Please Wait
6600
Acaba bu Şii mezhebinin batıl oluşuna delil oluşturmaz mı? Sizler Ali’nin (a.s), Allah tarafından hilafet ve imamete seçildiğini söylüyorsunuz. Eğer böyleyse nasıl olur da onu kabul etmekten çekinir?
Ali’nin (a.s.) imamet ve velayetinin ilahi bir makam olması ve Allah’ın Onu bu makama seçmesi, kati ve güçlü delillerle ispatlanmıştır. Ama Müminlerin Emir’inin (a.s) “Beni bırakın ve başkasına sarılın” sözü hakkında şunu hatırlatmamız gerekir ki; her ne kadar imametin meşruiyeti ilahi bir seçimle tayin olsa da vuku bulması ve kabul görülmesi halkın bunu kabul etmesi ve biat etmesine bağlıdır. İmam (a.s) bu hutbede ( ki siz sadece ilk kısmından kısa bir bölümü nakletmişsiniz.) olayın vuku bulması ve kabul edilmesi için ortamın henüz hazır olmadığına ve engellerin mevcut olduğuna işaret etmekte ve bazı konulara değinerek bu vesileyle halka hücceti tamamlamak ve insanların bu duruma hazırlığının muhakkak olması için engelleri ortadan kaldırmak istemiştir. Böylece muhalifler için hiçbir özür ve bahane kalmayacaktır.
Hazreti Ali (a.s), bir sonraki cümlede buyurduğu gibi: “Zira bizler; renklerle bezenmiş, fitne kaynağı olan, farklı yüzlere bürünmüş, kalplerin bu biate sabit kalmayacağı ve akılların bu bağlılıkta gevşeyeceği bazı olaylar ve hadiselerle karşılaşacağız. Hakikat ufkunun çehresini karanlık fesat bulutları almış ve hakkın doğru yolu belirsiz kalmıştır. Şunu bilin ki, eğer davetinizi kabul edersem, size karşı davranışlarım kendi bildiğim değerlere göre olacak. Onun bunun söylediklerine ve serzeniş edenlerin sözlerine kulak asmayacağım.”
İmamet Makamının İlahi Oluşu
Şiiler, imametin dini bir makam olduğuna ve dünyevi bir saltanat olmadığına, toplumsal olayların sonucu değil de ilahi yasama ve seçimle olduğuna inanır.
Müslüman tarihçiler şöyle yazmışlardır: Allah Resulü (s.a.a), Allah’ın dinine davet ve kendi risaletini uygulama konusunda yardımcı olmaları için “Beni Amir b. Sa’sae” kabilesine gittiğinde, içlerinden “Buhayre b. Feras” adlı şahıs Peygambere (s.a.a) cevaben şöyle dedi: “ Eğer bizler sana uysak ve muhaliflere karşı zafer sağlarsak, hilafeti kendinden sonra bize bırakır mısın?”
Peygamber (s.a.a) şöyle cevap verdi: “ Emir sadece Allah’ındır ve onu istediği yerde karar kılar.”[i]
Allah Resulü’nün (s.a.a) bu sözü açıkça gösteriyor ki Peygamberin (s.a.a) yardımcılığı, ilahi bir makam ve Allah ve Resulü’nün (s.a.a) hakkıdır. Halkın sahip olduğu bir hak değil. Bu nedenle Peygamberin (s.a.a) kendisi dahi halifesinin tayininde tamamen bağımsız değildir. Gerçekte onu Allah’ın emri ile yerine getirmiştir. Nübüvvetin sonlanması masum bir imamın atanması ile doğrudan ilişkilidir. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra İslam camiasının maslahatları ancak böyle bir imamın varlığıyla temin edilebilir.[ii]
Bu kısa çalışmada bu emrin kesin ispatı fırsatına sahip değiliz ama yinede bu konuya kısaca değineceğiz. Geniş bilgilere ulaşmak için Allame Emini’nin eseri olan El-Gadir ve Allame Seyit Şerefuddin’in eseri olan El-Müracaat kitaplarına bakabilirsiniz.
