tasrih edilmiş bu tür rivayetleri mütalaa eden okurların zihninde şu sorunun canlanacağı çok açıktır ki, böylesine açık ve net bir şekilde peygamberin (s.a.a.) beyanlarının var olmasına rağmen neden hükümet peygamberden sonra Hz. Ali'nin ihtiyarine değil de başkalarının ihtiyarine verildi? Bu soruların şekillenmemesi içindir ki, bu bağlamda çok ağır ve geniş gerekçeler ve tevcihler sahneye çıkarak hadiste zikredilen velayet siyasal velayetten sıyırıp uzaklaştırarak irfansal velayete, dostluğa ve mehabete tevil ve tefsir edildi.! Yapılan bu gibi tevil ve tevcihler buna benzer bir diğer rivayetler için de hükümetler yanlısı yazarlar ve âlimler tarafından yapılmıştır. Bir örnek babından peygamberin (s.a.a.) Hz. Ali'yi Hz. Harun'a benzetip onu tanıtmasını içeren rivayet hakkında yapmış oldukları tevil ve tevcihtir. Söz konusu olan bu rivayeti şöyle tevil ve tevcih etmişlerdir: peygamber (s.a.a.) Ali'yi, Harun'un vezir olduğu gibi bir vezir olarak tanıtmış. Vezir ise naipten farklıdır. Dolayısıyla Hz. Ali peygamberin (s.a.a.) naibi değil bilakis peygamberin (s.a.a.) sağ olduğu dönemde veziri idi ve peygamberin (s.a.a.) vefatından sonra vezirliği de tamamlandı ve sona ermiş oldu!!

Şimdi biz Şia'ların inandığı akideyi kenara bırakarak konuyu sadece ehlisünnetin kaynaklarından takip etmeye devam edeceğiz. Gadir-i hum meselesinde peygamber (s.a.a.) ilkin Müslümanlardan soruyor: "müminlere oranla müminlerin kendisinden daha liyakatli kimdir? Müminler cevaben! Allah ve Allah ın resulüdür dediler! Bu soruya karşı alınan bu cevabın hemen ardından ki peygamber (s.a.a.) "Hz Ali'yi (a.s.) kendisi gibi olduğunu ilan ederek şöyle devam ediyor: "her kimin üzerinde benim velayetim var ise Ali'nin de onların üzerinde ayni şekilde velayeti vardır". Bilirseniz sizler için de çok calip aynı zamanda şaşırtıcı olabilir ki, böyleli bir maceranın gelişiminden hemen sora daha sonra ikinci halifelik makamına yerleştirilmiş olan Ömer Hz. Ali'ye (a.s.) şöyle diyor: ey ebu Talibin oğlu! Tebrik ediyorum seni! Sen bütün mümin erkek ve mümin kadının başı ve mevlası oldun.[3]

Ehlisünnetin âlimleri tarafından kabul edilmiş ve onların muteber kitaplarında beyan edilen bir başka olay da şudur: peygamber tebük savaşına gitmek için hazırlandığında Hz. Ali'yi (a.s.) Medine de kendi makamına yerleştirdi. Emirel-müminin üzüldü ve peygamberin huzuruna vardı ve şöyle buyurdu: "beni çocuklar ve kadınlar için mi bıraktın (ve bunun için mi beni bu savaştan nasipsiz bırakacaksınız)?

Peygamber (s.a.a.) Onun cevabında şöyle buyurdu: "Harun'un Musa'ya oranla hangi konumda olduğu gibi sende bana oranla aynı konuma sahip olmayı istemiyor musun? Ancak benden sonra peygamberlik yoktur".[4]  Şurada şunu söylemek gerekir ki, eğer gadir-i hum da irfansal velayet maksat idi ise burada da siyasal velayetten başka hiçbir şey söz konusu olması tasavvur bile edilemez.

Bu iki olayın içeriklerine dikkatle iki temel soru soracağız:

1-   Gadir hum olayında peygamber (s.a.a) size oranla sizden kim daha üstündür sorusunu sorarken siyasal boyutlu velayetin haricinde sadece irfansal velayeti mi dikkate alarak mı sormuştur acaba? Dolayısıyla biz soruduğu sorudan sonra Ali için açıkladığı velayetten sadece irfansal velayet olduğunu anlamalıyız artık!?.

