Please Wait
12318
Şia, Ehl-i Sünnet’in aksine, imamın, da masumiyet konusunda peygamberler (s.a.a.) gibi olduğuna inanmaktadır. Bu yüzden İslam Peygamberi ve diğer ilahi peygamberlerin de masum oldukları gibi, imam da hata ve yanlıştan masum olmalıdır.
Ama Ehl-i Sünnet, peygamberden sonraki halifeliği, ilahi değil, toplumsal bir makam olarak görmektedirler onlara göre bu makam halk tarafından halifeye verilmektedir. Yani halife seçim yoluyla bu makama gelmektedir. Bu yüzden onlar halifenin masum olması gerektiğine inanmamaktadırlar.
Şia’nın akli ve nakli delilleri:
1) Akıl, peygamberin risaletini ve şeriatı koruyan, açıklayan ve dinin hükümlerini uygulayan önderin masum olmasının gerektiğini kavrar aksı takdirde halk bu öndere güven duymaz ve Allah’ın hücceti onlar hakkında tamamlanmış olmaz. Çünkü peygamber ve imamların gönderilme sebebi ilk aşamada, eğitim ve öğretimdir ve bu da Allah’ın onlara verdiği eksiksiz ve hatasız ilimle mümkündür. Bu ilahi ilim, eksiksiz bir şekilde halkın ihtiyacını karşılamalı ve dinin hükümlerinin tahrif ve bozukluğa uğramasını önlemelidir. Böylece imamın Allah tarafında atanmasının gerekli olduğu gibi onun mutlaka masun olması da gerekmektedir.
2) İmamın masumluğu ispatlayan, ayet ve rivayetlerden oluşan muteber ve sahih nakli deliller vardır. Tathir ve itaat ayetleri ile Sakaleyn ve Menzilet hadisleri bu nakli delillerdendir.
Ayrıca Şia, Peygamber (s.a.a.)’in halifelik makamı olan imametin seçim değil peygamberlik gibi atanma makamı olduğuna ve bunun da Allah tarafından belirleneceğine inanmaktadır. Başka bir deyişle, masum, açıkta ve gizlide günaha ve hataya bulaşmayan bir kimsedir ve Allah’tan başka hiç kimsenin, birinin masum olduğunu beyan etmeye gücünün olmadığı da açıktır. Yani masumluğun teşhis edilmesi sadece ilahi delil ve Peygamber (s.a.a.)’in bildirmesiyle mümkündür.
1) İmam, sözlüklerde önder anlamına gelmektedir ve önder olan ve diğerlerinin de ona tabi olduğu kimseye imam denmektedir.
Rağib-i İsfehani, Müfredat’ta şöyle demektedir: Takip edilen kişi imamdır. [1]
2) Terim anlamı olarak, kelam ilminde imametle ilgili değişik tanımlar yapılmıştır.
Şia’ya göre imametin tanımı şöyledir: İnsanları, dini ve dünyevi maslahatlarını korumaları için yönlendirmeyi ve onları, zararlarına olan her şeyden uzaklaştırmayı üstlenen genel dini yöneticidir. [2]
Ama Ehl-i Sünnete göre imametin tanımı şöyledir: İmamet, insanların dünyevi ve dini işlerinde, Peygamber (s.a.a.)’in halifesi olarak, genel yöneticilik ve idareciliktir. [3]
3) İsmetin tanımı: İsmet sözlükte, saklamak ve engellemek anlamına gelmektedir. Kelam ilminde kullanılan bir terim olarak: “Muhalefet etmeye gücü yettiği halde, ilahi tekliflere muhalefet etmemeyi gerektiren ruhi bir melekedir ve bu ruhi meleke insanı hata ve yanlışlık yapmaktan korumaktadır.” [4]
Şia inanıyor ki: İmamet, nübüvvet ve risaletin devamıdır. Şu farkla ki Peygamber (s.a.a.) şeriatın kurucusu ve ona vahiy nazil olmaktaydı ama imam şeriatın koruyucusu ve açıklayıcısıdır. Buna göre imam, vahyin gelmesi dışında diğer bütün konumlarda peygamberin görevini aynen taşımaktadır. [5] İslam dinin öğretileri ve hükümleri hakkında ictihada dayanmayan hatasız ilime sahip olmak ve açıkta ve gizlide hata ve günahlardan masum olmak gibi peygamber için gerekli ve lazım olan özelliklerin aynısının imam içinde gerekli ve lazım olduğuna inanır. İsmet sıfatının anlaşılması sadece Allah’ın beyan etmesi ile mümkün olduğu için imamet makamının, peygamberlik makamı gibi Allah tarafından belirlenen bir makam olduğuna inanmaktadırlar. Ama Ehl-i Sünnet, bunun srf toplumu idareciliği olarak görür ve bu yüzden bu makamın, toplum tarafından halifeye verilen bir makam olduğuna ve halifenin seçim yoluyla bu makama gelebileceğine inanmaktadır.