Şimdi imamet makamının ilahi olduğuna ve İmam Ali’nin (a.s) seçiminin Allah’ın emri ile olduğuna delalet eden bazı ayetlere işaret edeceğiz:
1- “Bugün dininizi size kâmil kıldım ve nimetimi size tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim”[iii]
Şii müfessir ve ilim adamlarının yanı sıra Ehli Sünnet’ten de bazı muhaddis ve müfessirin Peygamber (s.a.a) sahabelerinden naklettikleri hadisler, bu ayetin Gadir-i Hum gününde ve Ali’nin (a.s) velayetinin Allah Resulü (s.a.a) tarafından açıklanmasından sonra nazil olduğunu göstermektedir.
Hatib’i Bağdadi, sahih senetle Peygamber sahabelerinden Ebu Hureyre’nin şöyle naklettiğini yazıyor: “Herkes Zilhicce ayının on sekizinde oruç tutarsa Ona atmış ayın orucu yazılır. O gün Gadir-i Hum günüdür. Peygamber (s.a.a) Ali b. Ebu Talib’in (a.s) elini kaldırıp: “Ben müminlerin velisi değil miyim?” dedi, cevabında da “Evet, Ya Resulullah!” dediklerinde şöyle buyurdu: “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” Ömer b. Hattab şöyle dedi: “ Kutlu olsun sana ey Ebu Talib’in oğlu! Hem benim ve hem de tüm Müslümanların efendisi oldun.” Hemen arkasından Allah “Bugün dininizi size kâmil kıldım …” ayetini nazil etti.[iv]
Yukarıdaki hadisi Hâkim Heskani Hanefi, İbni Esakir Dimeşki, Harezmî, İbni Meğazili, Sebt b. Cuzi Hanefi, İbrahim b. Muhammed Cuveyni de nakletmiştir.[v]
Peygamberin (s.a.a) diğer bir sahabesi Ebu Said Hudri yukarıdaki manaya yakın ve sahih olan bir hadis nakletmiştir. O diyor ki: Peygamber (s.a.a) halkı Ali’nin (a.s) velayetine davet etti. Onun kolunu tuttu ve yukarı kaldırdı. Henüz birbirlerinden ayrılmadan “ Bugün dininizi size kamil kıldım ..” ayeti nazil oldu. Arkasından Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “ Dinin kâmil oluşuna, nimetin tamamlanmasına, Allah’ın razı olmasına, risaletime ve Ali’nin velayetine Allah-u Ekber!”[vi]
Gördüğümüz gibi Ebu Hureyre ve Sait Hudri’nin hadisleri İkmali din ayetinin Gadir-i Hum’da ve Ali’nin (a.s) imamet ve velayeti hakkında nazil olduğu konusunda sarihtirler.
2- “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (halka) ilet. Eğer bunu yapmazsan, O’nun mesajını iletmemiş olursun (elçilik görevini yerine getirmemiş olursun).”[vii]
Bu ayet hususunda da hem Şia ve hem de Ehli Sünnet, bu ayetin Gadir-i Hum günü ve Ali’nin (a.s) vilayeti hakkında nazil olduğu hakkında hadisler nakletmişlerdir.[viii]
3- “Şüphesiz sizin veliniz, yalnızda Allah, Resulü ve namazı hakkıyla yerine getiren ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.”[ix]
Şia kaynaklarında var olan sahih hadise göre, bu ayet de Ali (a.s) hakkındadır ve Ehli Sünnet de bu konuda birçok hadis nakletmişler ve bu şanı nüzulü kabul etmişlerdir.[x] Özellikle ayette yer alan “Veli” kelimesini hiç kimse dost ve yardımcı olarak tanımlayamaz; çünkü dostluk ve yardımcılık bütün Müslümanlara ait bir vazifedir. Sadece rükû halinde infak edenlerin değil.