2-   Yukarıdaki sorunun cevabı menfi ve gadir hum da söylenilen hadisteki velayet irfansal velayetle sınırlı olmayıp bilakis tüm velayet türlerini kapsıyor şeklinde ise artık mesele temamdır ve konu anlaşılmıştır. Ama eğer gadir hadisinde açıklanan velayetten maksat irfansal velayet telaki edilir ve bu telakide ısrar edilirse, ikinci soruyu soracağız. İkinci soru şöyledir: bir taraftan peygamberden sonra içimizde bir şahıs vardır. Bu şahıs irfansal boyutuyla böyleli üstün metrede yer almış, savaşsal boyutuyla peygamberin en yiğit ve en cesur askeri ve ordusunun komutanı sayılan, siyasal boyutuyla peygamberin yaşamının son döneminde tebük savaşı sırasında Medine Şehrinde peygamberin yerine geçti ve yemen bölgesinde de bir müddet idari işlerler meşgul oldu. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s.) her yönüyle hükümet işlerini idare etme yeteneğine sahip idi. diğer taraftan muhalif cereyan peygamber kendinden sonra halife olarak kendi yerine hiç kimseyi seçmediği inancındadır. Dolayısıyla bu açıdan da Hz. Ali'ye bey'at yapılsaydı peygambere muhalefet ediliyor diye bir sorun da söz konusu olacak bir durum da yoktur. Bunun yanı sıra ehlisünnet kitaplarının yaptığı açık ifadelerce irfansal velayete sahip olan bu kâmil arif peygamberden sonra peygamberin yerine geçen kimselere de muhalefet etmiş ve altı aya kadar kendisine bey'at etmemiştir.[5] Acaba bu alanda onun bu irfanına önem verilmesi gerekmiyor mu? Onun bu alandaki görüşlerine gereken dikkati göstermemek peygamberin emirlerine muhalefet etme anlamına gelmiyor mu? Eğer bu önemli meselede üzerimizde irfansal velayete sahip olan bir kimsenin sözlerine kulak verilmiyor ise o zaman onun bu irfansal velayetinin ne zaman ve ne gibi bir anlamı olabiliyor?!!

Buna binaen gadir hum da ilan edilen velayet ister irfansal olsun ister siyasi olsun, Hz. Âli'yi halifelik makamına ulaşmasını engelleyenlerin amelini tevcih edecek hiç bir yanı yoktur. Biz bu konuda peygamberimizin sahip olduğu irfansal ve siyasal velayetlere sahip olduğu ve hiç kimse peygamber için bu iki velayeti birbirinden ayırmadığı gibi Hz. Ali'nin de hem irfansal velayete hem siyasi velayete laik ve sahip olduğuna inanıyoruz ve velayet bağlamında bu ayrımı kabul etmiyoruz. Bu ayrımı peygamber için hiç kimse ortaya atmadı ve bunun hiçbir anlamı da yoktur. Can alıcı soru ve çok şaşırtıcı olay şudur: peygamberin açık değimiyle peygamberin tüm karakterlerini kendisinde toplayan bir kimsenin var olmasıyla peygamberin halifeliğinin başka birisine kaydırılması usulen şaşırtıcı değil midir?!!



[1] Yevmu'd-dar, mübahele gününde, tebük sevaşında, yemende bazı kimseler onun hükümdarlığının nasıllığı hakkında yaptıkları ihtirazlar sırasında ve…

[2] Örnek olarak: Ahmet b. Hanbel, "el-müsned", Beyrut: dari sadır, c. 1, s. 118-119; kazvini, ibni Mace, "es-sünen" Beyrut: darul-fıkr, c. 1, s. 43-45; sahihi tirmizi, Beyrut: darul-fikr, 1403, c. 5, s. 129; ve…  

El-gadir rivayetini mütalaa etmek için bkz. Allame emini, "el-gadir"; zira kendisi bu konuda göze çarpacak kadar geniş çalışma yapmış, bu rivayetin kaynaklarını ehlisünnetin kaynak ve muteber kitaplarından çıkarmış ve onları referans göstermiş.  

[3] Ahmet b. Hanbel, "el-müsned", Beyrut: dari sadır, c. 4, s. 281.

[4] Buhari, "sahih", Beyrut: darul-fıkr, 1401 kameri, c. 5, s. 129.