Şimdi her iki grubun da bazı delillerini açıklayacağız. Şia’ya göre İmamların masum olduklarının bazı dellilleri:
A) İmam (a.s.)’ın masum olmasının gerekliliğine dair akli deliller.
1) İmam, şeriatın koruyucusu, peygamberlerin risaletlerinin açıklayıcısı ve insanların eğiticisi olduğu için bu görevini hakkınca yerine getirebilmesi için insanlar tarafından yüzde yüz güvenilen birisi olmalıdır ve oysa masum olmayan hata veya günah işleyen kişiye karşı böyle bir güven oluşmaz.
2) Eğer imam günaha bulaşacak olursa, onun ihtiram ve sevgisi kalplerden çıkar ve artık onun emirlerine itaat edilmez. Sonuçta da imamın görevlendirilmesinin faydası ortadan kalkar. [6]
3) Eğer imam masum olmaz ve günaha bulaşırsa, iyiliği emretme ve kötülükten uzaklaştırma hükmüne göre onu cezalandırmak farz olur. Ama imama yapılacak olan böylesi bir davranış, öncelikle imamın görevlendirilme amacıyla çelişir ve onun yönetici değil yönetilen konumuna sokar. İkinci olarak da itaat ayetiyle (Nisa–59) çelişmektedir. Çünkü zikredilen ayet, imama itaat etmeyi ve onun makamına ihtiram göstermeyi mutlak bir şekilde emretmektedir. [7]
4) İmam da Peygamber (s.a.a.) gibi şeriatın koruyucusu olduğu için masum olmalıdır. Çünkü korumaktan maksat, ilmi ve ameli korumadır. Şeriatın amelde ve ilimde korunmasının sadece masumluk sıfatına sahip olmakla mümkün olacağı açıktır. Çünkü masum olmayan birisi az veya çok şeriati anlamakta veya uygulamada hataya düşer ve eğer şeriatın bir kısmının korunmasıyla yetinecek olursak şeriatın diğer kısımlarını Allah katında itibarsız olarak kabul etmemiz gerekir oysaki bu dinin temel ilkeleriyle çelişir. Çünkü Peygamber (s.a.a.), şeriatın bütün hükümlerini öğretmek uygulamak için gelmiştir ve insanların görevi şeriatin bir bütün olarak korumaktır.
5) İmamın görevlendirilmesinin felsefesi, açıklandığı üzere genelde fikirsel ve ameli sapıklıklara yol açan hata ve yanlışlıkların düzeltilmesi yönünde insanların hidayet etmektir. Eğer imamın kendisi hataya düşecek olur ve masum olmazsa, imamın görevlendirilme felsefesine göre, kendisinin de hidayeti, irşadı ve hatalarını ona hatırlatması için başka bir imama ihtiyacı olduğu ortaya çıkar. Sonuç olarak o diğer imamın masum olması gerekecek ve eğer o da masum olmazsa, başka bir imama ihtiyacı olur ve… Bu da aklın hükmüne göre muhal ve batıl olan teselsülü gerektirecektir. Bu yüzden mutlaka ismet melekesine sahip olan, başkalarını da hidayet etmeye kadir olan ve hata ve sapıklık belirtilerinin de olmadığı masum bir imamın var olması gereklidir. [8]
B) Nakli deliller:
Kuran-ı Kerimde peygamberlerin ve imamların masum olduklarına dair ayetler vardır ve biz burada onların bir kısmını zikredeceğiz:
1) İmamet ayeti: “Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu.” [9] Bu ayet, imametin ilahi bir ahd olduğunu ve bu makamın zalimlere ulaşmayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Diğer yandan de şu ayete göre: “Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” [10] Ayeti gereğince büyük küçük bütün günahlar zulümdür ve bu günahları işleyenler de zalimdirler.
Bu ayete göre küçük veya büyük olsun bütün günahlar zulüm sayılmaktadır. Çünkü günah, Allah’ın emrine uymama ve ona isyan etmektir. Buna göre yukarıdaki iki ayet ışığında anlaşılıyor ki:
a) Bütün günahlar (büyük veya küçük), ilahi emirlere uymama ve karşı çıkma yönünden zulüm sayılmaktadır.
b) Allah’ın ahdi olan imamlık makamı kesinlikle zalimlere ulaşmaz.