Bu ayetlere, Peygamber’den (s.a.a) mütevatir olarak nakledilen “Ben kimin mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır.” hadisini de eklediğimizde, imamet makamı ve Peygamberin (s.a.a) hilafeti hususunun sadece dünyevi hükümetin olmadığı aksine ilahi bir makam olduğu ve Allah tarafından seçilmesi gerektiği çok açık görülecektir.[xi]
Müminlerin Emiri’nin (a.s) “Beni bırakın ve başkasına sarılın” Sözünün Manası
Müminlerin Emiri’nin (a.s) “Beni bırakın ve başkasına sarılın” sözünün ne anlam taşıdığı hususunda şunu hatırlatmamız gerekir ki, her ne kadar imametin meşruluğu ilahi seçimle tayin edilse de fiiliyata dönüşmesi ve kabul edilişi halkın biat ve kabul etmesi şartını taşır. İmam (a.s), bu hutbede (ki siz sadece ilk bölümden kısa bir kısmını nakletmişsiniz) fiiliyatın ve makbuliyetin henüz kâmil olmadığına ve engellerin mevcut olduğuna işaret etmektedir. Bazı konulara değinerek de halka hücceti tamamlamak ve halkın hazır hale gelmesi ve muhaliflerin hiçbir özür ve bahanelerinin kalmaması için engelleri ortadan kaldırmak istemiştir.
Nasıl ki İmam (a.s) bir sonraki cümlede şöyle buyuruyor: “Zira bizler; renklerle bezenmiş, fitne kaynağı olan, farklı yüzlere bürünmüş, kalplerin bu biate sabit kalmayacağı ve akılların bu bağlılıkta gevşeyeceği bazı olaylar ve hadiselerle karşılaşacağız. Hakikat ufkunun çehresini karanlık fesat bulutları almış ve hakkın doğru yolu belirsiz kalmıştır. Şunu bilin ki, eğer davetinizi kabul edersem, size karşı davranışlarım kendi bildiğim değerlere göre olacak. Onun bunun söylediklerine ve serzeniş edenlerin sözlerine kulak asmayacağım.”[xii]
İbni Ebul Hadid (Mü'tezile âlimlerinden) Nehc’ul-Belaga’nın şerhinde şöyle diyor: İmamiye, bu cümle hakkında der ki: Ali (a.s) ile biat etmeye gelenler, önceki halifelere biat etmiş insanlardı ve Osman onları her türlü hak ve bağıştan mahrum bırakmıştı. Çünkü Ümeyyeoğulları, Osman zamanında bütün malları ortadan kaldırmışlardı. Osman’ın katlinden sonra Ali’ye (a.s) “Sana, Ebu Bekir ve Ömer’in siretini bizim aramızda uygulaman şartıyla biat ederiz. Çünkü onlar, Beyt’ül-Mal’ı kendilerine ve ailelerine saklamıyorlardı.” Bu nedenle Ali’den (a.s), Beyt’ül-Mal’ı Ebu Bekir ve Ömer gibi taksim etmesi şartıyla Ona biat etmek istediler. Ali (a.s) ise bunu kabul etmedi. Onlardan iki halifenin siretine uyan birine biat etmelerini istedi. (Çünkü Hz. Ali (a.s) sırf İslam'ın özü ve peygamber'in sünneti üzere hareket etmek istediğini açıklamıştır)[xiii]
İbni Ebul Hadid, başka bir yerde de İmamiye’den naklederek şöyle diyor: Ali (a.s) burada böyle bir seçim için kendi salahiyetini inkâr etmedi. Lakin fitneden uzak durmak istedi. Ama Ebu Bekir, “Ben, bu seçim hususunda sizin en hayırlınız ve en layık olanınız değilim.” dedi.[xiv]
Allame Meclisi de, Müminlerin Emiri’nin (a.s) sözü hakkında şöyle diyor: Her kim, bu kelamı tek tek ele alarak düşünse bu sözün ne manaya geldiğini açıkça görür. Çünkü Ali (a.s) diğer cümlesinde buyuruyor ki: “Kalplerin bu biate sabit kalmayacağı ve akılların bu bağlılıkta gevşeyeceği bazı olaylar bizi bekliyor.” Öyleyse İmamın (a.s) kabul etmeme sebebi engellerin varlığıdır, imamet makamına seçilmemesi veya bu makama layık olmaması değil.[xv]