[5] Buhari, "sahih", c. 5, s. 82 - 83.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    17011 Pratik İrfan 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    5973 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Hangi ameller insanı güzel ve nuranî kılar?
    11448 Pratik Ahlak 2011/07/21
    İslam’ın bakışında güzellik zahirî güzellik ve batınî güzellik diye iki kısma ayrılır. Muteber ve mütevatir rivayetler açısından insanın batınî güzelliğini sağlayan bazı etkenler sabır, tahammül, vakar, sükûnet, takva ve sakınmadan ibarettir. Aynı şekilde rivayetlerde insan yüzünün nuraniyet ve güzelliğini sağlayan birçok amil zikredilmiştir. Abdest, az ...
  • İnsan olağan üstü işler yapabilir mi? Bu tür işleri yapmanın faydası nedir?
    10290 Teorik İrfan 2009/09/07
    Sizin işaret ettiğiniz şey, insanın ruhi güç kazanmasının sayesinde gerçekleşir; bu ruhi güç bazen dinin emirlerine uyarak ve şer’i riyazetler çekerek kazanılır; yani insan Allah’a yakınlaşarak İsm-i A’zama sahip olur. Bu güç sayesinde maddi alem üzerinde etkili olabilir ve iradesiyle bir takım işler yapar. Ancak bazen de ...
  • Musa (a.s.) Kısasının Kuranda Tekrar Edilmesinin hikmeti nedir?
    10556 Tefsir 2015/05/20
    Hazreti Musa’nın (a.s.) kur’anı kerimde tekrar edilmesinin hikmeti için hatırlatmalıyız; evvelen; Anlamsız ve lağviyete (boş) neden olacak kâmilen bir tekrar söz konusu değildir. Belki her surede, o surede zikir edilenin muhteva ve içeriğe uygun olan kıssanın kısmına işaret edilmiştir. Saniyen; kuranı kerimde hazreti Musa’nın (a.s.) hayatının diğer ...
  • Acaba humsu ve seyitlere ait olan hakkı taklit merciinin izni olmadan ödemek caiz mi?
    8976 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/10/18
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Tabiatı doğru bir şekilde kullanmanın yolu nedir?
    6091 Pratik Ahlak 2012/02/04
    İslam, başka mektepler gibi insanın ihtiyaçlarına tek bir açıdan bakmamış, tek maddi yönüne veya tek manevi yönüne odaklanmamış, aksine orta yolu tutmuştur. İlahi nimetleri doğru bir şekilde kullanmak, maneviyatla ve ahiretle çelişmediği gibi insanın saadet yolunda ilerlemesini de sağlar. ...
  • Ziyaret-i Aşura’da ki ‘Beri’tu ilellah ve ileykum minhum’ (Önce Allah’a sonra size onlardan dolayı beri oluyorum) cümlesinde Allah’a ve masumlara beri olmak ne demektir?
    6433 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/03
    Beraet lügatte birinden veya bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak manasına gelmektedir. Bu manalar eğer ‘İla’ ile birlikte olmazsa beraet için kullanılır. Ama ‘İla’ ile birlikte olursa bizarlık manasının yanı sıra sığınma manası da vermektedir. Buna göre ziyaretteki sığınma cümlesinin manası şöyle olur: Hak Teala’ya ve siz Ehl-i Beyt’e (a.s) ...
  • Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) cariye ve kölelere sahip olmaları kölelik sistemini benimsemek değil midir?
    19729 Eski Kelam İlmi 2009/07/04
    Kölelerle evlenme, onlarla mahrem olma, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) vs. hükümlerin Kur’an’da gelmesi Peygamber (s.a.a)’in zamanında köleliğin olduğunu ispat etmektedir, ama belirtmek gerekir ki, İslam’ın köleleri azat etmek için çok kapsamlı projeleri vardır. Bu projenin neticesinde bütün köleler zamanla özgürlüklerine kavuşmuşlardırlar. ...
  • Derslerimin Cuma namazına denk gelmesi nedeniyle Cuma namazını kılamamaktayım. Bunu telafi etmek için ne yapmalıyım?
    9607 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/11/17
    Değerli kullanıcı! İmam Zaman’ın (a.c.f) gıyabı döneminde Cuma namazı taklit mercilerinin çoğunluğunun fetvasına göre seçimli bir farzdır; yani yükümlü Cuma gününde şartlar mevcut ise Cuma namazını veya öğle namazını kılmada özgürdür. O halde eğer bir kimse Cuma namazını kılarsa, öğle namazını kılmasına gerek kalmaz. Elbette ...

En Çok Okunanlar