Sonuç olarak imamet ilahi bir ahit ve makamdır [11] ve Kuran-ı Kerim, ilahi makamları, zulme bulaşmamış kimselere has kılmıştır. Başka bir ifadeyle her günahın Yüce Allah’a karşı gelme ve nefse yapılan bir zulüm olduğunu ve günahkârın, Kuranda zalim sayıldığını dikkate aldığımızda ilahi makama sahip olan imamların, her türlü zulüm ve günahtan uzak ve beri olmalırının gerekli olduğu anlaşılır. [12]
2) Tathir ayeti: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sadece sizden, her türlü günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” [13]
Bu ayetin Ehl-i Beyt’in masumluğuna delil olması şöyledir; ilahi iradenin, Ehl-i Beyt’in her türlü kötülükten temizlenmesine taaluk etmesi, onların günaha karşı masum olmalarını gerektirmektedir. Çünkü ayetteki “ الرِّجْسَ (rics)” kelimesinin anlamı, her türlü fikri, ruhi ve davranışsal kötülük ve pisliklerdir. Bu iradenin de, bütün ümmete değil sadece belli şahıslara özgü kılınması, Tathir ayetindeki iradeyle bütün insanların temizlenmesi için olan iradenin farklı olduğu gösterir. Bütün müslümanların temizlenmesi için olan irade, teşrii iradedir [14] ve insanların günah işlemesi neticesinde gerçekleşmemesi de mümkündür. Ama Tathir ayetindeki irade, tekvini iradedir bu irade gereği irade edilen şey (günahtan temizlenme) mutlaka gerçekleşir. [15]
3) İtaat ayeti: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de ve sizden olan emir sahibine de itaat edin.” [16]
Bu ayet de, imamların masum olduklarını ispatlayan ayetlerdendir. Çünkü ayet, Peygamber (s.a.a.) ve ulu’l-emre (emir sahipleri) olan itaatin mutlak bir şekilde ve hiçbir şarta tabi tutmadan farz olduğunu açıklamıştır. Oysa Peygamber (s.a.a.) ve ulu’l-emre (emir sahipleri) mutlak bir şekilde itaat etmek, Allah’ın itaati çerçevesinde olması gerektiğine göre onların emirlerinin Allah’ın emirleriyle asla çelişmediği anlaşılır. Aksi takdirde Allah’a mutlak itaat etme emriyle, hata ve sapıklığa düşme ihtimali olan kimselere mutlak itaat etme emri arasında çelişki söz konusu olur. [17]
4) Sakaleyn hadisi: Bu hadis, Sünni ve Şia kaynaklarında nakledilmiş ve mutavatir hadislerdendir. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum! Allah’ın kitabı ve itretim Ehl-i Beytim). Bu ikisi, Kevser havuzun başında yanıma gelene kadar hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar.”
Peygamber (s.a.a.)’in Ehl-i Beyti’ni Kur’an’la bir tuttuğu ve hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmayacaklarını bildirdiği bu hadis onların masum olduklarının açık bir delilidir. Çünkü hata ve yanlışlıkla dahi olsa en küçük bir günaha bulaşmak, pratikte Kuran’dan ayrılmak anlamına gelir. Buna göre Kuran her türlü hata ve yanlışlıktan korunmuş olduğu gibi, yukarıdaki hadis gereğince Kur’an’dan asla ayrılmayan Ehl-i Beyt imamları da her türlü fikirsel ve ameli hata ve yanlışlıklardan uzaktırlar.
Peygamber (s.a.a.)’in halifesi olan İmam (a.s.)’ın günah ve hatadan uzak olduğu açıklığa kavuştuktan sonra, böyle birisinin ancak Yüce Allah’ın tayin etmesiyle bilinebileceği ortaya çıkar. Çünkü bir makama kimin layık olduğunu ancak O bilir.
Şimdi sadece imamın kim olduğunu açıklayan bazı muteber hadislere kısaca bir bakalım:
Sünni ve Şia tarafından kabul gören, değişik yerlerde ilan edilmiş ve İmam Ali (a.s.)’nin imameti hakkında olan, Peygamber (s.a.a.)’in açıkladığı bir çok hadisler mevcuttur. Bu hadisler her iki mezhebin de kaynaklarında yer almaktadır. Bunlardan birisi Gadir-i Hum hadisidir.