Allame, bu rivayetin açıklamasında şunları diyor: Bu sözlerin muhatabı, Ali’nin (a.s) kendilerine şerafet ve makam vermesi beklentisinde olan kimselerdir. Bu yüzden Hazret’ten (a.s) hükümetin başına geçmesini istediler. Talha ve Zübeyir’in ikinci günde biatlerini bozmalarının sebebi budur. Hazrete (a.s), herkese aynı seviyede davrandığı için serzenişte bulundular. Aynı şekilde Abdullah b. Ömer, Said b. El-As, Mervan ve buna benzer diğerleri de taksimlerden kendilerine düşeni kabul etmediler. İmam (a.s) bu tür insanlara karşı cevaplarında buyurdular ki: “Beni bırakın ve başkalarına sarılın.” Çünkü hücceti onlara tamamlamak istedi ve onlara, ileride sabredemeyecekleri çok çeşitli ve farklı renklerde olaylarla karşılaşacaklarını söyledi. Ayrıca biatten sonra beklentilerinin karşılanmayacağı ve hiçbir serzeniş edenin sözüne teveccüh etmeyeceğini açıkladı.[xvi]
Önceki bahslere ilaveten, İmamiye Şiasının sözüne teyit edecek bir görüş de Müminlerin Emiri’nin (a.s), Nehc’ul-Belaga’da buyurduğu sözlerdir. İmam (a.s) bu sözlerle, hilafetin kendi hakkı olduğunu açıkça beyan etmiştir. Bu konudaki hutbelerin bazıları şunlardır:
“Bu ümmetten hiç kimse Muhammed’in (s.a.a) Ehlibeyt’iyle mukayese edilemez. Hiçbir zaman nimetlerinin üzerine aktığı kimseyle bir sayılmaz. Onlar, dinin esası, yakinin direğidir. İleri gidip aşırı kaçanlar döner, onlara katılır. Geri kalan gelir onlara uyar. Velayet hakkının özellikleri sadece onlarındır. Vasiyet ve veraset de onlardadır. Hak şimdi ehline döndü ve intikal etmesi gereken yere intikal etti.”[xvii]
İmam (a.s), yukarıdaki sözleriyle hilafetin kendi hakları olduğunu açıkça bildirmiştir. Ama şimdiye kadar kendi yerinden uzakta kalmıştı ve şimdi hilafetin onlara bırakılmasıyla hak, kendi yerine dönmüş oldu.
Nehc’ul-Belaga’nın başka bir yerinde de şöyle gelmiştir:
(Şura günü) …Birisi bana: “Ey Ebu Talib’in oğlu, sen bu işte (hilafet konusunda) çok hırslısın!” dedi. Ben dedim ki: “Hayır, vallahi siz Allah Resulü’ne (s.a.a) uzak olduğunuz halde daha hırslısınız. Ben sadece hakkımı aradım, siz benimle onun arasına girdiniz ve ondan dolayı benim yüzüme vurdunuz.”[xviii]
Yukarıdaki hutbenin devamında şöyle buyuruyor:
“Allah’ım Kureyş’i ve ona yardım edenleri sana şikâyet ediyorum. Onlar akrabalık bağımı kestiler, büyük ve yüce olan makamımı küçülttüler. Hakkımı görmezden gelerek sadece bana ait olan hilafet konusunda bana karşı birleştiler.”[xix]
Yukarıda zikredilenler ve Nehc’ul-Belaga veya İslam ümmetinin diğer ilk kaynakları açıkça, Ali’nin (a.s) hilafeti kendi hakkı bildiğini göstermektedir. Şianın hilafeti Ali’ye (a.s) ait olduğu inancı, Allah’ın kitabı, Peygamber’den (s.a.a) gelen mütevatir hadisler ve Ali’nin (a.s) kendi sözlerinden alıntıdır. Ama İmam’ın (a.s), Osman’ın ölümünden sonra hilafetten uzak durmak istemesi, birçoğuna değindiğimiz üzere birtakım engellerin varlığından dolayıdır.
[i] Siyre’yi İbni Hişam, 2.c, 66.s; El-Bidayetu ven-Nihaye, İbni Kesir, 3.c, 139-140.s; Kitabus-Sugat, İbni Hubban, 1.c, 89-90.s; Siyre’yi Halebiye, Ali b. Burhaneddin Halebi, 2.c, 3.s; Hayatus-Sahabe, Muhammed Yusuf Kandehlevi, 1.c, 69.s
[ii] Muhammed Taki Misbah Yezdi, Amuzeş’I Akaid, 2.c, 303 ve 304.s
[iii] Maide Suresi, 3.Ayet
[iv] Tarih’I Bağdad, Hatib’I Bağdadi, 8.c, 290.s; Hatib’I Bağdadi yukarıdaki hadisi iki senetle nakletmiştir.
[v] Şevahidut-Tenzil, Hakim Heskani, 1.c, 200.s; Tarih’I Medine’yi Dimeşk, İbni Esakir, 42.c, 233,234 ve 237.s; Menakib’I Harezmi, 135.s; Menakib’I ibni Meğazili, 19.s; Tezkiretul-Havas, Sibt b. Cuzi, 36.s; Feraidus-Semteyn, Cuveyni, 1.c, 72.s
[vi] Şevahidut-Tenzil, 1.c, 200.s; Menakib’I Harezmi, 135.s; Feraidus-Semteyn, 1.c, 72.s; Mehasinut-Te’vil, El-Kasimi, 6.c, 4 ve 50. s
[vii] Maide Suresi, 67. Ayet
[viii] El-Kafi, 1.c, 289.s, 4. Hadis; Ed-Durrul-Mensur, 2.c, 298.s; Şevahidut-Tenzil, 1.c, 249.s
[ix] Maide Suresi, 55. Ayet
[x]Şevahidut-Tenzil, 1.c, 209.s; Mahmut Zamahşeri, El-Kaşif, 1.c, 649.s; Suyuti, Ed-Durrul-Mensur, 2.c, 293.s; El-Kafi, 1.c, 289.s, 4.Hadis
[xi] Daha fazla bilgi edinmek için bakınız: İspat’I İmamet’I İmam Ali az Kuran, Şia ve Hilafet ve Canişini ba’d az Peyamber ve Muşahhasat ve Vijegiha’yi Şia
[xii] Nehc’ul-Belaga, 92.Hutbe
[xiii] Abdulhamit İbni Ebul Hadid, Nehc’ul-Belaga Şerhi, 7.c, 34.s
[xiv] Şerh’ş Nehc’ul-Belaga (İbni Ebul Hadid), 1.c, 170.s
[xv] Allame Meclisi, Bihar’ul-Envar, 32.c, 38.s
[xvi] Allame Meclisi, Bihar’ul-Envar, 32.c, 36.s
[xvii] لَا یُقَاسُ بِآلِ مُحَمَّدٍ ص مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ أَحَدٌ وَ لَا یُسَوَّى بِهِمْ مَنْ جَرَتْ نِعْمَتُهُمْ عَلَیْهِ أَبَداً هُمْ أَسَاسُ الدِّینِ وَ عِمَادُ الْیَقِینِ إِلَیْهِمْ یَفِیءُ الْغَالِی وَ بِهِمْ یُلْحَقُ التَّالِی وَ لَهُمْ خَصَائِصُ حَقِّ الْوِلَایَةِ وَ فِیهِمُ الْوَصِیَّةُ وَ الْوِرَاثَةُ الآْنَ إِذْ رَجَعَ الْحَقُّ إِلَى أَهْلِهِ وَ نُقِلَ إِلَى مُنْتَقَلِهِ, Nehc’ul-Belaga, 2. Hutbe
[xviii] وَ إِنَّمَا طَلَبْتُ حَقّاً لِی وَ أَنْتُمْ تَحُولُونَ بَیْنِی وَ بَیْنَه, Nehc’ul-Belaga, 172.Hutbe
[xix] Nehc’ul-Belaga, 172.Hutbe