Peygamber (s.a.a.), Allah’ın emriyle İmam Ali (a.s.)’yi kendi halifesi olarak bildirdiği yerde şöyle buyurmuştur: “Ben kimin önderi isem Ali de onun önderidir.” [18]
Aynı şekilde başka bir yerde Peygamber (s.a.a.), Ali(a.s.)’nin elini tutarak şöyle buyurmuştur: “Bu (Ali), benden sonra sizlerin arasında benin halifemdir. O’nu dileyin ve ona itaat edin.” [19]
İmam Ali (a.s.)’dan sonraki imamlar da, Peygamber (s.a.a.) ve bir önceki imamlar tarafından tanıtılarak ilan edilmişlerdir; örneğin, İmam Hüseyin (a.s.) hakkında Peygamber (s.a.a.)’den şöyle nakledilmiştir: “Bu benim oğlumdur, imamdır, imamın oğludur, imamın kardeşidir, dokuzuncusu kaim olan (kiyam edecek olan) dokuz imamın babasıdır. Hüccettir, hüccetin oğludur, hüccetin kardeşidir ve dokuz hüccetin babasıdır.” [20]
Konuyu uzatmamak için bu birkaç hadisle yetiniyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara başvurabilirsiniz:
El-Gadir, Allame Emini; En-Necatu Fil- Kıyamet Fi Tahkik-i Emr-i Hilafet, İbn-i Meysem Bahrani; el-Muracaat, Allame Şerefuddin. Yine aşağıdaki soruların cevabına da bakabilirsiniz:
1) Kur’an’a göre peygamberlerin masum olmaları, soru: 1706 (site: 1824)
2) Normal insanların masumluğu, soru: 104, (site: 961)
3) Ehl-i Beytin birkaç kişide sınırlandırılmasının illeti, soru: 243 (site: 185)
[1] Rağib-i İsfehani, Kuran lafızlarının müfredatı, imam kelimesi.
[2] Hoca Nasır-id Dini Tusi, Kavaid-ul Akaid, s: 108.
[3] Kuşçu, Alâeddin, Şerh-i Tecrid, s: 472.
[4] Muzaffer, Muhammed Rıza, Delail-us Sıdk, c: 2, s: 4.
[5] Peygamber (s.a.a.) Hz. Ali (a.s.)’a şöyle buyurmuştur: “Senin konumun bana göre Harun (a.s.)’un Musa (a.s.)’ya olan konumu gibidir. Sadece benden sonra peygamber gelmeyecektir.” İbn-i Hişamın Siresi, c: 2, s: 52.
[6] Muzaffer, Muhammed Rıza, Doğru Deliller, c: 2, s: 8–10.
[7] Aynı kaynak.
[8] Muhtari Mazenderani, Muhammed Hüseyin, İmamet ve Rehberlik, s: 59.
[9] Bakara Suresi, 124. ayet.
[10] Bakara Suresi, 229. ayet.
[11] Bu yüzden insanların seçimiyle hiç alakası yoktur. Allah-u Teala tarafından bu makama layık olan ve hak eden kimselere verilmektedir. Elbette imamet makamının sosyal anlamda piratiğe geçmesi insanların bia’tı ile gerçekleşmektedir.
[12] Peygamberlerin ve imamların masum olmalarının anlamı, melekler vasıyasyla zorla kişinin günahtan korunması değildir. Masumluk “imanın artması”dır. Eğer insan Alla-u Tealaya imanı kamil olursa ve kalp gözüyle Allah’ı görürse diğer yandan günahın doğurduğu çirkef ve pisliği görürse artık böyle bir insanın günah işlemesi mümkün değildir. Masumlar, temiz topraktan yaratıldıktan sonra, çabalarıyla nuraniyet ve faziletli melekeleri kazanmaları sonucu kendilerini sürekli Allah-u Teala’nın huzurunda bilmekte ve Onun her şeye hâkimiyetini idrak etmekteler.
[13] Ahzab Suresi, 33. ayet.
[14] Ahzab–33; Maide–6, abdest ayetinin devamında şöyle buyrulmaktadır: “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.” Bu ayette açıklanan teşrii iradedir. Yani oluşması kesin olan irade türünden değildir.
[15] Subhani, Cafer, Menşur-i Akaid-i İmamiye, s: 168–169. Burada şu noktaya da değinmek gerekir ki: Allah’ın, Ehl-i Beyt’in masumluğuna olan tekvini iradesinin, onlardan iradenin alındığı anlamına gelmez. Aynı şekilde peygamberlerin de masum olması, iradelerinin alındığı anlamına gelmez.
[16] Nisa Suresi, 59. ayet.
[17] Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Akaid Dersleri, s: 203.
[18] Allame Emini, El- Gadir, c: 1, s: 207; İbn-i Meysem Bahrani, En-Necatu Fil- Kıyamet Fi Tahkik-i Emr-i Hilafet, s: 81.
[19] Aynı kaynak.
[20] İbn-i Meysem Bahrani, En-Necatu Fil- Kıyamet Fi Tahkik-i Emr-i Hilafet, s: 167.